Düşünce ve Kuram Dergisi

‘Ortadoğu’da Liderlik Kültü’ ve Önderlik Gerçeği

Yılmaz Dağlum

Liberalizmin en temel ideolojik hegemonya araçlarından biri kavramların içeriğini boşaltarak, onları asıl anlamlarından uzaklaştırarak, kendince yeni anlamlaranlamsızlıklaryükleyerek ya da bazı kavramlar uydurarak kavram kargaşası yaratmaktır.

Ortadoğu konusunda yaratılan kavram kargaşasının başında, ‘Ortadoğu’ kavramının kendisi gelir. Çünkü yuvarlak -elipsyerküre coğrafyasının sınırları siyasal süreçlere ve çıkarlara göre değişken bir bölgesinin kime ve neye göre doğu, doğunun ortası, kenarı, yakını, uzağı vb. olduğu tartışma götürür bir tanımlamadır. Kime göre olduğu belli olsa da, neye ve nereye kadar olduğu sürekli muğlak bırakılan; kapsamı siyasal çıkarlara göre genişletilen ya da daraltılan Ortadoğu, kendisini tarihsel, toplumsal, kültürel değerlerine göre yeniden ve özüne uygun biçimde tanımlayarak bunu kendi dışındakilere de kabul ettirmedikçe, bu kavram kargaşasının kurbanı olmaktan kurtulamayacaktır.

“Ortadoğu denilince aklınıza ilk gelen nedir?” sorusunu çerçevesinde bir anket yapılırsa eğer, ortaya ilginç bir tablonun çıkacağı açıktır. Birincisi, büyük olasılıkla doğru-dürüst bir coğrafi tanımlama yapılamayacaktır. İkincisi, büyük çoğunlukla “İslami terör”, “lider kültü”, “dogmatizm”, “töre cinayetleri”, “kan davaları” vb. yanıtlar öne çıkacaktır. “Ortadoğu” tanımlamasında olduğu gibi, bu yanıtlar da ağırlıklı olarak Batı menşeli özel savaşın tarihsel toplum ve kültür birikimlerini dikkate almadan, hatta bilinçli olarak yadsıyarak egemen kıldığı zihniyetin ürünü olarak değerlendirilmek durumundadır.

Sorun, bu yanıtların çoğunda doğruluk payı olmakla birlikte, doğruluğu ya da yanlışlığından öte anlamlar içerilerek mutlak doğrular gibi topluma kabul ettirilmesinde, tartışma götürmez gerçekler olarak topluma yedirilmesindedir.

“…Ortadoğu güncelinde söz ve pratik, kavram ve olgu, hayal ve gerçek, din ve yaşam, bilim ve ideoloji, felsefe ve din, ahlak ve yasalar arasında muazzam bir kargaşa, içiçelik, bozulma ve siliklik yaşanmaktadır. Neredeyse insanlığın tanıdığı tüm zihniyet tabakaları yol açtıkları kirlilikle birlikte sorun yığınları halinde istiflenmiş olarak durmaktadır. Gerek eski gerek yeni dil yapıları da zihniyet durumlarını tüm tutuculukları içinde yansıtmaktan geri durmamaktadır.”

Bu nedenlerle konuya giriş anlamında öncelikle bazı kavramları yerli yerine oturtmakta yarar vardır. Türkçede önder, lider, şef gibi sıfatlar eşanlamlı olarak görülmekte, kullanılmaktadır. “Önder: Gücü, ünü veya toplumsal yeri dolayısıyla, belli zaman ve durumlar içinde, ilişkili bulunduğu küme veya toplumun tutum, davranış ve etkinliklerini değiştirip yöneltme yeteneğini gösteren kimse, lider, şef”, “lider: Yönetimde gücü ve etkisi olan kimse, önder, şef”, “şef: Yetki ve sorumluluğu olan, yöneten kimse” biçiminde tanımlanmaktadır.

Eşanlamlı kullanılan bu sıfatlar için yapılan tanımlamalardaki sığlık, birini diğerinin yerine kullanarak yaratılan kavram kargaşası ve özellikle de Ortadoğu tarihsel toplumsal gelişmesi içinde belirleyici rol oynamış olan “Rêber”, “Önder”, “Peygamber-Nebi” gibi kavramları lider, şef derekesine düşürerek anlam yitimine uğratılmasının önü açılmaktadır.

Peygamberler geleneğinin anavatanı olan Ortadoğu’da yukarıda belirtilen sıfatlar eşanlamlı olarak kullanılmazlar.

