Düşünce ve Kuram Dergisi

Post Gerçek Çağda Kadın Olmak

Sonay Başaran

“Bir varmışsın bir yokmuşsun Yok denilen yerde doğmuşsun
Vurulmuş, intihar olmuşsun
Bir varmışsın bir yokmuşsun”

Kadını bir et yığını olmaktan çıkaran şey ruhunun bedeniyle buluşarak edebilen haline gelmesidir. Post gerçek çağda ise kadın ruhundan bağımsız işlenen bir meta-et yığını olarak durur. Ataerkil verili sistemler kendini kurucu bir unsur olarak gerçekleştiren kadını görmezden gelirken, kendi gerçekliğine yabancılaşan kadını sisteminin baş köşesine oturtmuştur. Nasıl ki bir Kürt ancak kendi toplumsal gerçekliğine yabancılaştığında başbakan, bakan ve ya cumhurbaşkanı olabiliyorsa; kadında bu şekilde kendi gerçekliğine yabancılaşabiliyorsa sistem içinde bir yer edinebilme, sistem içine geçebilme hakkını kazanmaktadır. Sisteme entegre olma koşuluyla kendini, kendine ve özüne yabancılaştıran kadın ancak bu şekilde kapitalist devletçi modernitenin QUEEN LADY’si olmaktadır. Bir erkekten daha erkekçi olan ve en az kurnaz erkek iktidarı kadar yıkıcı olan bu lanetli pratikten çıkılması ve kadının yeniden özüne dönmesi gerekmektedir. Bu nedenle de her kadının kendini yeniden tanrıçalık süzgecinden geçirip, bu gerçekliğini inşa etmesi şarttır. Kuşkusuz bu da bir yanıyla post gerçek çağı doğru ve güçlü çözümlemesiyle gerçekleşir. Peki, post gerçek çağ nedir? Etimolojik açıdan “Post” İngilizce kökenli bir kelime olarak aslında birçok anlama gelmektedir.[1]Ancak biz bir ön-ek olarak, iliştirilmiş anlamını paylaşalım. “Post” ön-eki gelerek iliştirildiği daha önceki kavram-anlama giren “gerçeklik”i resetler, kendince eskimiş gerçekliğinin sonrasına taşır şeyi. Aslında İngilizceden çok türkçe tercümeye daha uygun bir sözcüğe denk gelir “post gerçek çağ.”[2] Yine Türkçe’deki kavram karşılığı hususunda sürmekte olan başka bir tartışma da var. Bu konuda geliştirilen öneriler: “post-gerçek”, “gerçek-ötesi”, “post-hakikat”, “hakikat-sonrası” olarak öne çıkmaktalar. Sözlük tanımının katılığının ötesinde kavramsal olarak gerçek, olguların, hakikatin artık geçerli olmaması durumu anlamına geliyor. Yani post-gerçek siyaset dediğimizde, gerçeklerin öneminin olmadığı bir siyasal alandan bahsetmiş oluruz. Peki, bu post-gerçek kavramı yeni mi ortaya atıldı? Elbette ki hayır. Siyasi literatüre daha çok “Post-truth” olarak giren bu mefhumu ilk kez 2004 yılında Amerikalı araştırmacı yazar Ralph Keyes kullanmıştır.[3] Truth İngilizce bir kelime olarak; gerçek(hakiki), olmuş-olgu anlamına gelir. Posttruth kavramı diğer yandan ise hakikat sonrası durumunu ifade etmek için kullanılıyor. Ancak burada dikkat çekilmesi gereken önemli bir şey var ki oda “Hakikat”in epistemolojik ve ontolojik boyutudur. Zira epistemoloji de ontolojik olarak hakikat somut inkâr edilemez “gerçek” olurken, felsefe de “hakikat”, gerçeğin bilince çıkma halidir. Dolayısıyla bu şekilde bakıldığında “gerçek sonrası” olarak duruyor post-truth. Bunu politik olarak ele aldığımızda; ortaya tasarlanmış gerçek ve kurgulanmış olaylar olarak karşımıza çıkıyor.

Esas olarak gerçekliğin manipüle edilerek sunulması olan Post-truth kavramı, manipüle edilen bilginin üzerine yaratılmış sahte gerçekliktir. Posttruth Batının eğitim-bilgilenme mihengi olan Oxford Sözlük ’ünde 2016’nın kelimesi seçilmiş ve Avrupa’da, 2016 yılıyla birlikte dolaşıma sokulmuştur. Özellikle enforme, siyasi ve medya çıkmazlarına iz düşen post-truth, Oxford Sözlüğünde “nesnel olguların kamuoyunun şekillenmesinde, duygular ve kişisel inançlardan daha az etkili olduğu durumlar” olarak tanımlanırken; bozulan ya da kişice yaratılan “yeni gerçek” olarak, içtenliğin ve dürüstlüğün günümüzde deforme edilmesi anlamını temsil etmektedir. Diğer bir tanımlamayla; “algılama ve düşünme yetilerinde meydana gelen bozukluklara bağlı olarak; kişinin davranışlarında meydana gelen bozulmalar. Bu bozulmalar neticesinde kişi, gerçeklerden uzaklaşarak, kendisini rahatsız etmeye başlayan dış dünyadan bağımsız, yeni bir dünya kurar.”[4]

