Düşünce ve Kuram Dergisi

Otuz Yıldır Hazırlanan Devrim

Ferda Çetin

1912’de Fransa’da yayınlanan Sosyalist Ansiklopedi’ye göre, “ihtilal, köklü ve dipten doruğa bir düzen, bir yönetim, bir ruh değişikliği; beşeri ve sosyal bir kurtuluş hareketidir. İhtilal, ömrünü tamamlamış sosyal ve siyasi bir düzenin temelden yok edilmesi, topyekün bir değişmedir; yıkar ve yeniden kurar.[1]

Cemil Meriç ise devrim halini, toplumun bütünleşmesi olarak adlandırırken, “ihtilal, köklü ve temelden doruğa bir tahavvül; bir düzen, bir yönetim, bir ruh değişikliğidir. Beşeri ve içtimai bir kurtuluş haraketi” diye tanımlıyor.[2]

Ansiklopedide yazılanlar Rojava’da gerçek oluyor bugün. Bir ruh ve zihniyet değişikliğinin eşliğinde yeni bir yaşam ve yeni bir intizam tesis ediliyor.

Fransızca “revolution” ile Latince bir mastar olan “Rouelvere”, aynı kökten ve “geri dönmek” anlamına geliyormuş. Suriye’nin tamamı için söylenemese de, Rojava kelimenin tam manasıyla bir “dönüş” yaşıyor. Aslına, doğal olana ve gerçeğine dönüş…

Çok uzaklarda değil, 24 Temmuz 1923’ten önce, Suriye’de Araplar, Kürtler, Asuriler, Ermeniler yan yana ve birlikte yaşıyordu. Müslümanlar, Aleviler, Museviler, Hristiyanlar ve Ezidiler, egemenlerin kışkırtması olmadan evvel, Ortadoğu’da, birlikte yaşanabileceğinin en somut örneğiydi. Rojava Devrimi bu gerçeği yeniden hatırlatıyor: Toplum yaşamı ve sosyolojisi, bize öğretildiği veya kanıksatıldığı gibi değil. İnsanlar, öyle her an birbirini boğazlamak üzere tetikte bekleyen aç kurtlar değil. İktidar sahipleri toplumları parçalıyor ve birbirine karşı düşmanlaştırıyor, sonu ve zaferi mümkün olmayan bir savaşa tutuşturuyor. Sonrasında, güçten düşen tarafları kendi gücüne mahkum ediyor.

Rojava Devrimi bize, bir halkın bu büyük oyunun farkında olduğunu gösteriyor. Ne dışarıdan ihraç edilen ve işbirlikçisi olunacak bir ısmarlama demokrasi, ne de yüz yıldır toplumlara nefes aldırmayan despot statüsüzlük! Rojava Kürtleri, kötüler içinde daha az kötüyü tercih etmiyor. Ucuz yaklaşımlar ve fırsatçı hesaplar içinde, güçlüden yana durma cingözlüğüne girmeden, “Üçüncü Yol”dan yürüyor. Emperyal kuşatmaya ve onun yerli işbirlikçilerine karşı, inatçı ve kararlı bir karşı çıkış olarak, “ben kendi yolumu kendim seçeceğim, kendi kaderimin efendisi olacağım” diyor.

Rojava Devrimi görünürde her ne kadar rejime ve El Kaide çetelerine karşı yürütülüyor olsa da, esasında, adına “küreselleşme” denilen Kapitalist Modernite’ye karşıdır. Bölge statükoculuğu ile ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki Rojava karşıtı zımni mutabakat, politik tercihlerin buluşması değil, ideolojik ve sistemsel bir yakınlığın sonucudur. Türkiye, Suudi Arabistan, Qatar ve El Kaide ile ABD ve AB, aralarında çelişkiler ve anlaşmazlıklar olsa da aynı sistemin bileşenleridir. Anlaşmazlık, iktidarın kimin elinde kalacağı ve nasıl paylaşılacağı üzerinedir. Yoksa stratejik ve ilkesel bir ayrılık söz konusu değil.

