Düşünce ve Kuram Dergisi

Özel Savaşın Yol Göstericiliğinde Cumhuriyetin Son İktidarı

Erdoğan Şahin

Giriş

AKP-MHP iktidarı Kürt halkına karşı çok boyutlu topyekün bir soykırım savaşı yürütüyor. Bu soykırım saldırılarında kullandığı temel yöntem ise özel savaştır. Bilindiği üzere Özel Savaş devletin toplumu yıldırmak için zor ve ikna araçlarını eşgüdümlü kullanmasını ifade eder. Özel Savaşla devlet bir yandan öldürerek, işkence ederek toplumu korkuturken öte yandan komplolarla, çarpıtmalarla, yalan haberlerle, yönlendirmelerle insanların zihnini kontrol altına almayı hedefler. Toplum korkutulur, sindirilir, saptırılır ve sonuç alarak iradesi kırılarak teslim alınır. Özel savaşla sağlanmak istenen devlete her koşulda itaat eden bir toplumdur. AKP-MHP hükümetinin temel dayanaklarından biri kuşkusuz özel savaştır. Tüm basın yayın organlarını bu temelde örgütleyen iktidar topluma alternatifsiz olduğunu göstermeyi amaçlamaktadır. Bunun da ötesi tüm devlet organlarını bu hedefe göre biçimlendirmeye çalışmaktadır. AKP-MHP iktidarının yürüttüğü özel savaş köksüz olmadığı gibi dönemsel de değildir. AKP-MHP iktidarının faşist niteliği ve özel savaş politikalarını anlayabilmek için bu politikaların kaynağını görmek gerekir.

Çünkü özel savaşın en fazla yapmak istediği şey neyi niçin yaptığını gizlemektir. Bu çerçevede iktidarın faşizan uygulamalarını sadece MHP’nin varlığı ile açıklayan bir yanılsama da söz konusudur. Oysa AKP’nin kendisi daha baştan itibaren bir özel savaş partisidir. MHP ile kurduğu ittifakın onun faşist niteliğini güçlendirdiği açıktır. Fakat günümüzdeki özel savaş uygulamaların asıl sahibi AKP’dir.

 

Özel Savaşın Hedefindeki İki Ana Damar

Neredeyse 100 yıllık geçmişe sahip TC devletinin birçok yönden ele alınabilir yönü olsa da en temel değişmez niteliği Kürt soykırımı üzerinden inşa edilmiş olmasıdır. Bir halka açık ya da örtülü savaş anlamına gelen süreklileşmiş soykırım politikası “özel savaş” kavramının en yalın pratiğidir. TC’nin Kürt halkının varlığını ortadan kaldırma ekseni; onu sürekli bir özel savaş rejimi haline getirmiştir.

Cumhuriyet ismiyle oluşturulan devlet aygıtı ile bu aygıtı yürütmekle görevli iktidarlar ve iktidarların topluma hükmetmek için sahaya sürdükleri özel savaş uygulamaları iki ana damarı hedefine koyar. Sistem İttihatçı ve Terakkici, yani İslamcı-Türkçü-Milliyetçi olduğu için bu iki hedef konusunda net ve kalın hatlarla bezenmiş kırmızı çizgilere sahiptir. Birincisi bu ideolojinin milliyetçilik, yani Türkçülük alanını ilgilendiren Kürtlerdir. Kürtler baskılanmadan, geriletilmeden, sindirilmeden, dışlanmadan, yok sayılmadan, kültürel ve fiziki kırımdan geçirilmeden Türk oluşamaz, ayağa kalkamaz, başaramaz, kazanamaz ve kendisini etkin ve güçlü bir şekilde hâkim kılamaz şeklinde sunulur. Yani bir Türk dünyaya hâkim olamaz. İkincisi aynı ideolojinin İslamcı tarafını ilgilendiren Alevilerdir. Cumhuriyetin kuruluşuna kadar diğer gayrimüslim halklar ortadan kaldırılınca kuruluşundan sonra ideolojinin İslamcı tarafını tehdit eden sadece Aleviler kaldı. İslamcı ideolojinin tüm gerilikleri bu inanç grubu geriletilerek topluma dayatılabilir. Solculuğun bir tehdit olarak görülmesi ve bu iki hedefin yanına konularak atış menziline yerleştirilmesi ise 65-70 sonrasına denk düşer. Komünizme karşı mücadele dernekleri bu tarihten itibaren kilit rol oynar. AKP komünizme karşı mücadele derneklerinde çocuklukta ve gençlikte eğitimini alanların 2000’li yıllarda partileşmesidir. Dolayısıyla hem bir özel savaş partisidir hem bir kontrgerilla yapısıdır hem de darbe mekaniğinin sonucu ve oluşturucu gücü açısından istikrar hareketidir. AKP her ne kadar kendisini Osmanlı tarihiyle kodlasa da onun kuluçkası kapitalist modernitenin küresel özel savaş konsepti temelinde Türkiye’de 1960’larda kurulan “Komünizme Karşı Mücadele Dernekleridir”. Dolayısıyla AKP’nin ideolojik olarak gerçek anlamda oluşum süreci yakın geçmişin konusudur. Bugünkü tüm sözde Batı karşıtı retoriğine rağmen ABD ile onun oluşturduğu NATO paktıyla, derin yapısı Gladio ile hatta kontrgerillayla organik ilişkisi her açıdan güçlüdür. Bu yapılarla çelişkisi ise yapısal değil, pay ve rol talebi temelinde çıkarsaldır. Modern anlamda özel savaşın ABD ve ABD’nin oluşturduğu uluslararası kurumlarla bağı ise herkesin malumudur. TC’de iktidara gelen her parti ya da egemen hale gelen tekel odağı, TC’nin temel Kürt karşıtı felsefesini paylaştığı için “özel savaş” kapsamında hareket eder. Fakat bu hepsinin aynı olduğu anlamına gelmez. Darbe dönemlerinde nasıl ki TC’nin faşist özü daha bariz hale geliyorsa, Kürt halkına karşı yürütülen savaşta da bazı iktidarlar tamamen özel savaş çerçevesinde ilerlemeyi esas alıyorlar. Söz konusu AKP de ise bu durum daha belirgindir. 19 yıllık iktidarında AKP tonunu, yöntemini, araçlarını değiştirse de her dönem “özel savaşı” yönetiminin ana eksenine yerleştirmiştir. PKK Lideri Abdullah Öcalan, AKP’nin bu niteliğini Kürdistan Devrim Manifestosu[1] kitabında şu şekilde açıklar: “AKP Hükümetinin hiçbir hükümetin yükümlenmeye cesaret edemediği kapsamda kendi Gladio’sunu da (Beşinci Gladio Savaşı Dönemi) oluşturarak yürüttüğü bir savaş söz konusudur. AKP savaştan vazgeçmedi; savaşın kapsam ve boyutlarını geliştirip derinleştirerek devam ettirdi. AKP kendisinden önceki bütün devlet partilerinden daha fazla devlet partisi, hükümeti de tüm önceki hükümetlerden daha fazla ‘özel savaş’ hükümetidir. JİTEM bağlantılı tetikçi Hizbullah örgütünden daha kapsamlı bir İslâmî kontra örgütlenmesi yaratma peşindedir. Başta Diyanet İşleri’nin kadrolu imamları olmak üzere, birçok tarikat cemiyetinin üyelerini Hamas tarzı bir çatı örgütlenmesi halinde çok amaçlı olarak kullanmaktadır. Ekonomi üzerindeki denetimini özel savaşın hizmetinde yürütmektedir. Dinsel yaşam kültürünü aynı amaçla değerlendirmektedir. Diplomasinin ağırlık merkezi aynı yönde işletilmektedir.