Günümüzde yani içerisinde seyrettiğimiz çağda, post-gerçekliği toplumsal aktivite de anlamsal olarak işleyen birçok etmenle tartışabiliriz. İletişim araçlarına bir çark olarak tutturulan bu kavramı sosyoloji, ekonomi, felsefe, siyaset ve kitle yönetiminde görmek mümkündür. Felsefe ’de toplum bilimle ilgilenen ve anlam parçalayıcı olan pozitivizmin kurucularından John Locke[5], Auguste Comte[6], Sofistler[7] ve Niccolo Machiavelli[8] gibileri birçok kez ya var olan toplumsal gerçekleri hakikat noktasında manipüle etmiş yada demagog ve safsatalığa başvurdukları gerekçesiyle eleştirilmişlerdir. Yine Platon, günümüzden yaklaşık 2400 sene önce ortaya koyduğu idealar kuramı ile ,duyularımızın bize tanıttığı dünya ile görünüşün ardında yatan, onu var eden gerçeğin farklı şeyler olduğunu ileri sürmüş tartışmayı duyular ve akıl çevresinde genişletmiştir.

Dezenformasyon alameti-farikası olan post-gerçekliği, siyaset ve toplum yönetimi alanında ele aldığımızda; post-gerçek çağ, kavram olarak her ne kadar yeni bir şey olsa da aslında tarihsel açıdan çok köklü bir yapıya sahiptir. Öyle ki köklerini ataerkil sistemin başlangıcına bağlamak yanıltıcı olmayacaktır. Çünkü “üretim araçları, bitki, hayvan türleri binlerce yıl oralarda ana kadın toplumu tarafından kültür haline getirilmiştir. Eril iktidarın mahareti, bunlardan üst bir toplum yaratacak biçimde yeniden düzenleyip…yeni üretim tarzını başarmasında yatmaktadır. Tarihin müthiş icadı özünde böyledir. Daha sonraki süreçler binaya yeni katlar ilave etmek veya yeni temeller üzerinde tekrarlamaktır.”[9] Kurnaz erkek, kadını ilk düşürmesi ve toplumsal yönetime geçmeye başlamasıyla kadının gerçeklik haline getirdiği birçok toplumsal değerle oynamıştır. Böylesi manipüle ile o gerçeği zihinden indirmiş-hakikat olmaktan çıkarmıştır. İktidar olan erkek tarihi kendinden başlatmış kendinden yöne evrilterek kendi yönetimi altına sokmuştur. Ziggurat tapınaklarında başlayan bu süreç rahip, kral, komutan ve siyaset sahnesinde iz bırakan diğer tüm kişilikler bunu kendi dönem ve koşullarına göre devam ettirmişlerdir. Toplum algısıyla oynamak, hakikati manipüle ile zihinden çıkarmak ve bu şekilde toplumu yönetmek bir iktidar olma becerisi-hüneri haline gelmiştir.

Kapitalist Modernitede neoliberalizme dayalı politikalar tarafından geliştirilen teknolojiyle fizyolojik olarak hiçliğe sokulan, varoluşsal sancılar yaşayan insanlar, yönetme ve yönlendirme amacıyla dijital iletişim araçlarında simüle çevreler edinmekte, tatmin olma arayışı ve görsel doyum etrafında yitirdikleri gerçekliklerini aramaktalar. Varoluşsal olarak fizyolojik anatomiden hareketle ontolojik temaslardan yoksun bolca görünür olma ve çevre edinme yanılsaması, yorumlar, beğeniler, sanal gezinmeler, sınırsız tüketim görselleri beklentili hayalleri kışkırttırmanın ötesine geçemez. İnsanı fiziksel ve bedensel olarak “eden” olmaktan çıkaran post gerçek etmenin en büyük silahı; gerçekliğin ötesinde duran ve bir aynaya tutulmuş sanal gerçekliklerle hayatı tümden kontrol eden araçlar olarak kurumlaşmasıdır. Kurnaz erkeğin hüküm sürdüğü her çağda gerçeklik, merkezi iktidarın denetimine alınmış, bu şekilde iktidara hizmet edecek formda yorumlanmıştır. Dolayısıyla kadın gerçekliği de bu şekilde ele alınmış ve ataerkil sisteme geçişle birlikte kendini gerçekleştiren kadın ontosuyla tarihsel olarak oynanmıştır. Dinamizme sahip olan kadın gerçekliği, algılarıyla oynanarak hafızasızlaştırılan toplumda eden enerji olarak hiçliğe itilirken; edilgen bir nesnelliğe sokularak metalaştırılmakla yüz yüze kalmış, kendini var etme noktasında tarihsel bir gerilemeye itilmiştir.