Üçüncü Yol’un sistemsel ve derin farklılık olması gerçeği, sözü edilen bu güçlerin tamamını Rojava Devrimi karşısında birleştiriyor. Rojava’ya saldırılar, Türkiye ve KDP’nin kapıları kapatarak ekonomik ambargo ile yarattıkları kuşatma; Almanya, İngiltere, Fransa ve Hollanda’dan Türkiye üzeri Rojava’ya rahatlıkla aktarılan binlerce çete-silah-mühimmat, Rojava Devrimi’nin nasıl bir ittifak ile karşı karşıya olduğunu da gösteriyor. Güney Kürdistan ile Rojava arasındaki Semelka sınır kapısı KDP tarafından kapatıldığında, orta yaşlarda Efrin’li köylü bir kadın kameralara,“bizi açlıkla terbiye edemezler, biz toprak yiyeceğiz ama ülkemizi terketmeyeceğiz” diyordu.

Çünkü, “ezilenlerin uğruna mücadele ettikleri özgürlük, sadece aç kalmama özgürlüğü değil…Yaratma ve kurma özgürlüğüdür. Böyle bir özgürlüğü tatmak için etkin ve sorumlu bir birey olmak gerekir; tutsak ya da çarkın iyi yağlanmış bir dişlisi olan birey değil”. [3]

Rojava’da sadece Kürt halkı ve dışarıdan gelen çeteler arasında bir savaş sürmüyor. Aynı zamanda iki sistem arasında daha derin ve şiddetli bir savaş yaşanıyor.

Rojava Devrimi’nin etkin olduğu tüm yerleşimlerde oluşturulan meclislerin bileşimi, Kapitalist Modernite’nin parçalayarak atomlara dönüştürdüğü toplumu yeniden birleştiriyor. Toplum, gerçeğin ve doğalın yolunda, özüne dönüyor. Kürtlerin sayısal çoğunlukta olduğu yerlerde de ısrarla Arap, Ermeni, Süryani temsil hassasiyeti göstermeleri; müslüman çoğunluğun yanında Alevi, Hristiyan ve Ezidi inanç temsilinin sağlanması, bir savaş labaratuarına dönüştürülen Ortadoğu’da, tüm halklar adına umut verici bir gelişmedir. Bu, aynı zamanda, temel sorunları devrim sonrasına ertelemeden, inşa sürecinde çözme kararlılığını ifade ediyor.

Rojava Devrimi kendinden öncekiler gibi bir kıvılcım, bir işaret fişeği ile başlayan bir devrim, keskin bir elkoyuş değil. Toplumun yediden yetmişe, yeni bir kültür ve ahlak ile eğitildiği, dönüştürüldüğü ve yeni bir kimlik kazandıktan sonra gerçekleştirdiği bir devrimdir. Adım adım, kendinden emin bir devrim… Kendisinden öncekiler gibi zaptetme ve elegeçirme üzerine gelişmiyor. İnşa ve yeniden yapılandırma karakteri öne çıkıyor. Rojava devrimi, kırk yıla yakın bir süredir hazırlıkları yapılan bir devrim. O nedenle kendinden emin, telaşsız ve kontrollü bir tempo ile nüfuz ediyor hayatın içine.

Peki ani bir patlama ile olmadıysa nasıl oldu bu iş? “1979 başlarından itibaren iki yönlü tedbir almaya çalıştım. Bir yandan uzun vadeli kırsal mücadele hazırlıkları yaparken, diğer yandan yurtdışına çıkıp hareket için yedek bir nefes borusu açmak istiyordum. Başarılırsa hareketin kalıcılığı kesinleşecekti. Dönemin koşullarına denk gelen taktik hamleler yapmak, strateji geliştirmek kadar önemlidir…1979 yılı ortalarına gelindiğinde, Suruçlu Ethem Akcan’a huduttan çıkış yapmak için hazır olmasını söylemiştim… Birkaç gün sonra Ethem çıkış için koşulların hazır olduğunu bildirdi… Amacın öneminden başka hiçbir şeyin ayakta tutamayacağı günlerdi. Ethem’in fedakârlıkları olmasaydı, bir hiçti çabalarım. Yeni bir toplumsallık için örgütlenme ve ilişkilenmenin büyük önemini ancak bu tür deneyimleri yaşayanlar hakkıyla bilirler….”[4]

Rojava Devrimi’nin temelleri, bu anlatımda sözü edilen yolculukla başladı. Sayın Öcalan’ın sözünü ettiği tarih, 2 Temmuz 1979 günüdür. Bu tarihte, Öcalan tel örgüleri aşarak Rojava’ya geçti.

