Düşünce ve Kuram Dergisi

Soğuk Savaş Zamanı: Birinci ve İkinci Savaşlar ve Hegemonya

Wenda Dursend

Kökleri 14.yüzyıla dayanan Avrupa kapitalist sistem: Rönesans, reform, coğrafi keşifler, bilim ve teknikteki gelişme ve iktisat bilimindeki gelişmeler Merkantilizm, sömürgeciliğin gelişmesi ve modern Avrupa’nın şekillenmesinde başlıca etkenler olmuştur. Kapitalist modernite 16. yüzyıldan 18.yüzyılın sonlarına kadar ticari kapitalizm 18.yüzyıldan 1970’lere kadar endüstriyel kapitalizm, 1970’lerden sonra da finans kapital hegemonya ile küreselleşmiştir. 30 yıl savaşları ve 80 yıl savaşları Avrupa tarihinin en uzun ve yıkıcı savaşlarından olup Avrupa’daki büyük güçlerin çoğunun da dahil olduğu din görünümlü olan ve daha çok Avrupa üstünlüğü için yaşanan savaş sonrası 1648 Vestfalya Antlaşması imzalandı. Bu aynı zamanda Avrupa’nın kendi içinde düzeni yeniden tesis eden, savaş ve iktidar sorunlarını çözen ve güç dengelerini değiştiren tarihi antlaşmalardan biri olmuştur.  Fransa, Avrupa siyasetinde alınacak kararlara yön veren ülke konumuna yükselirken; İngiltere, çok daha güçlü olarak Avrupa siyasetinde söz sahibi olmaya başlamıştır. Kutsal Roma Cermen’in Avrupa’yı tek bir imparatorluk altında birleştirme politikasının yerini bir çeşit denge politikası almıştır. 

17.yüzyıldan beri güç dengesi devletlerin ya karşılıklı işbirliği içinde oldukları ya da birbirleriyle savaştıkları ve güçlerin rakipleriyle tek evrensel güç olma mücadelesi yönündeydi. 1713’te Utrecht Sözleşmesiyle birden fazla devletin uluslararası sisteme hâkimiyet sağlama stratejisi kabul edilmiş ve küçük devletlerin yaşama güvenceleri güç-denge sistemi üzerinden sağlanmaya çalışılmıştır. Evrensel imparatorlukların yerini ulusal krallıklara ve ulus-devletlere bırakmanın yolu açılmıştır. Böylece modern çağın başlangıcı olan antlaşma olmuştur. 19. yüzyılın başında Fransa’nın uluslararası sisteme tek başına hakim olma amacı, Fransız ihtilalinin yaydığı fikirlere karşı ihtilal savaşlarını başlattı. Napolyon savaşları sonrasında Fransız ordusunun koalisyon orduları tarafından yenilgiye uğratılmasından sonra rekabetçi güçler ve büyük güçlerin etkili olduğu Avrupa’daki sınırlar ve güçler dengesini yeniden belirlemeye yönelik kararların alındığı 1815’te Viyana Kongresi gerçekleşmiştir. Fransız devrimi öncesine kadar Avrupa’da güç dengesi sistemi, Fransız devrimine doğru değişmeye başlamıştır. Güç dengesi sisteminde büyük devletler isterlerse küçük devletleri ortadan kaldırabiliyordu. 18. yüzyıl sonlarına gelindiğinde ise büyük devletler kendi aralarında anlaşarak küçük devletleri ortadan kaldırmaya dönük kararları uygulamaya başlamıştır. Osmanlının ortadan kaldırılarak paylaşımına yönelik ilk teklifler bu döneme denk gelmektedir. 