Özcesi, hükümetin faaliyetlerinin merkezinde Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi vardır. AKP Hükümeti sadece adım adım devlet iktidarını ele geçirmiyor, aynı zamanda hegemonikleştiriyor.” AKP’nin bu niteliğini partinin temsil ettiği iktidar tekelleri ve TC’deki konumundan bağımsız ele alamayız. AKP, 2002’ye kadar TC’nin iktidar alanından dışladığı Anadolu burjuvazisi olarak ifade edilen kesimler adına hareket etmektedir. Bu nedenle AKP’nin iktidara tutunması ve mevcut pozisyonunu koruması için özgün ideolojik argümanlara ihtiyacı vardı. Bir yandan devlete üstü kapalı eleştirilerle sistemden rahatsız kesimleri kendine kanalize etmeye çalışırken diğer yandan devletin çekirdeğine Kürt hareketini tasfiye edeceği garantisi veriyordu. Eski yöntemlerin Kürt halkının direnişini kıramadığını, fakat kendisinin bunu çok yönlü politikalarla gerçekleştireceği garantisini vermesi, erken AKP iktidarının devletin içindeki odaklara kendini kabullendirmesinin temel yöntemiydi. Bu nedenle “özel savaş”ın hem en kapsamlısını hem de en inceltilmiş halini daha iktidarın başında itibaren uygulamaya koydu. AKP hükümetinin sürekli özel savaş hükümeti konumunda olması, sadece bu çok yönlü tasfiye mantığından kaynaklanmıyordu. AKP tıpkı TC’nin kuruluşunda CHP’nin beyaz Türk faşizmi çerçevesinde yaptığı gibi yeni bir sistemin kurucu hegemonik partisi olmak istiyordu. Aslında ABD başta olmak üzere kapitalist hegemon güçlerde ona bu temelde rol veriyordu. Bu hegemonikleşme de Kürt soykırımı başta olmak üzere tüm toplumu yeniden biçimlendirmesini gerektiriyordu. Yani hem Kürt halkına hem de Türkiye toplumuna karşı “özel savaş” yöntemleri dışında AKP’nin iktidarda kurumsallaşması mümkün değildi. Bu nedenle bugünde özel savaşı hem en üst noktada uyguluyor hem de özel savaşa yaşamsal derecede muhtaçtır. AKP’nin özel savaşa başvurmadan iktidarda kalması mümkün değildir. İşte Öcalan’ın “tüm diğer hükümetlerden daha fazla özel savaş hükümeti” demesinin nedeni de AKP’nin TC özel savaş rejimindeki özgün yanı da budur. AKP’nin özel savaş yönteminin özgün yanlarından biri de bunu bütünsel bir yaklaşım ekseninde yürütmemesidir. Daha doğrusu zihniyetinin özünü saklar biçimde farklı söylemler kullanmasıdır. Bu nedenle AKP’nin bu zaman zarfında köklü değişimler gösterdiği, eski AKP’den eser kalmadığı, günümüzde dillendirilen bir olgudur. Bu durum genel çerçevede yanlış değildir. AKP 19 yıllık süre boyunca hem birçok kez müttefik değiştirmiş hem de neredeyse ak-kara kadar zıt söylemleri çekinmeden kullanmıştır. AKP’nin biçim değiştirdiği ve bir siyasal partiden Erdoğan’ın kişisel aracı haline dönüştüğü doğrudur. İktidar bu kesimi değiştirdiği gibi iktidarda kalmak için kendilerini farklı koşullara uyarladıkları da açıktır. Fakat bu zaman zarfında Erdoğan’ın ideolojik dönüşüme uğradığı anlamına gelmez. Çünkü AKP’nin ideolojik kimliği olarak Yeşil Türk Faşizmi tıpkı Kara ve Beyaz versiyonları gibi aynı faşist-ırkçı geleneğin ürünüdür. Özgün yanları olmakla birlikte bu ideolojinin zihinsel kodları aynıdır. Fakat Yeşil Türk faşizmini diğer ikisinden ayıran yan, siyasal düşüncesinin pragmatik esnekliğe son derece açık olmasıdır. “Devlet Kürtlere haksızlık etmiştir” derken de “Kürtlerin hiçbir sorunu yoktur” derken de Kürtlerin Türklük içerisinde eritilmesi gerektiğini düşünen ırkçı zihniyetten hareket etmektedir. Bu pragmatik değişken siyasal düşünce sadece iktidarda sabitleşmektedir. AKP iktidarda kalmasını sağlayan her argümanı kullanabilir her çevreyle de ittifak kurabilir. Çoğu zaman AKP’nin siyaset yapma tarzı tarif edilirken kullanılan “tüccar siyaseti” bu çerçevede anlamlı bir bakış açısı sunar. Bu çeşitlilik aslında özel savaşı çok yönlü kullanmasını sağlamakta ve diğer TC hükümetlerinden ayrı bir özgünlükte oluşturmaktadır. AKP ise herhangi bir konuda tutarlı bir politika izlememiştir. Tutarlı olduğu tek politik hat kendi iktidarı için her şeyi yapmasıdır.