Post gerçek çağda eril sistem, gerçekliğin etik anlamsallığına bakılmaksızın kendi çıkar ve menfaatleri için dostu düşman ve düşmanı dost yapacak argümantasyonları oluşturmaktadır. Bu durumun araçları her dönemin gelişmişlik koşuluna göre değişse de özü aynıdır. Gerçek-doğru ve hakikat nirengi bu argümantasyonlarla algılarda manipüle edilir. Post-gerçek kavramı; manipülasyonla bilginin üzerine yaratılmış sahte gerçeklik olma amacını taşır. Dini engizisyon gibi rejimlerle toplumsal yönetime hâkim olduğunda bunu rahip ve imamlar yaparken, toplumsal yönetimin teokratik rejimlerden siyaset alanına geçtiğinde Napolyon, Mussolini, Reagan, Hitler gibi siyasetçiler buna sık sık başvurma ihtiyacı duymuşlardır. Çünkü güçlü bir diktatörlük için kayıtsız şartsız tüm toplumun onların politik olarak vereceği kararlara göre yaşamaları gerekir. Zira başka türlü ne savaşlarla egemenlik sınırlarını genişletebilirler ne de sınırlarının içinde kendi muhaliflerini bastırabilirler. Bunun içinde iktidara ilk geldiklerinde veya öncesinde öğrenmeyi kendilerine amaç edindikleri şey; iyi bir hatiplik ve teatral şovdur! Kurdukları sahnelerin hem yazanı hem oynayanı olma becerisi onları sahnede tutmaya yetecek en etkili durumlardan biridir. Çünkü ancak bu şekilde kitleleri retorikleri ve demagojileriyle coşturarak etkileyebilir, yönetebilirler. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

 

Uydurulmuş Gerçek!

Tarih boyunca güce ve yalana dayalı bir hiyerarşinin kurulmasında en etkili yöntem mitoloji mitleridir. Yaratılan sahte mitlerde sunulan kahramanlıklarla toplumlar şekillendirilmiştir. Bu şekilde yaratılan algılarla kadın kendi gerçekliğinden istenilen şekilde koşullanarak uzaklaştırılmıştır. Devletlerin milliyetçilik, ırkçılık üzerinden uydurduğu gerçekliğe yönelik ancak gerçekliğin ötesindeki hikâyeye göre bir toplamsal örgütleyiş söz konusu olmuştur. Bu örgütlemeden hareketle hakikate götüren gerçeklik ya silikleşir yâda görülmek istenmez. George Orwell’in de dediği gibi: “Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret ,

Bulunduğumuz lanetli çağda post gerçek (gerçek ötesi) ve popülizm kavramları, gezegenimizi farklı bir noktaya taşıyor. Kuşkusuz bu durumun sebeplerinden birisi paranın yarattığı “konfor” farklılıkları arasındaki uçurumun gitgide artması ve herkesin kendisine göre daha steril alanlarda yaşamayı talep etmesidir. Günümüzde kendini var edebilmenin ön koşullarından biri olarak kabul edilen paranın, yarattığı gerçeklikte gizlidir. Bugün kim güçlüyse, kim iletişim kanallarına hâkimse, kim bu kanallardaki bilgiyi yönetebiliyorsa onun yazdığı doğru kabul ediliyor. Her devlet veya güç sahibi bu şekilde kendi politikasına göre kadın dünyasında cereyan eden olay ve olguları yazma cüretine girdiği için, televizyon, basın, dergi, kitap ve internet aracılığıyla yazılan olay ve olguların gerçek olup olmadığı noktasında kimse hem fikir olamıyor. Çünkü popülist söylemlerle ve uydurulmuş gerçekliklerle desteklenen tezler, bir müddet sonra kamuoyunda gerçekliğin yerini alabiliyor. Dolayısıyla bu şekilde kadınlar kendi dünyalarındaki çıplak gerçeklikten uzak tutulmak isteniyor. Başarılı olduğu oranda kadın kendi gerçekliğine kendi toplumuna ve kendini inşa etme sürecine dair bir yabancılaşmaya itiliyor.