Viyana Kongresinde Avrupa’da barış ve düzeninin ancak Napolyon savaşlarının etkisinin ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşeceğini savunan birçok devlet temsilcisi katıldı ve her birinin kendilerine göre gayeleri vardı. Fransa “Meşruiyet ilkesini” ileri sürmüştür. Bu ilkeye göre Napolyon savaşlarından önceki meşru hükümdarlar, tahtlarına ve topraklarına iade edilmeliydi. Avrupa’nın eski küçük krallıkları ve devletleri bu ilke etrafında toplandılar. Ancak nihai kararları belirleyen dört büyük devlet olan İngiltere, Avusturya, Prusya ve Rusya oldu. Böylece Avrupa haritası yeniden şekillendi. Bu düzenle birlikte 1870’e kadar Avrupa’da gelişen istikrar ve refah, sanayileşmenin ikinci aşamasını gerçekleştirmek için kullanılmıştır. Cezalandırma yerine denge, intikam yerine meşruiyet yönünde hareket edilmiştir. Buna göre Avrupa barışının meşru otoriteye itaatle korunabileceği kararına vardı. Napolyon’un Avrupa’da kurmak istediği evrensel monarşi bu tedbirlerle önlendi. Napolyon’un yenilgisiyle İngiltere sanayi devrimiyle denizaşırı sömürgecilikte ciddi bir rakibinin kalmamasıyla ve deniz gücü tekeliyle 100 yıl sürecek olan dünya hegemon üstünlüğü dönemine girdi. 19.yüzyılın ilk yarısında Bismarck’ın tarih sahnesine çıkmasıyla uluslararası sistem ve devletlerarası ilişkiler yeni bir döneme girdi. Sistemin kurallarını şekillendirenin güçlü olanın rekabetiyle belirleyen olduğu yönündedir. İttifaklar sistemi ile iç politikada Prusya monarşisinin ayrıcalıklarını koruyarak güçlendirme, dış politikada ise Avusturya-Macaristan imparatorluğunun etkisini kırarak Alman ulusal birliğini sağlamaktır. Bu hedeflerine ulaşmanın yolu olarak dönemin meselelerini diplomasi yerine kan ve demir siyasetiyle sonuçlandırmıştır. 

Fransa’nın kurması muhtemel askeri ittifakla Almanya arasında patlak verecek bir savaş Alman birliğinin sonunu getirebilir olasılığı karşısında Bismarck, bu olası savaşı engellemek ve bir bütün Fransa’yı yalnızlaştırmak için ittifaklar sistemi oluşturarak çeşitli anlaşmalar ve teminatlar imzalamıştır. Böylece Almanya’nın siyasi birliğini tamamlayıp güçlü bir imparatorluk olarak Fransa’nın yerini alarak İngiltere karşısında denge olarak Avrupa siyasetinde etkili olmaya başlamıştır. 

Alman birliğinin sağlanmasıyla, 1815 Viyana Kongresinde kurulan düzenin yerini ittifaklar sistemine bırakmıştır. Geç bir tarihte siyasal birliğini tamamlayan Almanya, İngiltere ile rekabete girmiştir. Buna karşı İngiltere de Almanya’yı durdurma politikası izlemiştir. Militarizm önemli bir gelişme göstermiş askeri alana büyük yatırımlar yapılmıştır. Almanya Osmanlı ile ilişkiler geliştirerek doğuya doğru yayılma politikası izlemiştir. Bu durum Rusya’yı rahatsız etmiştir. 1907’de İngiltere ve Rusya Reval görüşmelerinde, Almanya’ya karşı ortak hareket etme kararı aldı. Balkanlarda Panslavizm izleyen Rusya ile Avusturya-Macaristan arasında rekabet durumu aynı zamanda Avusturya-Macaristan’ın Almanya yanında yer almasına neden olmuştur. 1. Dünya Savaşının başlamasından önce bloklaşmalar tamamlanmıştı.  Avrupa 20. yüzyılın ilk çeyreğine 30 milyon insanın hayatını kaybettiği büyük 1. Dünya Savaşıyla girmiştir. 

Sanayileşmeyle ham maddeye ulaşma gereksiniminin ortaya çıkması ve pazar ekonomisinin gelişmesi, rekabeti artırmıştır. Avrupa ulus-devletlerinin sömürgecilik yarışıyla hammadde ihtiyacını giderme, üretim fazlasının pazarını oluşturma ve dolaşım denetimini sağlamak için egemenliğini kendi sınırlarının ötesine yaymıştır. Rekabetçi aşırı üretim ve azami kar hırsı üretim ve dolaşımın sınırlarını çiziyordu. Bu bakımdan sınırları çizen gücün belirleyiciliğinin rekabetinde sömürge yarışıyla kamplaşmalar gelişmiştir. Sömürgeciliğin hızlanmasında ve daha sonrasında emperyalizme dönüşmesinde ulusal birliklerini ve kapitalist endüstrileşmesini yeni tamamlayan devletlerden Almanya ve İtalya’nın hammadde ve pazar ihtiyacını karşılamak için yarışa girmesiyle, eski güç olan Fransa ve İngiltere’nin sömürgelerine göz dikmelerine neden olmuştur. Fransa ve İngiltere ise bu durum karşısında sömürgelerini bu iki güç karşısında koruma amacı taşıyordu. Avrupa’da tüm bu gelişmeler yaşanırken ABD bağımsızlığını sağlamış yeni kara ve deniz gücü olarak dünya ticaretinde önemli bir sanayi üretimini gerçekleştiriyordu. Pasifik okyanusuna çıktıktan sonra gözlerini uzak doğuya çeviren ABD ve yabancılara açıldıktan sonra bir kalkınma denemesine giren Japonya, 1905’te Çin’le yaptığı savaşı kazanarak Çin’e galip gelmiştir. Bu dönemde Çin, Japonya egemenliği ve baskısı altında olmakla birlikte yine de önemli bir güçtü. 