Bu nedenle de Ortadoğu’da liderlik olgusunu ele almak, onu çözümlemeye çalışmak her şeyden önce derin bir tarih bilincini, Batı zihniyet kalıplarını aşmayı ve Ortadoğulu olarak düşünebilmeyi gerektirir.

Pozitivizm esas olarak tarihsel toplumsal olguları ve kavramlaştırmaları zaman ve mekândan kopartarak, tarihsel toplumsal gelişim evrelerini atlayarak ve öznenesne ayrımını esas alarak tanımlamaktadır. Bu da müthiş bir kavram kargaşasına, tarihsel toplumsal gelişme ile bağın kopmasına ve içeriğinin boşaltılmasına neden olmaktadır. Tarih bilinci en çok da liberalizmin bu tuzağına düşmemek için gereklidir.

Bugün birçokları Ortadoğu’da liderlik kültünden söz etmektedirler. Tarihsel toplumsal gelişmelerde liderliklerin rolü yadsınamaz. Ama bir liderlik kültünden söz etmek apayrı bir konudur. Ana Tanrıça Kültünün, giderek tüm tanrısallıkların yaratılışının anavatanı Ortadoğu’da, özellikle de son iki yüz yıllık kapitalist modernite hegemonyası altında oluşturulan müsvedde liderliklerin, işbirlikçi diktatörlüklerin varlık nedenlerini “liderlik kültü” biçiminde ele almak, en hafif deyimle Ortadoğu tarihsel toplumsal kültürel birikimini küçümseyerek kapitalist modernist hegemonyayı temize çıkarmak anlamına gelecektir. Çünkü neredeyse tamamına yakın mevcut liderliklerin Ortadoğu yönetim kültür ve geleneğiyle bağı kalmamıştır. Gelenekleri kullansa da Batının işbirlikçisi ulus devlet eksenli mevcut lider-diktatörlüklerden sorumlu bir adres aranacaksa, bu kapitalist Batı hegemonyası olmalıdır. Mevcut yaklaşımlar bu anlamda Ortadoğu tarihsel toplumsal kültürüne karşı bir hakaret içermektedir.

İnsanlık tarihinin yüzde 98’lik bölümünün doğal toplumun, yani insanla doğanın bir bütünün parçası olduklarının derin bilinciyle karşılıklı birbirini besleyen, yücelten ve kutsayan ilişki içinde geçtiği bilinmektedir. Ana Tanrıça kültünün doğuş ve gelişme mekanı Ortadoğu, aynı zamanda peygambersel gelişmenin ana yurdu, felsefenin de doğuş kaynağıdır. Burada on binlerce yıllık Ana Tanrıça kültürüyle var olmuş, varlığını korumuş ve uygarlığın gelişmesi için gerekli olan tüm ilklerin yaratıcısı olan tarihsel toplumdan söz ediyoruz.

İnsanlaşma toplumsallaşmayla atbaşı gelişen bir olgudur. Toplumsallaşmasız insanlaşmanın mümkün olamayacağı, sosyolojinin genel kabul gören bir tespitidir. Toplumsallaşmanın ilk olarak Ana-Kadın etrafında geliştiği de bir o kadar genel kabul görmektedir.

Kadının doğurganlık yeteneği, yaşamın sürmesi için zorunlu olan beslenme, barınma ve nesli sürdürmenin temel dayanağı olması, onu yüceltmiştir. Binlerce yıl toplumsal sorunlar –doğal felaketler dışındaortaya çıkmadan toplumsal yaşamının geliştirilmesi ve idame ettirilmesinde başat rol oynamıştır. Bu durum ise Ortadoğu’da bir Tanrıça Kültünün oluşmasını beraberinde getirmiştir. Mitolojiler ve arkeolojinin gelişmesiyle ortaya çıkan sayısız tanrıça heykelcikleri de bu gerçekliği kanıtlar niteliktedir.

Hiyerarşinin gelişmesi, giderek kent, sınıf, devlet ve iktidar olgularının gelişmesiyle ana tanrıça etrafında örülen toplumsal doku parçalanarak, yerine erkek tanrılar etrafında şekillenen iktidarcı gelişme idame edilmiştir. İktidarın giderek tekleşmesi beraberinde tanrı krallar dönemini ortaya çıkarmıştır. İşte tek tanrılı dinler de bu tanrı krallara karşı mücadelenin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenledir ki, ‘Üç Tek Tanrılı Din’in Ortadoğu kaynaklı olması tesadüf olarak açıklanamaz. Dinlerin siyasallaşmasına bağlı olarak da iktidar dışı bırakılmış kesimlerin muhalefetinin de kendilerini mezhep, tarikat vb. biçiminde ifade etmeleri de Ortadoğu zihniyet yapılanmasıyla bağlantılıdır. Çünkü başka türlü kendilerini ifade etme ve örgütlemelerinin zemini bırakılmamıştır.