Yabancılaşmayı toplumsal gelişmenin bir aşamasında ortaya çıkan nesnel bir durum olarak ifade edebiliriz. Yabancılaşma aynı zamanda “tüketim toplumu” içerisinde değerlendirildiğinde, pazarda yabancılaşma süreci olarak da ele alınabilir. Tüketimin en fazla odaklandığı kimliğin kadın olduğu düşünüldüğünde tüketen kesimin öncelikle kendi bedenine yabancılaştırılması, tüketim faaliyetleriyle kendini olmak istediğinden çok olması gereken yani “ideal” olana mahkum ederek beden algısı çerçevelenir. Toplum tarafından üretilen ideal kadın beden algılarının etkisiyle, kadınlar bu süreci daha özel olarak yaşarlar. Kendi bedenine yabancılaşma süreci, kadın tüketiciler kapsamında birçok feminist kuram çevrelerince de incelenmekte ve tartışılmaktadır. Doğanın egemen tüketim kültürü, nihayetinde kadını kendi gerçekliğinden uzaklaştırma adına en fazla bedenine yabancı hale gelmesi üzerinden politika yürütmektedir. Kadının kendisini ideal olana yaklaştırma arayışı söz konusu idealden uzak olma algısını da besler. Bu algı tüketim kültürünün ayrılmaz parçalarından olan bir çok sektörün yine kadın çevresinde şekillenmesine ve büyümesine yol açar. (kozmetik, zayıflama ürünleri ve hizmetleri vs) bu aynı zamanda kadın onurunun kapitalizmle en dip noktaya oturması olarak da tanımlanabilir.[10]“Ben Firdevs’im,[11] ben Ayşe’yim, ben küçük yaşta o pis ellerin dokunduğu küçük Leyla’yım, daha 8’ine varmadan ergin sayılan hatun kişi olan kadın Ünzile’yim… Çocukken tacize uğradım, okutulmadım, evlendim dayak yedim, yetmedi hırsıyla birlikte dayağının ardından tecavüze uğradım. Dışarıda hor görüldüm, ne sesim duyuldu ne fikrim! Görülen tek şeyim bedenim. Sadece bir beden. İhtiyaç görünmekten öteye gitmeyen. Hizmetten öteye gitmeyen. Köle bir beden. İçinde sıkışıp kalmış bir ruh.”[12] olarak kadın çığlığı görülmez ve görünmez kılınır post gercek çağda. Ancak “eşeğin aklına karpuz kabuğunu getirir”[13] gibi sadizmi hatırlatan “Grinin elli tonu” sanal teknoloji ile gündem olur. Sinema dünyasında ise “ “Bir kızın bu dünyada olabileceği en iyi şey; güzel küçük bir aptal.”[14][15] olarak sunulur. Kadını metalaştıran eril sistem bu algıları oluşturan alet çantasıyla sadece kadının bir gerçek olarak kendisini değil, adını yapıştırdığı birçok eşyayı da alımlı kılmaktadır. Daha anlaşılır kılınması için şöyle bir analojiyle devam etmek abartılı olmaz sanırım: Eski dönemlerde bir erkek yalnız başına eksik sayılırken, onu tamamlayan ve olduğundan güçlü kılan şeyin “at-avrat-silah” olduğu söylenir. Şimdiki modern zamanlardaki post gerçek çağ da ise at gerçekliği “kız gibi at” olarak değişirken, kadını kadın gibi tanımlamanın yerini ise “At gibi kadın” ifadesi alır. Yine “Kız gibi araba”, “Kız gibi telefon”, “Kız gibi ev”, Kız gibi yat” olarak uzayıp gider bu metalaştıran betimlemeler. Oysa bir şeyin gerçekleşme hali onu tamlar ve tamlanan şeye yeni bir sıfat yüklemesi gerekmez. Ev bütünleştiği kendi anlamıyla gerçekleşir ve ev olarak tanımlanır. Göreceliğin kıyısında yüzen güzellik ile betimlenmesi gerekiyorsa şayet; bu betimlemeye kadın malzeme yapılmadan o evin gerçekleşme hali işlenerek betimlenmelidir. Ancak verili eril sistem evi kendi gerçekliğinin ötesine taşıyarak “kadın gibi” sunarken, kadını da kendi gerçekliğinin ötesine taşıyarak “ at gibi” sunmaktadır topluma. Bu cinsiyetçi saldırı hali daha birçok toplumsal açıdan görülmektedir.

Nasıl ki büyük imparator, onuru saydığı devlet mülküne bir şey olduğunda bunu savaş nedeni sayarsa, küçük imparator da onuru saydığı mal olarak kadına bir şey yapılırsa bunu büyük namus meselesi, dolayısıyla kavga nedeni sayar. Daha da ilginç olan, kadının ruh olarak tamamen boşaltılması, biçimsel olarak da aşırı kadınsı, süslü-sesli bir “kafeste kuş” haline getirilmesi bundandır. Ses ve makyaj düzeni, doğal kadının çok dışında öz kimliğinin ezici biçimde inkarına dayanan, kişiliğini öldüren bir durum arz eder. Kadıncılık, kadının özel olarak kişiliksizleştirilmesidir.[16]Kadının; saçından topuklarına, göğsünden kalçalarına, göbeğinden cinsel organına, omuzundan dizlerine, belinden baldırına, gözünden dudaklarına, yanağından boynuna parçalanıp değer biçilmeyen hiçbir yeri kalmamış gibidir.[17] Toplumu doğru analiz edebilmenin tek yolu kadını çözümlemekten geçer. Kadının gelmiş olduğu durum var olan sistemin bir özetidir. Hiyerarşik ve devletçi toplumlarda kadını anlamadan toplumu anlamak ve topluma dair doğru tanımlamalar yapmak neredeyse imkansızdır. Bugün kapitalizmin bize sunmakta olduğu özgürlük anlayışlarının neredeyse tamamı bir yanılmasa ve gerçeklikten kopuştur. Çünkü bilinmelidir ki kapitalizmin getirdiğini iddia ettiğimiz özgürlüğün kendisi o sistemin özüne ters, aldatıcı ve çarpıtmalardan ibarettir.