Öcalan, ömrünün yirmi yılını Rojava halkı ile birlikte geçirdi. Onlarla birebir ilgilendi. Özel günlerde, bayramlarda, eğitim toplantılarında Rojava halkıyla eşitlik, adalet ve özgürlük sohbetleri yaptı. Büyük bir tecrit altında yaşadığı İmralı adasında dahi Suriye’yi, Rojava’yı izledi, öneriler yaptı.

“Öcalan tutsak edildikten birkaç yıl sonra Ortadoğu ve Suriye rejimlerinin yerle bir olacağını, diktatörlüklerin yıkılabileceğini, büyük iç karşıklıkların olacağını da ön gördü…2003 yılından itibaren PYD’yi kurma önerisi yaptı. 2004 Qamişlo ayaklanmasından sonra da gizli milis çalışması önerdi. Yıllar geçtikçe bu yapılar örgütlendi ve güçlendi. Nihayet 2012 yılında Rojava sessiz devrimi gerçekleşti”. [5]

Demek ki bazı çevrelerin iddia ettiği gibi Rojava Devrimi ne bir tesadüf ün ne de kendiliğinden bir hareketin fırsatları değerlendirmesinin sonucudur.

Rojava’da devrimle birlikte, toplumun kurma, yaratma ve yeniden keşfetme kapasitesi açığa çıkıyor. Birey ve bireysel kaygılar etrafında dönen hayat yerine, toplumsal dayanışma ve özgüven gelişiyor.

Liberalizmin en has temsilcilerinden Margaret Thatcher’ın, 1984’lerde söylediği, “toplum diye bir şey yoktur, bireyler ve aileler vardır” sözleri, Rojava Devrimi ile sahibine iade edilmiş oldu. Kişisel amaç ve arayışlar yerine toplumsal değerler sistemi yeniden canlandı.

İşlevsiz, hantal ve topluma hizmet yerine toplumun üstünde ve topluma karşı bir pozisyona gelen bir çok kurum lağvedildi. Devrimin yeniden inşa sürecinde kurumlar toplumun elinde, yeniden asli amaçlarına dönüyor.Rejimin tekelindeki müesseseler, iktidarın çıkarlarına hizmet eden kurumlar olmaktan çıkarılarak, bütünleştirici toplumsal kurumlara dönüşüyor. Meclisler,hastahaneler, okullar, belediyeler, kültür evleri, Heyva Sor, Asayiş, YPG, YPJ kaynaştırıcı kollektifler olarak, toplumsal yaşamın bir parçası haline geliyor. Halk mahkemeleri kuruluyor. Korku ve cezalandırmaya dayalı adalet anlayışı yerine ahlak ve vicdan esaslı yaklaşım gelişiyor.

Şimdi Rojava Devrimi büyük bir bayram yeridir. Orada sadece cephede, mevzilerde ve köy savunmalarında gögüs gögüse bir savaş sürmüyor. Bir yaşam inşa ediliyor. Yüzlerce okulda çocuklar ve gençler eğitim görüyor. En kıt olanaklar içinde onlarca hastahane, sağlık hizmetleri veriyor. Su kuyuları kazılıyor, yollar yapılıyor, elektrik hatları onarılıyor, şehirler, kasabalar temizleniyor. Elli – altmış yaşında kadınlar ve erkekler silah eğitimi alıyor, mevzilere girerek kendi köylerinin ve kasabalarının öz savunmasını yapıyor.

Rojava halkı ve orada yaşayan değişik kesimlerden insanlar, bir inşa süreci olan, olmayanı yaratma, yeni icatlar yapma zenginliği olan devrime, dolaylı ve temsili düzeyde değil, doğrudan katılıyor. Rojava’daki meclisler, aynı zamanda devrimin, gerçek bir demokrasi olma kararlılığını gösteriyor. Bu kararlılık, sistemler arası derin bir savaşın izlerini de taşıyor. Liberal demokraside, insanları kendilerini en yakından ilgilendiren problemlerle meşgul etmeme sanatına dönüştürülen politika, Rojava’da tersine çeviriliyor.

Çünkü: “Güçlü demokraside siyaset, yurttaşlara yapılan değil; onlar tarafından yapılan bir şeydir. Eylemlilik onun en büyük erdemidir ve ilgi, bağlılık, yükümlülük ve hizmet –ortak müzakere, ortak karar ve ortak çalışma ayırt edici özellikleri” [6] gün yüzüne çıkıyor.