 

Önderliksel Çıkışlar

Toplumsallıklar gibi, toplumsal zihniyet kalıpları da inşa edilmiş gerçekliklerdir. Genelde Doğu, özelde Ortadoğu zihniyeti, binlerce yıllık mitoloji, tanrı-krallar, tanrının gölgesi padişahlar ve gökyüzüne çekilmiş tanrı düşüncesiyle örülmüştür.

Toplumların yaşadıkları büyük alt üst oluş süreçlerinde, varlıklarının ve geleceklerinin söz konusu olduğu kaotik dönemlerde ya bir çıkış yolu bulunarak toplum bu kritik süreçten çıkış yapacak, ya da kaos içinde yok oluşa doğru gidecektir. İşte böylesi varoluşyokoluş süreçlerinde peygambersel çıkışlar gerçekleşmektedir. Bu nedenle de peygamberler, toplumun yaşadığı tüm sorunları kendi kişiliğinde yaşayarak, toplumunun acılarını etinde kemiğinde hissederek bunlara çözüm arayan ve bulan kişilikler olmaktadır. Daha da ileri giderek, tarihsel kültürel birikimleri de kendi kişiliğinde yaşamsal kılan, deneyimlerden çıkarılan derslerden hareketle günceli çözmeye, onun yol, yöntem ve eylemini geliştirmeye çalışan; böylelikle de geleceği garanti altına alan kişiliklerde tezahür eden çıkışlara peygambersel çıkışlar denilmektedir.

Burada sözü edilen önderliksel çıkışlardır. Önder ya da önderlik hakkında da çeşitli tanımlar yapılmaktadır. Ortadoğu kültüründe bunlara Nebi, yani Peygamber denilmektedir. Belki bir başka coğrafyada, bir başka tarihsel toplumsal kültürde başka isimlerle de anılabilirler. Önemli olan bu çıkışın içeriği, topluma neler kazandırdığı ve geleceği nasıl etkiledikleridir.

Dikkat edilirse, burada söz konusu olan bir lider kişiliği değil, toplumların varoluşlarını ve geleceklerini belirleyecek olağanüstü durumlarda ortaya çıkan ve toplumlarının sadece güncel sorunlarını çözen değil, geleceklerini de güvence altına alan çözümleri zihinsel, örgütsel ve eylemsel olarak yaşama geçiren kişiliklerdir. Ve bu kişilikler tarihte sıkça ortaya çıkmazlar. Hatta tarihsel, toplumsal ve kültürel temeli güçlü olmayan toplumlarda ortaya çıkışları da zordur. Dikkat edilirse, kökenlerini neolitik toplumdan alan, büyük uygarlıkları ortaya çıkarmış ya da ortaya çıkmasında önemli rol oynamış toplumlarda ortaya çıkabilmektedirler.

Önderliklerin ilk harcı bilgeliktir. Bilgelikle donanmamış, yani toplumunun kültürel, ahlaki birikimlerini şahsında somutlaştırmamış, bunu güncel yakıcı sorunlarla harmanlayarak çözüm yollarını geliştirmemiş ve yaşama geçirmemiş önderlikten söz edilmemektedir. Böylesi zaten önder ya da önderlik olmaz.

Plekhanov önder için, “Önder, eşyanın tabiatına uygun duruş belirleyebildiği için önderdir. Halkının istemlerini önceden sezebilen ve onlardan daha fazla bu istemleri gerçekleştirme arzusu içinde olan kişidir” tanımını yapmaktadır. Eşyanın tabiatına uygun duruş belirlemek, bilgelikle, sezgileriyle toplumunun sorunlarını iyi görebilen, bunların çözüm yollarını ve toplumunun istemlerini sezebilen ve hayata geçirmenin yol, yöntem ve pratiğini geliştiren kişiler önder olabilir. Bu da kendi kendilerini yetiştirmeleriyle gerçekleşebilecek bir düzeydir. Yani bu iş için yetiştirilmeleri söz konusu olamaz. Böylesi kişilikler, kendi toplumlarının yaşadıkları tüm sorunları sezebildikleri oranda onları aşmak için kendi içlerine yönelmektedirler. Başta bu sorunları zihniyette aşarak kişiliklerine yedirebildikleri oranda, sorunların çözümünü topluma taşırarak, ona mal ederek pratikleştirmenin yolunu yordamını geliştirirler. Gelecekte ortaya çıkabilecek benzer durumlara karşı da toplumlarını dayanıklı, hazırlıklı hale getirerek önlemini alarak geleceği de güvence altına alırlar. Ortadoğu literatüründe “Rêber”, “önder”, “Peygamber-Nebi” olarak anlamlandırılan çıkışlar niteliği ve çapı sınırlı lider ya da liderlikler değil, evrenseli kendinde barındıran önderliklerdir. Hz.İsa, Hz. Muhammed, Lenin, Mahatma Gandhi, Nelson Mandela, Abdullah Öcalan ilk akla gelen örnekler olarak belirtilebilir.