Troll ve Post Gerçeklik

Kapitalist Modernitede kadınlara en popülist yöntemlerle yöneltilen, halkların inançlarına, duygularına, toplumsal değerlerine göre değil de, azami kârı hedefleyen “etik-estetik” kaftanı bir müddet sonra gerçekliğe dönüşebiliyor ve o kitle için başka bir gerçeğin anlamı ve önemi kalmayabiliyor. İşin en ilginç kısmı ise, uydurulmuş veya manipüle edilmiş gerçeğin ısrarla bu kitleler tarafından sahip çıkılmasıdır. Birbirleriyle internette Chat yapan, birbirleriyle güdü okşayan kitleler, artık sosyal medya ile birlikte varoluşsal olarak gerçekliklerini yitirip simülatöre haline gelmişlerdir.

Kadın cinayetleri, taciz ve tecavüzleri kolaylıkla komplo teorileriyle taraftar bulduğu gibi, bilimsel gerçeklikler mizah ve alay konusu olmuştur. Toplumlar, sosyal ve siyasal alana müdahale edebilen yeni bir güç haline geldi diye sevinirken, devletlerin kurup finanse ettiği trol fonksiyonuyla; onlar, bunlar, bizler diye ayrılan ve sosyal medyada gerçekliği perdelemek için birbirini boşa çıkarma telaşındaki insanlar haline dönüşmüşlerdir. Hem siyasi hem toplumsal alanda bunun örneklerine rastlamak zor değildir. Vahşice işlenen kadın cinayetleri, çocuk yaşta evlendirilerek cinsel şiddete maruz kalan çocuklar bu troll sistemiyle kendi gerçekliklerinden uzaklaştırılır, eril iktidarın çıkarlarına göre topluma sunulurlar. “Troll” müessesesi, gerçekliğin çarpıtılmasında duyguyu, düşünceyi, söylemi gerçekliğinden koparıp kaos yaratarak söylenen şeyin salt anlamını yitirmesini sağlayabilir. Hatta trollerce kullanılan bu argümanların gerçek sahipleri söylemediklerinin sorumlusu olabilirler. Bu bakımdan, troll dediğimiz kişiler de post-gerçek çağ kavramının içinde önemli bir yere sahiptir.

Bu nedenle bu gerçekliğe karşı teyit merkezleri ihtiyacı ortaya çıkmış, olan her olayı kendi gerçekli ğiyle doğrulama arayışı gelişmiştir. Bu arayışların sonucunda Reuters Gazetecilik Araştırmaları Enstitüsü, Avrupa’da fact-checking sitelerinin büyümesine dair kısa ama çarpıcı bir tespit yapmıştır: Son on yılda, kıtada 50’den fazla “doğruluk kontrol projesi” başlatılmış, Kasım 2016 istatistiklerine göre dünya genelinde 113 etkin olgu kontrol grubu olduğu iddia edilmiştir. Bu kontrol gruplarının Türkiye’de ise Malumatfuruş, teyit.org, Doğruluk Payı olarak var olduğu bilinmektedir. Bu gibi platformlar kendilerini iktidar gerçekliğine karşı dijital alanda var olan imkânlarıyla devam ettirme gayreti içerisindedirler. Ancak toplum örgütsüzlüğünün bedelini ne yazık ki hala tuzaklara düşerek, yıkıma uğrayarak ödemeye devam etmekte, bu gibi çözüm yollarının kendisi her kesime ulaşamayarak gerçeğin bilinebilirliği imkanını tam anlamıyla karşılayamamaktadır.