Emperyalist devletler eliyle darmadağınık hale getirilen Ortadoğu toplumu, Rojava Devrimi ile yeniden umutlanıyor; ortak yaşam ve paylaşım, yeniden ciddi bir seçenek olarak yaşam buluyor. Çatışma yerine dayanışma, rekabet yerine işbirliği fikri gelişiyor.

Goethe zamanında,“ya örs olacaksın ya çekiç” diyordu. Ya aradaki demir kim? Çekici tutan el kimin eli? Bu soruların cevabı yoktu.

Rojava Kürtleri ne örs olmak istediler, ne çekiç ne de aradaki demir. Onlar kendi topraklarında kendileri olmak istediler. Rojava Devrimi tam manasıyla bir halk devrimidir. Bu devrime köylüler, yoksullar, kadınlar ve gençlik öncülük ediyor. En büyük güvencesi de bu harç. Rus Devrimi, Fransız Devrimi, Küba Devrimi ve diğer bir çok devrimin ortak özelliği, fetihçi bir amaç ve karakterde olmalarıydı. Önce iktidarı ve yönetimi, ardından mülkiyeti ele geçirmek istiyorlardı. Zaten devrimin stratejisi, örgütlenmesi, mücadelesi de bu amaca kitlenmişti. Halkın söz, karar ve inisiyatif sahibi olması; azınlıkların hakları, kadınların eşitliği ve özgürlüğü, bürokratik yönetim tarzının aşılması vb. temel sorunlar hep “sonra”ya erteleniyordu. Devrim sonrasına…

Rojava Devrimi başından itibaren yeni bir yaşam için, yeniden inşa amacıyla yürütülüyor. Ellerinde kazma ve kürekleri, malaları, çekiçleri ile bir halk yeniden tarih sahnesinde… Rojava’da halkın özyönetimi devrimin güvencesi.

Öz yönetim ise, “gündem oluşturma,tartışma,yasama ve ve siyaset yapma süreçlerine yurttaşların devamlı katılımını kolaylaştırmak için oluşturulmuş kurumlar yoluyla hayata geçirilir…Demokrasinin bu güçlü formülasyonundaki can alıcı terimler eylemlilik,süreç,kendi yasalarını oluşturma,yaratma ve dönüştürmedir”. [7]

Peki, ani bir kıvılcım ve parlama ile gerçekleşmediyse, halk kendiliğinden bu devrimi nasıl benimsedi ve sahiplendi?

Hayatta hiçbir olay veya gelişme tesadüf değildir. Rojava Devrimi de 2 Temmuz 1979 günü gerçekleşen o tarihi “göç” ile çoktan başlamıştı zaten.

Rojava Devrimi ilk adımı başarıyla tamamladı ama katedeceği daha çok uzun bir yol var. Bu yolda henüz herşey garanti altına alınmış değil. Çünkü egemenlerde oyun çok. Cephede kaybettiğini masa başında alma, devrimin özünü boşaltarak ilkelerini sulandırma, ekonomik ambargo ile krizler yaratma egemenlerin mahir oldukları bir alan. Türkiye, ABD, İngiltere ve Fransa’nın daha şimdiden, Cenevre’de yapılacak görüşmelerde, Rojava Devrimi’ni daraltma ve sınırlandırma politikasında ortaklaştıkları bir sır değil. Güney Kürdistan Federe Yönetimi de bu politikanın görünen bir uzantısı konumunda.

Jürgen Habermas demokrasinin tamamlanmış bir proje olmadığını, daha ötesi tamamlanamayacağını ve sürekli revizyona gereksinimi olduğunu belirtir. Rojava Devrimi de gerçek bir demokrasi arayışı olduğuna göre, bu devrim rehavete kapılmamalı, durmamalı ve asla bitmemeli.

 


[1] Mağaradakiler, Cemil Meriç, İletişim Yayınları – 2004, s.119 2. Age.s.156
[2] Age.s.156
[3] Ezilenlerin Pedagojisi, Paulo Freire, Ayrıntı Yayınları – 2003, s.46
[4] Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü, A.Öcalan, Mezopotamya Yayınları – 2012, s.288
[5] http://rojavabilgi.blogspot.be/2013/09/rojavaye-kurdistan-Kürt sorunu ve demokratik ulus çözümü (Abdullah Öcalan)
[6] Güçlü Demokrasi, Benjamin Barber, Ayrıntı Yayınları-1995, s.177)
[7] Age. s.196

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.