 

Çözüyormuş Gibi Yaparak İlelebet Çözümsüz Bırakma

AKP’nin erken hükümet dönemi yani kabaca 2002-2007 yılları arası iktidar olma çabalarının damgasını taşıyordu. Özel savaşı en örtük biçimde geliştirdiği zaman bu yıllardı. Çünkü AKP’nin sarıldığı temel destur “demokrasi ve değişim”di. Kürt özgürlük mücadelesi klasik resmi ideolojiyi olabildiğince aşındırmış, devlet mekanizmasını ise tahrip etmişti. 2002’de yaşanan sadece ekonomik değil, sistemsel bir krizdi. AKP’nin bu krize verdiği cevap değişim bayrağını yükseltmekti. AB ile o dönem yürütülen müzakere sürecini kendi iktidarının temel meşruiyet üretme noktası olarak gören AKP, bu şekilde daha geniş çevreleri etkileyebiliyordu. Aynı zamanda sürekli bir kendini kanıtlama çabasıyla, eski köktenci din anlayışından koptuğunu vurguluyordu. “Gömlek değiştirme” tabiri o dönemin popüler söylemiydi. Kendini kabul edilebilir sınırlarda tutması ve topluma kabul ettirmesi, ettiremediklerine de bir kırıntıda olsa umudu diri tutması, kendi uygulamalarını geçmiş politikalarla kıyaslamasıydı. Yani terazinin iki kefesinden birine kendi politikalarını, diğerine 80 yıllık cumhuriyet politikalarını koyarak, ben mi onlar mı sorusu temelinde kendini makul göstermesidir.

Liberal çevre bu dönem AKP’ye nefes borusu olan temel kesimdi. Sayıca olmasa bile özellikle medya alanında etkinlikleri ile AKP’nin iktidarını sağlamlaştırmada hatırı sayılır bir rol oynadılar. Bir kısmı kendi düş kırıklıkları ile köşeye çekilen, bir kısmı ise zindandan daha yeni yeni bırakılan bu çevreye AKP çok şey borçludur. Bu borç özellikle 2002-2011 arası dönem, AKP’nin Beyaz Türk faşizmi ile girdiği hegemonya mücadelesinde çok barizdir. Bu çerçevede AKP’nin özel savaş politikalarının merkezinde demokrasi ve halk iradesi bulunmaktaydı. Özellikle kitlelerin zihinsel algısında demokrasi kavramıyla oynaması ve kendini demokrat gibi göstermesi, kendi faşist ideolojisini örtmesi, gerçekleştirdiği temel propaganda biçimiydi. Kürt halkına her fırsatta saldırmasına ve infazlardan, kitlesel işkencelere ve en sonunda sayısı on binleri bulan insanı siyasi soykırım saldırıları ile tutsak etmesi özel savaş politikalarının fiziki zor kısmını oluşturuyordu. Bu noktada TC klasik inkar ve imha politikalarından geri adım atmış değildi. Fakat kendisini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlayarak sanki bu saldırıları kendisi yapmıyormuş gibi göstermesi, AKP’nin nasıl bir özel savaş yapılanmasına sahip oldurduğunu gösteriyordu. Oysa Erdoğan Kürt serhildanları için “Güvenlik güçlerimiz kadın da olsa ve çocukta olsa gereğini yapacaktır” emrini veriyor ve onun güvenlik güçleri de onlarca çocuğu infaz ederek, binlerce insana sokak ortasında işkence yaparak talimatı yerine getiriyordu. Çeşitli komplolarla kafa karışıklıkları yaratarak bu tabloya rağmen demokrat geçinebilmesi ve bu çerçevede insanları etkileyebilmesi özel savaşı yetkince kullanması ile bağlantılıydı. AKP’nin özel savaş politikalarının bir diğer ayağını din oluşturuyordu. “Muhafazakar” ifadesiyle altı çizilen “İslamcılık” AKP’nin kitleleri manipüle etmede temel söylemlerinden biriydi.