“Foucault, toplumsal cinsiyeti “düzenleyici rejimin enstrümanı” olarak tanımlar. Çünkü cinsiyetin inşası iktidar, söylem, beden ve bunların düzenlenişi ile ilişki içindedir. Her bir özne temsil edildiği iktidar politikaları tarafından belirlenir. İktidar bu süreçte, bireyi yasalarla, sınırlarla, koruyucu açıklamalarla yönlendirir ve inşa eder.”[18] Tüm kadın kırımına, cinsiyetçiliğe ve yıkıcılığına rağmen Erdoğan, Putin, Berlusconi ve Trump gibi liderlerin destek görmesi bu anlama gelmektedir. Yani gerçeğin bu denli çarpıtılıp önemsizleştirilebilmesi; kapitalist çürümenin düzeyiyle ve sanal aygıtların gelişkinliğiyle açıklanabilir. “Nesnel gerçeklerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması” şeklinde tanımlanan post-gerçeklik, gerçekler ne olursa olsun, insanlar duygularına ve kanaatlerine göre hareket ediyor, oluşturulan isteklerine inanıyorlar. Putin, Trump ve onu zafere taşıyanlar, Erdoğan ve benzeri liderler tüm yalanlarına rağmen, yalanları çürütüldüğünde bile destek görmeye devam etmektedirler. Bunun başlıca nedenlerinden biri kullanılmakta olan siyasal iletişimin ideolojik dil üzerinden kurgulanması ve tüm medya olanaklarının buna teşne olmasıdır. Post-gerçek siyaset yaparak sürü ve irrasyonel kitleleri peşlerinden sürüklemeleri, post-gerçeklik döneminde yaşadığımızı, post-gerçek siyasetle şekillendirildiğimizi kanıtlar niteliktedir.

“Gerçekdışı ‘dediğim dedik, çaldığım düdük’ savlar ortaya atan bu siyasetçilerin başvurdukları araçlar sırf ‘dezenformasyondan ibaret değildi. Farklı ülkelerin farklı şartlarda siyaset yapan bu politikacılarının ortak özellikleri tüm siyasi söylemlerini ‘biz ve onlar’ dinamiği üzerine kurmalarıydı. ‘Biz halkız, biz kurbanız; onlar tuzu kuru elitler’ gibi şematik, siyah-beyaz şartlanmalar ile yapılandırılan bu siyaset türünde sade ‘duygular’ ve ‘önyargılar’ devreye sokuluyor, ‘nesnel bilgi’, ‘veriler’ tümü ile dışlanıyordu. ‘Post gerçek siyasetinin’ ustaları zaten bilgili seçmenleri muhatap almıyordu. ‘Rasyonel’ kesimler, ‘bilgi, belgelerle’… ‘irrasyonel yana’ meram anlatmaya kalktığında kendisini her durumda -bir deli kuyuya taş atmış kırk akıllı çıkaramamış hesabı- irrasyonel politikayla kuşatılmış buluyordu. Geçmişte siyasete ‘yalan’ karıştığında, yalanın ‘gerçekle yüzleştirilmesinden’ bir korku duyuluyordu. Geri planda bir ‘ispat’ gayreti oluyordu. Bugün böyle bir gayrete gerek duyulmuyor çünkü somut gerçeğin ne olduğu, ‘post gerçek liderler’ tarafından hiç kâle alınmıyor. Başka deyişle gerçeğin bir değeri yok. Veriler ve tutarlılığın, bu irrasyonel siyasette yeri bulunmuyor. Bu siyasetin aktörleri konuyu bir kez ‘biz onlar’ çerçevesine oturttu mu; akla gelen her şok/skandal önermeyi yapabiliyorlar… Bunun ardından Goebbelsvari bir ‘propaganda çarkı’ işliyor. Yandaş medyalar, troller… Lidere kenetlenip yalan yanlış tezleri, modern teknolojinin imkânlarıyla sanal âlemde milyon kere tekrarlıyor. Tekerleme gibi tekrarlanan ‘post gerçek söylemler’ sonra yalın gerçeğin yerine geçiyor…”[19]Türkiye’de bu gerçeklik çok yalın bir biçimde kendini açığa vuruyor. Resmi ve gayri resmi verilere göre yaklaşık doksan milyon insanın yaşadığı bir ülke olan Türkiye de; bu doksan milyon insanın yarısını kadınlar oluşturmaktadır. Ancak bu nüfusu örgütlenerek bilinçlenen kadın gerçekliğine koyduğumuzda ne yazık ki ortaya acı bir tablo çıkmaktadır. Bu tabloyu ise gerek kadın cinayet ve tacizlerine olan duyarlılıkta, gerekse 8 Mart dünya kadınlar günü gibi kadınların oluşturduğu etkinliklerde görmekteyiz. Verilen tepkiler ve etkinliğe katılan kadın sayısına baktığımızda, var olan kadın nüfusunun neredeyse % 0.1 ini bile oluşturmamaktayız. Oysa eril iktidar tarafından düzenlenen bir mitinge bile yüz binlerce kadın katılmakta ve o iktidar için sabah akşam çalışmaktadır. Bu durum kadının kimlik olarak varoluşsal açıdan ne denli kendisine yabancılaştığını göstermektedir. “Erkek karşısına çıkarılan bu kadının beş bin yıllık uygarlık ve onun beş yüz yıllık kapitalist hegemonyası altında her tür kölelik şartlanmasına uğratılmış kadın olduğunu bilmelidir. Bu kadının tek çaresi kaplansı erkeğe karşı kaplansı dişi olmaktır.”[20]

Kadın Özgürlük Çizgisini Birbirimizle Var Etmeliyiz!