Önder ile lider arasındaki nitelik farkı ise, önderin yukarıda özetle yapılan tanımının aksine, liderin kurulu bir düzende ortaya çıkan sorunları çözmek ve düzenin işlemesini sürdürmek üzere yetiştirilmiş kişilikler olmalarıdır. İdeolojik, politik ve örgütsel olarak sistemin devam ettirilmesi ve zorluklarının üstesinden gelinmesi çerçevesinde yetiştirilmiş politik şahsiyetler toplumsal gelişmelerde rol oynayan liderler olabilirler. Geniş anlamda yönetme yeteneği olan kişilikler tüm meslek dallarında lider gibi ortaya çıkabilirler. Burada da bir kavram karışıklığına meydan vermemek için toplumsal sorunların çözümünde rol oynayabilen politik liderlikleri vurgulamalıyız. Ortadoğu kültüründe de kabile lideri, aşiret lideri, hatta mezhep, tarikat vb. liderlerine çokça rastlanmaktadır. Günümüzde bile aşiret, kabile, mezhep ve tarikatların liderleri, gruplarının yaşamında önemli rol oynamaktadırlar. Genel toplumsal değişim ve dönüşümlerde belirleyici rol oynamaları şurada kalsın, yönlendirilmeye açık, toplumsal gelişmelerde tıkaç rolü oynayabilmektedirler. Batılı hegemonik güçler bu kesimleri fazlasıyla kullanmaktadırlar.

Ortadoğu’da liderlik kültü tanımlaması, kısaca belirtildiği gibi doğru bir tanımlama olmayıp, Ortadoğu tarihsel toplumsal kültürüne hakareti içeren oryantalist bir tanımlamadır. Ortadoğu’da kendi halklarının çıkarları aleyhine Batı hegemonik güçleriyle işbirliği içinde toplumlarının başına bela kesilmiş liderler az değildir. Bizim “Halkların Baharı” dediğimiz süreci dar ve sığ göstermek için kimilerinin “Arap Baharı” dedikleri süreç, Ortadoğu’da bu liderliklerden kurtulmak ve onların şahsında Batı hegemonyasını da defetmek isteyen halklarımızın başkaldırısı olarak değerlendirmek yerinde olacaktır. Bu tür liderliklerin Ortadoğu halklarının tarihsel, toplumsal kültürel değerleriyle bağlarının olmadığı, etkinlik alanlarında Batılı yaşam tarzının gönüllü ajanlığı rolünü üstlendikleri açıktır.

“Kült” Fransızca tapma, tapınma anlamında kullanılan bir kelimedir. Ortadoğu’da liderlik kültü tanımlaması, tapınılan liderlik anlamına gelmektedir. Oysa Ortadoğu’da ikame edilmiş liderler, tapınılmayı bir yana bırakalım, hızla kurtulunması gereken lider müsveddeleridir. Bunlar, beğenilmeyen bir kabile ya da tarikat liderinin elde ettiği topluluğunun gönüllü sevgi ve saygısından bile mahrum, iktidar ve sermaye tekellerinin paralı uşaklığını yapan ve halklarının nefretinden başka kazançları olmayan zavallılardır. 30-40 yıl işbaşında tutulmaları halklarının talebi değil, işbirliği yaptıkları iktidar ve sermaye tekellerinin çıkarlarından ötürüdür. Toplumların uzun süreli bu diktatör taslaklarına mahkûm yaşamı kabul etmeleri de Batılı hegemonya sahiplerinin böl-parçala-yönet politikalarıyla yarattıkları parçalılığın sonucudur.

Gelinen aşamada halklarımızın kolektif önderlik bilinci, duruşu ve mücadelesine ihtiyacı vardır. Lider müsveddelerine değil.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.