AKP’nin yeşil Türk faşizminin resmi düşüncesi olan Türk İslam sentezinin İslamcı yönü öne çıkarılıyordu. 1980’den itibaren ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik projelerinin ana ekseni ile uyumlu bu durum, AKP’yi kapitalist hegemonyanın işlevli bir parçası haline getiriyordu. TC tarihinde dini değerleri hem dış politikasını hem de içte kitleleri yönlendirmede bu denli kullanan; fakat İslam’ın demokratik özüne bu denli ters uygulamaları devreye sokan başka bir hükümet bulmak zordur. Tarikatlardan resmi diyanet kurumuna dini kullanmanın tüm araçlarını devreye koyarak kendine önemli oranda bir destek sağlıyordu. Tüm yolsuzluk ya da usulsüzlüklere karşın dindar lider, dindar hükümet vurgusu geniş kitlelerin gözünün kapatılmasını sağlıyordu. Kürt halkına karşı son mertebede yürütülen özel savaşta din ona ciddi bir cephanelik sağlıyordu. Sürekli vurgulanan din kardeşliğini aslında faşist “tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek din” Rabia’sının temel bileşeni haline getirmesi, İslami değerlerin inkârı olan asimilasyonist ve soykırımcı politikalarını örtmede önemli oranda kullandı. ABD’nin “Yeşil Kuşak” projesi çerçevesinde toplumun dini duygularının yoğunca sömürülmesi, 12 Eylül Faşist rejiminin topluma müdahalesinin temel ayaklarından birini oluşturuyordu. Yeni yeni büyüyen şehirlerin yoksul semtlerinin hepsinin de devlet destekli tarikatlara açılması bu dönemin temel politikalarındandı. Bu süreç devletin İslam dinini araçsallaştırması ve sosyalist düşüncenin halkın gözünde kötülenmesiyle paralel ilerledi. İslam’ın demokratik özünü temsil eden çevrelere yönelik baskılar sürerken, devlet aklını temsil eden anlayışların önü açıldı. AKP’nin çürük muhafazakârlığının kodu olan “Ilımlı İslam” ABD’nin “Yeşil Kuşak” projesi ile 12 Eylül eliyle yaygınlaştırılan bir düşünceydi. 12 Eylül’de tohumu generaller tarafından atılsa da, üstte üniformalı duruşları, hedefledikleri toplumsal alt yapıyla örtüşmüyordu. AKP sivil kıyafetleriyle 12 Eylül’ün attığı tohumları toplayan alt yapının üstte tamamlanmış hali olarak vücut buldu.

TC’nin on yıllarca biriktirdiği ve sürekli derinleştirdiği sorunların istismarı, AKP’nin özel savaş politikalarında gözden kaçmaması gereken bir yer tutmaktadır. Kürt sorununa yaklaşımı bunun en temel örneği olurken, tekçi yapının birçok alanda yaratmış olduğu toplumsal sorunları gündeme getiriyordu. Beyaz Türkçülerin hem siyasal hem toplumsal alanda ötekileştirdiği dindarları, aslında kısa vadede çözülebilecek sorunları yıllarca kullanması zaten İslam’ı araçsallaştırma çerçevesinin temelini oluşturuyordu. Bunun yanında Alevilerin sorunlarından, Hristiyan azınlığın hak gasplarına, Kıbrıs sorunundan Varlık vergisi gibi ırkçı uygulamalara kadar birçok sorun resmi ağızlardan dile getiriliyordu. Özel savaşın en kilit noktası olarak çözüme ilişkin hiçbir adım atılmıyordu. AKP’nin iktidar olduğu yıllara baktığımızda bu geniş çerçevede sorunlar ve çözüm yolları tartışıldı. Fakat AKP’nin bu toplumsal sorunlardan çözüme kavuşturduğu tek bir örnek bile yoktur. Bu halka karşı yürütülmüş bir psikolojik savaştı, umutlar üzerinden farklı farklı çevreler iktidara dayanak haline getiriliyordu. Bu dönemin özel savaş politikası, 80 yıllık cumhuriyetin yarattığı sorunların çalıştay politikasıyla sulandırılması ve çözüyormuş gibi yapılarak ilelebet çözümsüz bırakılmasına yol açacak bir sürece sokulmasıdır. Zaten bu minvalde dile gelen tüm sorunlar şu an en ağır bir baskılanma altında boğuntuya getirilmiş durumdadır. Başlıklarla AKP’nin bazı özel savaş pratiklerini ve dönüştükleri sonucu irdelemek tabloyu netleştirecektir:

1- AKP Romen Çalıştayı adı altında İstanbul’daki Romenlerin sorunlarını çözeceği izlenimini vermiş, bunun propagandasını yaparak geniş bir sempati kazanmaya çalışmış, ardından Romenlerin kadim mekânları olan Sulukule’yi imara açarak burayı Romenlerin başlarına yıkmıştır.

2- Alevi açılımı adı altında bir gündem yaratmış, geniş yığınlarca tereddütle karşılanmasına rağmen hatırı sayılır bir heyecan oluşturmuştur. Çok geçmeden ana muhalefet liderinin Alevi kimliğini diline bir küfür gibi dolayarak en radikal dincilerden oy kapma basitliğine düşmüştür. Bugün ise mezhepçiliğini ne içerde ne dışarda gizlemeyecek şekilde sürdürmektedir.

3- Hrant Dink’in katledilmesi sonrasında Ermeni halkıyla yumuşama izlenimi vermeye meyletmiş ancak ardında Erdoğan “Affedersiniz Ermeni” kavramını kullanarak zihniyetinin kodlarını göz önüne sermiştir. Günümüzde ise Ermeni karşıtlığını iktidarının temel söylemlerinden biri haline getirmiştir.

4- Dış politikada “Komşularla sıfır sorun” sloganını öne sürdükten çok kısa bir süre sonra bölgede sorun yaşamadığı, diplomatik ilişkileri alt seviye indirmediği devlet kalmamıştır. Günümüzde ise Osmanlı yayılmacılığını temel dış politika rüyası olarak kodlamıştır.

5- Barış kelimesini en çok kullanan iktidar partisi olmayı, TC tarihinin en savaşkan hükümetine dönüşmesine payanda yapmıştır.

6- Erdoğan’ın “Kardeşim” dediği istisnasız tüm devlet başkanlarıyla kısa sürede kanlı bıçaklı olması neredeyse sıradan bir durum almıştır.

7- İsrail’e “One Minute, Siz insanları öldürmeyi iyi bilirsiniz” demiş, ardından devleti bir seri katile dönüştürmekte ve İsrail’i bu konuda sollamaktan tereddüt etmemiştir.

8- İktidarına rıza imalatı sağlayan liberalleri önce el üstünde tutarken, iktidara tutunduktan sonra bu kesimden bazıları soluğu dünyanın diğer bir ucu olan İsveç ve Kanada’da almış, alamayanları soluksuz bırakmak için hapse tıkamıştır.