“Kadın özgürlüğü politik alana yönelirken, savaşımın en çetin yanıyla karşı karşıya olduğunu bilmelidir. Politik alanda kazanmayı bilmeden, hiçbir kazanım kalıcı olamaz. Politik alanda kazanmak demek, kadının devletleşmesi hareketi değildir. Tersine, devletçi ve hiyerarşik yapılarla mücadele, devlet odaklı olmayan, demokratik, cins özgürlüğünü ve ekolojik toplumu hedef alan siyasal oluşumları yaratmak demektir. Hiyerarşi ve devletçilik en çok kadın doğasıyla uyuşmazdır. Dolayısıyla anti-hiyerarşik ve devlet dışı siyasal oluşumlar uğruna kadın özgürlük hareketi öncü rol oynamak durumundadır. Köleliğinin politik alanda yıkılması özünde bu alanda kazanmayı bilmesiyle mümkündür. Bu alan mücadelesi kapsamlı demokratik kadın örgütlenmesini ve mücadelesini gerektirir. Her tür sivil toplum, insan hakları, yerel yönetimler demokratik mücadelenin örgütlenip geliştirileceği alanlardır. Tıpkı sosyalizmde olduğu gibi, kadın özgürlüğü ve eşitliğine giden yol en kapsamlı ve başarılı demokratik mücadeleden geçer. Demokrasiyi kazanmayan kadın hareketi özgürlüğü ve eşitliği kazanamaz.”[21] Tam da bu temelde düşünüldüğünde kadınların örgütlülüğü ve kadın özgürlüğü mücadelesinde verilecek her türlü emek aslında kadının hem topluma hem de kendi özüne yaklaşmasının temel koşuludur. Bugün var edilmek istenen kadın formuna cevaben yaratılacak olan mücadele her yanıyla eksikliği giderici olacaktır.

Kadın bugün eril yapının mevcut ilkelerinden güçlü bir kopuş eğilimine girmiştir. Hem ortak ezilmişliğimizin hem kolektif bilincimizin açığa çıkmasına engel olan şey bu kopuşta ki yetersizlikler ve zayıflılıklarımızdır. Feminist literatürde sıkça rastladığımız “kız kardeşlik” kavramı tamda bu noktada ihtiyaca hasıl bir kavramdır. Mevcut eril yapıdan kaynaklı yaşadığımız tüm ortak deneyimleri birbirimizle paylaşmak ve bunun üzerinden birlikte mücadele hattı oluşturmak önceliğimiz olmalıdır. Ancak ne yazık ki önemli oranda gerçekliğinden, özünden uzaklaşma, kadının bunu yapmasını güçleştirmektedir.

Kadınsız yaşanamayacağı gibi, mevcut koşullarda kendi gerçekliğinden koparılmış kadınla da yaşamak mümkün değildir. Gerçekliğinden uzaklaşma hali kadının eril iktidarın kadın kırım politikalarına ortak olması anlamına gelmektedir. Hatta bir çok kadın iktidar tarafından dayatılan bu sistemin alan açtığı kadın cinayetlerine, tacizlere, tecavüzlere kılıf üreten bir noktada durmaktadır. Yaratılan bu algı kapsamında ne yazık ki akıllara gelen ilk soru “Kadın kadının kurdu mudur?” sorusu olu yor.

Kadınların bugün karşı karşıya gelmelerine sebep olan en önemli unsurlardan biri “erkekler” bir diğeri ise mevcut sistem içinde elde edilmesi gerektiği düşünülen “başarı”. Ancak eril aklın tarihsel ayrıcalıklarıyla muhafaza ettiği ve beslendiği kısmı bir kenara bırakırsak; kadınların en güzel ve en acılı yanları dahi birlikte paylaşan oldukları, birliklerinin bu toplumsal normlarda ne kadar çelişkiye ve zora düştüğü görülse de bilinmelidir ki mevcut durumun kendisi “kadının doğası” olarak görülemez. Var olan durumun kendisi ne yazık ki bize sistemli bir şekilde öğretilmiş toplumun her hücresine nüfuz etmiş kültürel kodların ürünüdür. Bu ezberi bozacak olan yine kendi inşasını gerçekleştirebilecek olan kadındır. Radikal bir sorgulamanın ardından gelecek olan kurtuluş kadının kontrolünde gerçekleştirilecektir. Hem geçmişten gelen mücadele pratikleri ve örnekleriyle hem de önümüzde duran bugünün koşullarında kendi gerçekliğini yaratmış bir kadın pratiği olarak Rojava’ya[22] bakmak yeterli olacaktır.