9- Bir dönem “Türkçülük ayağımın altındadır” diyen Erdoğan, daha sonra şovenizmin şaha kalkmış hali olan “tek bayrak, tek millet, tek devlet” düşüncesiyle tüm farklılıkları düşman ilan etmiştir.

10- Geçmiş dönem politikalarına saldırarak iktidar olmuş, kadim dönem politikacılarını yererek kişisel etkinlik kazanmış, çok geçmeden otoriterlikten yolsuzluklara kadar eskinin politikalarını ve politikacılarının toplum tarafından aranır hale gelmesine vesile olmuştur.

Sıralanan bu örnekler AKP’nin özel savaşla ilişkisini de gözler önüne sermektedir. AKP’nin tüm politika ve uygulamaları ikiyüzlülük olarak görünse de, basitçe pragmatizmi aşan bir durumla karşı karşıya kalındığı görünmek zorundadır. Ortada iki yüzlü değil yüzsüzlük durumu var. Bu durum siyaset sosyolojisi açısında tanımlanamaz olmasa da, öyle basit tanımlarla açıklanacak bir durum değildir. AKP’yi tanımlamaya çalışan her konu uzmanı eski kodlardan kendini azade kılmadıkça bilimsel bir sonuca bırakalım ulaşmayı, değerli sayılabilecek bir veriye bile ulaşamaz.

Öcalan, Türk devletinin işleyişinde sürekli bir “Darbe Mekaniğinin” var olduğunu ve bu mekaniğin Türk devlet sisteminin kuruluş ilkesi haline gelmiş, Kürt karşıtlığı ve demokrasi karşıtlığı üzerinden sürekli işlediğini vurgulamıştır. Ortadoğu’da kapitalist sistemin jandarması olacak şekilde tasarlanan Türk devleti, bu mekanik üzerinden sürekli kontrol edilecek ve gerek halkların gerekse demokrasi güçlerinin hareketleri bastırılacaktır. Bu mekanik aynı zamanda askeri ve sivil bürokrasinin hegemonyasını sürekli kılacaktır. Özel Harp dairesi, JİTEM, Ergenekon gibi farklı adlarla tanımlanan bu odaklar “derin devlet” şeklinde de tarif edilmiştir. Bu odaklar Türk devletinin birçok eksikliği içinde barındıran burjuva temsili demokrasi formuna bile dönüşmesine izin vermemektedir. AKP özel savaşın bu işleyişini olabildiğince kullanmıştır. Öncelikle Beyaz Türkçü faşizm ile iktidar mücadelesinde bu durumdan olabildiğine şikâyet etmiş fakat bu mekaniği neredeyse her seferinde kendi çıkarına kullanmıştır. 27 Nisan 2007 Muhtırasından, en son 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar sürekli bu mekaniği tahrik etmiş ve çıkan sonuçları kendine basamak yaparak, kendi darbesini gerçekleştirmiştir. AKP-MHP faşist ittifakının 1 Kasım 2015’te iktidarı gasp etmesiyle tüm maskeler düşmüştür.

 

Topyekün Özel Savaş Aşamasına Geçiş

Faşizm aynı zamanda özel savaşın tüm açıklığıyla yürütüldüğü sistemin adıdır. Bu nedenle son altı yıl AKP-MHP iktidarı, özel olarak da AKP’nin yürüttüğü özel savaştaki en derin ve en tahripkar dönemdir. Gayet bilinçli ve planlı yürütülen özel savaş, daha 2014’te MGK’de kararlaştırdığı “Çöktürme Eylem Planı” ile bir yol haritasına da bağlanmıştır. Yani atılan her adım önceden düşünülmüş ve koşullarla ilişkilendirilmiştir. Ne yapılan işkenceler, ne de gerçekleştirilen tutuklamalar ve en önemlisi İmralı’da derinleştirilen tecrit, devletin konjonktürel tercihleri değildir. Tüm uygulamalar planlanmış, takvime bağlanmış ve belirlenen doğrultuda pratikleştirilmektedir. Beyaz-Yeşil-Kara Türk Faşistleri Kürt soykırımını nihayete erdirmek için uzlaşmış ve topyekün bir şekilde harekete geçmiştir. AKP-MHP iktidarı, bu özel savaş için hem daha önce bazı kurumlar oluşturmuş hem de devletin zaten var olan yapılarını yeniden örgütlemiştir. SADAT ve Osmanlı Ocakları gibi gayri resmi çete örgütlenmeleri, bu çerçevede inşa edilmiştir. Toplumun tüm gözeneklerine korku yaymak için bu örgütlenmeleri neredeyse Türkiye’nin her kent ve kasabasına yaymıştır. Ayrıca adi çeteler ve geçmiş dönemde aktif olan kontrgerilla yapılar, AKP-MHP-Ergenekon ittifakı çerçevesinde sahaya sürüldü. Bunun yanında AKP-MHP ittifakı, esas olarak özel savaşın beyni rolünü verdiği MİT’i yeniden organize etmiştir. Bu yeniden örgütlenme AKP-MHP iktidarının Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişi ile bir çerçeveye oturtulmuş ve MİT devlet içindeki tüm özel savaş aygıtlarının merkezi haline getirilmiştir. Bu nedenle Hakan Fidan artık sadece MİT Müsteşarı değil, özel savaş kurumlarının başkanı konumuna getirilmiştir. Basında buradan yönlendirilmekte ve hükümetin özel savaş konsepti buradan yönetilmektedir.

TC bir bütünen özel savaş rejimi olsa da esasında bu politikalar, Kürt halkına yönelik geliştirilmektedir. Aynı durum AKP için de geçerlidir. AKP’nin Kürt halkına yönelik yürüttüğü özel savaşı üç dönem çerçevesinde ele almak mümkündür. İlk aşama Kürt özgürlük mücadelesini çürüterek tasfiye etme dönemidir. 2002 yılından 2005’e kadar AKP’nin temel stratejisi budur. Bu dönemi Erdoğan’ın söylediği “Düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur.” ifadeleri ile tarif edebiliriz. Bu dönemde Kürt halkı hiçbir şekilde gündem yapılmamaktadır. En fazla yapılan şey, OHAL’in kaldırılması gibi pratikler ile büyük çözüm umutları yaratmaktır. Irkçı faşizan söylemlerden uzak durularak Kürt halkı beklenti içerisine sokularak, özgürlük hareketini de içten çürütme esas alınmaktadır. Demokratik siyaset üzerinde pratik baskıdan ziyade aynılaştırmaya yönelik pratikler sergilenmektedir. AKP, Kürt demokratik hareketinin kamusal alanda sadece var olmasını bile büyük bir lütuf biçiminde sunmaktaydı. Çok yönlü çürütme ve sorunu sürece yayarak eritme çabalarına cevaben; 1 Haziran 2004’ten sonra gelişen mücadele, bu dönemin bitmesine, AKP’nin Kürt halkına yönelik yeni bir özel savaş konseptine geçmesine neden oldu.

Yaklaşık 10 yıl sürecek yeni konseptte AKP, Kürt sorunun varlığını kabul ediyor ve çözeceğini vaat ediyordu. Önce AB eksenli bireysel kültürel haklar çözüm gibi sunuldu. Kürtçe dil kursuna izin vermek gibi uygulamalar bu özel savaş konseptinin özünü sergiliyordu. Bir yandan bir halkın varlığı inkâr ediliyor, öte yandan sanki demokratikleşme adımları atılıyormuş gibi gösteriliyordu. Kürt özgürlük hareketine yönelik imha saldırıları ise hiç durmuyordu. Bu dönem sürekli sorunu çözme vaadiyle ateşkesler isteniyordu. Kürt halkının gelişen direnişini tasfiye etmek için her türlü özel savaş yöntemi devreye konuyordu. Kürt halkının örgütlülüğünü ortadan kaldırmak temel hedefti. Askeri operasyonlardan siyasi soykırıma kadar her yöntem pratikleştiriliyordu. Fakat çözüm niyeti varmış gibi göstermek, AKP’nin temel özel savaş hilesiydi. Yani tam olarak özel savaşın tanımına göre hareket ediliyordu.

Hem zor yoluyla fiziki imha hedefleniyor hem de farklı söylemlerle toplumun aklı karıştırılıyor, zihinsel manipülasyonlara başvuruluyordu. Sadece Pozantı cezaevi örneğinde deşifre olan Kürt gençlerine yapılan taciz, tecavüz ve işkenceler bile bu özel savaş mantığını gösterir. Yine İmralı’daki tecritte bu dönemde ağırlaştırıldı. 2013 yılında ise aynı konseptin farklı bir aldatmacası gündeme geldi. Bir yandan müzakere ifade edilirken öte yandan fiziksel ve zihinsel olarak Kürt halkının ortadan kaldırılması için her adım atılıyordu. 2015’te devlet için bu sürdürülemez noktaya gelindiğinde Erdoğan asıl düşüncesini dile getirdi. Daha 7 Haziran seçimleri öncesi Erdoğan Türkiye’de Kürt sorunun bittiğini ilan ediyordu.

AKP-MHP iktidarı Kürt halkının varlığını ortadan kaldırma saldırılarına bu şiarla başladı. Türkiye’de Kürt sorunu yoktu, bitmişti geriye Kürtlükte ısrar edip direnenlerin imhası kalmıştı. Fiziksel soykırım ve zihinsel soykırım beraber pratikleştirilecekti. Kürt özgürlük hareketi ortadan kaldırılacak, Kürt halkının o zamana kadarki ne kadar kazanımı varsa yok sayılacaktı. 2015 yılının yazında başlanan soykırım saldırılarının hedefi buydu. Kürt halkı buna özyönetim direnişleri ile cevap verince faşist mantığın soykırımcı niteliği açıkça gözler önüne serildi. Kentlerin yok edilip, yaralı insanların bodrumlarda göz göre yakılması özel savaşın resmiydi. Türk devleti insanlık suçu işlerken, bunu gizlemeye bile çalışmıyordu. Erdoğan’ın “ya baş eğecekler ya baş verecekler” söylemi özel savaşın temel stratejisini gözler önüne seriyordu. Önce Kürt halkının serhildan kaleleri yerle bir edilecek, bunun ardından Kürt halkı baş eğmeye zorlanacaktı. Bu temelde 2015-18 arasında Bakurê Kürdistan’a yönelik kapsamlı saldırılar düzenlendi. Binlerce insan tutuklandı, işkenceden geçirildi. Belediyelere kayyumlar atanırken, demokratik siyasetin temsilcileri meclisten çıkarılıp tutuklandı. 20 Temmuz 2016 tarihinde yapılan OHAL darbesi ile hükümet artık kendini herhangi bir hukuk kuralı ile sınırlamayacağını da ilan ediyordu. TC devletinin anayasa ve yasaları rafa kaldırılmıştı. KHK’larla binlerce yurtseverin işten çıkarılması bu çerçevede önemli bir özel savaş adımıydı. Bu örnekte Kürt kimliğindeki insanlara yaşam olanağı tanınmayacağı gösteriliyordu. AKP-MHP, 2018 itibariyle Kürt halkına dört parçada saldırı aşamasına geçti. Rojava ve Başur’a yönelik saldırılar bu dönemden itibaren adım adım uygulamaya konuldu. AKP-MHP faşist iktidarı Kürt halkının soykırımında sınır tanımıyordu. Hala da yürürlükte olan özel savaş konsepti basit bir ilkeye dayanıyor; “Devlete itaat edeceksin aksi takdirde fiziki olarak imha edileceksin. Devlete itaat ettiğin ve Kürtlüğüne dair herhangi bir iddiada bulunmadığın sürece saldırılardan muaf tutulabilirsin, yoksa fiziki olarak ortadan kaldırılacaksın.” Bu dönemde özel savaş ara formlar sunma ya da farklı söylemlere başvurma gereği duymuyor. Siyasetten kültürel Kürt kimliği ortadan kaldırılmaya çalışılıyor ve bunu da açıkça yapıyor. Çünkü özel savaşın bu konsepte etkili olması gizli olmasına değil, açık olmasına dayanıyor.