“Erkek egemen iktidarcı zihniyete karşı kadının özgürlükçü doğasal zihniyetini yetkin kılıp öncelikle ideolojik alanda kazanmayı iyi bilmek, tam sağlamak gerekir. Unutmamak gerekir ki, geleneksel kadınsı teslimiyet fiziki değil toplumsaldır). İçerilmiş kölelikten gelir. O halde öncelikle ideolojik alanda teslimiyet düşünce ve duygularını yenmek gerekir.”[23]

Sonuç olarak; verili eril sistemin geliştirdiği post gerçek çağda kadın bir yandan paraya çevrilen post (kürk) haline getirilmek istenirken, diğer yandan kendi gerçekliğinden kopartılan kadın timsaha dönüştürülmek istenmektedir. Bu durum en az kanlı savaşlar kadar tehlikeli ve trajiktir. Çünkü kendi yaratımına ve yaratma gücüne yabancılaşmış kadın sadece kendine köle olmaz; kendi yavrusunu yiyerek toplumunda çürümesinde ciddi bir etmene döner.

Dolayısıyla egemenlerin bizi özne olarak görmedikleri ve özne olmamıza imkan bırakmadıkları her türlü alanı yıkmalı, yeni olanı kendi birlik ve beraberliğimizle oluşturacağımız öz gücümüzle inşa etmeliyiz. Bedenimize, kimliğimize, emeğimize, tarihimize ve geleceğimize el koyan her türlü yaklaşıma dur demeli, kadın özgürlük mücadelesi çizgisini birbirimizle var etmeliyiz. Geleneksel toplumun kalıntısı olarak gösterilmeye çalışılan baskı unsurlarının günümüz modern dünyasının esaslarından oluştuğunu ve var olan düzenin bizlerin varlığı üzerinden bu biçimle şekillendiğini bilmeli; kendi gerçekliğimizi bir an önce gün yüzüne çıkarmalıyız.

Lanetli post gerçek çağa karşı Emma Goldman’in dediği gibi; “Kurtuluş, kadının hakiki anlamda insan olmasını mümkün kılmalıdır. Kadının içinde hasretle ortaya çıkmayı ve harekete geçmeyi bekleyen her şey en zengin ifadesine kavuşmalı: bütün suni engeller yıkılmalı ve özgürlüğe giden yol, yüzlerce yıllık boyun eğişin ve köleliğin izlerinden arındırılmalıdır.”[24]

 

 

 

[1] https://www.limasollunaci.com/ingilizce-turkce-sozluk/ post-ne-demek-turkce-anlami#sozluk
[2] Zira anlatılmak istenen şey; her çağda çıplak gerçekliktense, varoluşsal olarak pragmatist bir şekilde gerçekliğe elbise(post) giydirilmek istenmesidir. Bu şekilde gerçekliği görünmez kılıp gerçekliğin ötesinde ideolojik olarak gerçekliğe giydirilen elbiseyi gündemde tutmaktır post gerceklik.
[3] Ralph Keyes, The Post-Truth Era
[4] https://en.wikipedia.org/wiki/Main_Page
[5] http://www.felsefe.gen.tr/john_locke_kimdir.asp#
[6] http://www.felsefe.gen.tr/auguste_comte_kimdir.asp#
[7] Aristotales, retorik sanatı, fallacy
[8] Niccolo Machiavelli, Prens, s.71
[9] Bir Halkı Savunmak, Ali Fırat, S.40
[10] Ali Fırat: Kadın Üzerine (Kitap ve konuşmalarından, 1992 – 2009)
[11] Sıfır Noktasındaki Kadın Nevâl es-Saadavi, Selma Demiröz (Çevirmen)
[12] https://1000kitap.com/kitap/sifir-noktasindaki-kadin–148176
[13] İnce Memed,Roman, Yaşar Kemal
[14] muhtesem-gatsby filmi, Baz Luhrmann, Yapım yılı:
[15] , Sanat yönetmeni: Simon Duggan
[16] https://noktalivirgulkaosu.tumblr.com/ post/163361637654/abdullah-%C3%B6calan-kad%C4%B1n-%C3%BCzerine/amp
[17] Ali Fırat-Bir Halkı Savunmak-Kapitalist devlet ve toplum-Uygarlığın krizi
[18] http://www.amargidergi.com/yeni/wp-content/uploads/2015/09/amargi
[19] Lozan…, Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet, 1 Ekim
[20] Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü, Özgür eş yaşam, Ali Fırat
[21] Kadın Özgürlüğü, Ali Fırat
[22] http://www.jineolojidergisi.org/index/icerik/bir-kadindevrimi–rojava–nujin-derik–ilham-ehmed-/
[23] Bir Halkı Savunmak-S.187, Ali Fırat
[24] https://dergipark.org.tr/download/article-file/222332
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.