Özel savaşın bütünsel projesinde Kürt halkının yeri ise olmamayı kabullenmektir. Kürt kelimesi istismar için bile kullanılmamaktadır. AKP-MHP faşizminin beklentisi maddi olanaklar sunulmuş, Kürt işbirlikçiliği üzerinden soykırımı kabullenen bir Kürt toplumu oluşturabilmektir. AKP’nin ilk yıllarındaki Özgürlük Hareketine alternatif Kürt hareketi yaratma vb. tasfiye planları soykırım hedefinin gölgesinde rafa kaldırılmıştır. Bireysel haklar bile sözü edilmemesi gereken konular kapsamına alınmıştır. Kürt halkının toplumsallığının eritilmesi tek hedeftir. Kürt halkının iradesinin yok sayılmasının basit bir örneği olarak belediyelere kayyum atama da özel savaş konseptinin özünü göstermektedir. Bu sadece basit bir halkın seçtiğini kabul etmeme durumu ya da demokratik siyasete çıkarılan pratik bir engel değildir. Bu uygulamayla Kürt halkının toplumsal iradesinin olamayacağı, bu iradenin gösterilemeyeceği halkın bilincine kazınmak istenmektedir. Ayrıca cadde isimlerinin değiştirilmesinden heykellerin yıkılmasına kadar Kürt halkına dair simgelerin ortadan kaldırılması da bilinçli özel savaş uygulamalarıdır. Simgelerin ortak hafıza açısından önemi biliniyor. Bununla toplumsal bellek silinmek isteniyor. Kültürel etkinlikler açık veya kapalı şekilde yasaklanarak Kürt kimliğinin temel direği olan dilin gelişimi ve yaygınlığı sınırlanmak istenmektedir. Bu adımlarda AKP zihniyetinin izlerini açıkça görmekteyiz. İnkârın daha önceki formlarında kaba yasakçılık esasken, burada daha derin bir asimilasyon yapılmak istenmektedir. Daha önceki dönem yapılan göstermelik bazı adımlar ise (Yaşayan Diller Enstitüsü vb.) doğrudan geri alındı. TRT 6 gibi bir önceki özel savaş konseptine göre kurgulanmış projeler ise yeni döneme uyarlandı. TRT 6’te Kürt halkına TRT’nin diğer kanallarından daha açık hakaretler edilmesi bunun örneğidir.

AKP-MHP iktidarının başında topluma yöneltilen saldırılar tipik bir özel savaş uygulamalarıydı. 10 Ekim 2015’te Ankara’da Barış mitinginde yapılan katliamla, yani 100’ü aşkın insanın ölümü ile topluma açık bir mesaj veriliyordu. Yürütülen psikolojik savaşın ortasında devlet dört koldan korku salıyordu. Devlet artık kolektif bir direnişe veya toplumsal hareketliliğe izin vermeyecekti. Sinik bir atmosfer yaratılmak isteniyordu. Bu temelde açık işkence örnekleri de ele alınabilir. Gever’de daha 2015’te yüzü kapalı polis haykırıyordu; “Devletin gücünü göreceksiniz.” Halfeti’de insanlara sokak ortasında işkence yapılırken geçmiş dönemler kullanılan “Münferit bir olay, sorumlular hakkında soruşturma açılmıştır” aldatmacasına bile başvurulmadı. Ya da Van’da insanlar helikopterden atılarak katledilirken iktidar sözcüleri Erdoğan’dan Soylu’ya kadar tek kelime bile etmediler. Olayın inkâr edilmemesinin kendisi, Kürt halkına verilmiş bir özel savaş mesajı olmaktadır. Bir özel savaş uygulaması olarak bazı ailelerin Amed HDP il binasının önünde oturtulması çok yönlü amaçlar içermektedir. Ve bu özel savaş buluşu kesinlikle AKP aklının ürünüdür. Klasik Türk Devlet aklı tek yönlü ve kaba imha üzerinden işliyordu. AKP ise çok yönlü manipülasyonla tüm toplumun zihinsel kodlarını karıştırmaktadır. İlki kuşkusuz Cumartesi Analarının on yıllara dayalı mücadelesinin toplumun vicdanına hitap eden etkisini silmekti.

Devlete karşı mücadele eden analara karşı devlet için mücadele eden anaları çıkarmak toplumsal algıları dizayn etmeyi amaçlıyordu. İkinci amaç ise teslimiyet övgüsü ile direniş odaklarını ikircikliğe düşürmekti. Devletin bu adımı sürekli sayılarla topluma sunulan sanal teslimiyet hikâyelerine bir platform olarak icat edilmişti. Üçüncüsü mekân demokratik siyaset için önemi düşünülerek, seçilmişti ve demokratik siyaset en güçlü olduğu yerde zedelenmek isteniyordu. İl binasında toplananlara, demokratik siyasette yer alanlara üzerlerinde sürekli sallanan Demokles’in Kılıcı gösteriliyordu. “Boşuna direniyorsun, bak en direngen odaklar bile teslimiyete çağrılıyor, teslim oluyor” mesajı demokratik siyasete, onun esas merkezinden veriliyordu. Hiçbir şey değişmez, değişemez sinik desturunun gölgesi bu şekilde demokratik siyasetin üstüne sabitlenmek isteniyordu.

Özel savaş en çok da Kürt halkının evlatlarının cansız bedeni üzerinden yürütülmektedir. AKP-MHP bu insanlık dışı uygulamayı savaşın daha başında çok yoğun bir şekilde devreye koydu. PKK militanı Ekin Wan’ın cansız bedeninin teşhiriyle başlayan bu saldırı dalgası, Şırnak halkının öncüsü Hacı Lokman Birlik’in bedeninin caddelerde sürüklenmesi ile devam etti. Özel savaş yaşamını yitiren bedenlere saldırıyı temel bir yöntem olarak seçti. Bununla toplumsallığın en hassas noktası, maneviyatı hedefleniyordu. Çocuklardan yaşlı analara kadar öldürmekle yetinilmiyor, işkence ölümlerinden sonra da devam ettiriliyordu. Cenaze merasimlerini yasaklamaktan, bedenleri ailelere teslim etmeyerek yıllarca morglarda tutmaya kadar cansız bedenlere saldırının pek çok farklı türü pratikleştirildi. Özel savaş bu uygulamalara 3 yıl önce hayatını kaybetmiş bir gerillanın, Agit İpek’in naaşını ailesine posta yoluyla göndererek, simgesel ve halkın sinir uçlarıyla oynamayı amaçlayan bir örnek daha ekledi. Nesneleştirilen ölü beden, nesneden daha küçük görünen toplumsallıkla eş değerdi. Ve bu sıradan bir olay olmadığı gibi, insanlıktan çıkmış bir memurun hareketi de değildi. Kürt halkının maneviyatının aşındırılması temel hedefti.

Bu açıdan süreklileştirilen gerilla mezarlıklarına saldırının nasıl bir özel savaş uygulaması olduğu irdelenmelidir. İnsanlık dışı bu işkence faşizmin klasik sadizminde sınır tanımazlığını örnekleyen bir olgudan ibaret değildir. Ve sadece devlet çetelerinin histerik duygularını okşayarak yönelttiği bir saldırı da değildir. Faşizmin yaşamını yitirmiş bedenlerden bile korktuğunu gösterir bu hareket, fakat bu sadece gerçeğin bir yanıdır. Çok bilinçli ve uzun süre göz önüne alınarak planlanan stratejinin adımlarından biridir; gerilla mezarlarını tahrip etmek. Bu şekilde soykırımın zihinsel bir boyutu tamamlanmak istemektedir. Kürt’ün özgürlüğü için mücadele ettiğini, bu uğurda bedeller verdiğini bile unutturarak, halk olmanın temeli oyulmak istenmektedir. Kendince Özgürlük Hareketini tasfiye edecek ve halka onu hatırlatacak hiçbir şey de bırakmayacak. “Kürtler her zaman köleydi” düşüncesi zihinlerde yer aldığında, soykırım önemli mesafe kat etmiş olacaktır. AKP-MHP faşizminin tam olarak yapmak istediği ve başaramayacağı şey tam da budur.

 

Sonuç; İrade Kırmaya Gelenlerin İradesizleşmesi

AKP’nin 19 yıllık iktidarının bir özel savaş iktidarı olarak toplumda yol açtığı zararları tam olarak tarif etmek zordur. Aynı şekilde Kürt halkında sadece fiziksel değil, zihinsel birçok tahribatta yol açtığı kesindir. Güvensizlikten korkuya, geleceğe umutsuz bakmaktan kendi kalıbına çekilmeye kadar toplumda gözlemlediğimiz birçok durum, kaynağını özel savaş uygulamalarından almaktadır. Bu çerçevede AKP’nin özel savaşının tümden başarısız olduğunu iddia edemeyiz. Fakat bu direnişin muazzam etkisini görmezden gelmeye yol açmamalıdır. Saldırıların kapsamı düşünüldüğünde, yine özel savaş projesinin inceden planlanmış ayrıntıları ele alındığında; Kürt halkının mevcut duruşunun değeri daha iyi anlaşılmaktadır. Soykırım saldırılarının esas amacı, hala canlı olan Kürt halkının toplumsallığını hedefliyor. AKP ne yaparsa yapsın; yapmak zorunda kaldığı seçimlerde Kürt halkının iradesini geriletememektedir. Kürt halkının iradesini gösterme fırsatı yakaladığı her durumu; bir meydan okumaya çevirmesi, özel savaş planlarının başarısız kaldığının temel göstergesidir. Bununda ötesinde AKP hala kendi tek kişilik yönetime dayanan sistemini kurumsallaştırabilmiş değildir. Bu nedenle sürekli özel savaş aygıtlarına muhtaç konumdadır. Bilindik devlet mekanizmasını allak bullak ettikten sonra; yerine işleyen bir sistem koyamaması, aslında onun zihinsel dünyasının sınırlarını da göstermektedir. Kurumsallaşamadığı gibi her geçen gün toplumu etkileme gücü düşmektedir. Bu da AKP-MHP iktidarındaki ittifakların tekrardan gözden geçirilmesine neden olabilir. Bu duruma AKP’nin özel savaş mantalitesinin nasıl cevap vereceği muğlaktır.

Fakat asıl önemlisi, Erdoğan’ın 6 yıl önce “ya baş verecekler ya baş eğecekler” şeklinde ilan ettiği hedefine ulaşamamasıdır. Bu süreçte Kürt halkının büyük bedeller verdiği doğrudur. Fakat yine de faşist iktidar baş eğmiş ve teslim olmuş bir halk bulamamıştır. Kürt halkı kendi mücadelesine bağlı ve hala da dimdik ayaktadır. Bu hem Özel Savaşın yapabileceklerinin sınırını hem de bütünsel bir ideolojik duruşla, buna karşı koymanın mümkün olduğunu göstermektedir. Özel savaşa karşı mücadelede fiziki direnişin yanında zihinsel direnişin önemi bilinmektedir. Egemenler toplumun düşünce dünyasını karıştırmadan onları kontrol altına alamazlar. Bu açıdan AKP’nin özel savaşının kapsamı ne olursa olsun sonucu belirleyecek olan ona karşı direniştir. Ve Kürt halkının on yıllara varan birikime dayalı bitmeyecek bir direniş geleneği vardır. Türk devletini çaresiz bırakıp yeni konseptlere yönelmesine yol açan da bu direniştir.

 

 

[1] Demokratik Uygarlık Manifestosu, 5. Kitap,2010-2011
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.