ABD, 1. Dünya Savaşı öncesinde dış politikasında etkili olan Monroe doktrini doğrultusunda, yalnızlık politikası ile Avrupa devletlerini Amerika’dan uzak tutarak, Avrupa’daki olaylara karışmayacak, Avrupa devletlerinin Amerika’daki varlıklarına saygı gösterecek; buna karşılık Avrupa devletleri de Güney Amerika’ya yönelik yeni sömürge politikalarına girişmeyecekti. Roosevelt, bu doktrine eklemeler yapmıştır. Buna göre Avrupa; Amerika’yı işgal edemeyecek, olası bir müdahaleyi kendisi için milli güvenlik tehdidi olarak algılayacaktır. Böylece ABD’ye kıtada işgal ve ekonomik ilişkilerine müdahale etme hakkı doğacaktır. Latin Amerika yavaş yavaş Britanya’dan Amerikan etkisine geçiyordu. Savaş öncesi yapılan bir takım gizli antlaşmalarla toprak paylaşımları üzerinden kamplaşmalar şekillenmiştir. İngiltere, Fransa, Rusya, Sırbistan, İtalya, Portekiz ve son olarak ABD’nin katıldığı İtilaf devleri ile Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı imparatorluğu ile Bulgaristan’ın yer aldığı ittifak devletleri olarak bloklaşmıştır. 

 

Savaş Sonrası Kürdistan’ın Yeni Durumu

20.Yüyılın ilk çeyreğinde herkesin kendi hesapları ve hedefleri doğrultusundaki kamplaşmaların getirdiği kırılganlık son olarak Avusturya-Macaristan veliaht prensinin öldürülmesi olayıyla modern tarihin en yıkıcı savaşlarından biri olan 1. Dünya Savaşı patlak vermiştir. Osmanlı yönetimindeki İttihat Terakki Cemiyeti Enver, Talat ve Cemal paşaların Turancılık politikaları ile kaybedilen toprakları geri kazanma üzerinden Almanya ile yaptığı gizli antlaşma ile ittifak güçleri yanında savaşa girmiştir. Savaş sürecinde İttihat Terakki Cemiyetindeki Osmanlı, 1915 Tehcir Kanunuyla Ermeni soykırımını gerçekleştirmiştir. Rusya’da 1917 devrimi sonrası değişen yönetimle Çarlık Rusya’nın, savaş öncesi yaptığı gizli antlaşmaları ifşa ederek savaştan çekilmesi, itilaf güçlerini zor durumda bırakmıştır. ABD savaşın başında tarafsızlığını koruyarak izlediği yalnızlık politikasıyla savunmasını amaçlayarak ileride olası yayılma hareketlerine hazırlık imkânı oluşturmuştur. Savaş patlak verince tarafsızlığını ilan etmesine rağmen savaş boyunca itilaf güçlerine silah satışı yaparak ekonomik kar sağlamıştır. İtilaf güçlerine yaptığı silah ticaretine tepki olarak ABD gemilerinin Alman denizaltıyla vurulması üzerine ABD başkanı savaş sonlarına doğru Wilson Prensipleri adı altında ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını içeren bildiri yayınlayarak, itilaf devletlerinin yanında savaşa girmiştir. ABD’nin savaşa girmesiyle savaşın seyri İtilaf Devletleri lehine değişmiştir. Aynı şekilde savaşın sonlarına doğru 1917 Ekim Devrimi sonucu, Çarlık Rusya’nın yıkılmasıyla Rusya’nın savaştan çekilmesi Almanya’yı rahatlatmış olsa da, ABD desteğiyle itilaf güçlerinin ilerleyişini sürdürmesi karşısında ittifak devletleri yenilgiyi kabul ederek savaştan çekilmişlerdir. Savaş sonrası yapılan barış antlaşmalarıyla yenilgiye uğrayan devletleri ağır şartlar taşıyan savaş tazminatlarıyla ağır yükümlülükler altına almış, bu da daha sonra gelişecek 2. Dünya Savaşının alt yapısını hazırlamıştır. 

Yaşanan siyasi ve sosyal çalkantılar yeni siyasi ideolojiler ve rejimler oluşturmuştur. Faşizm ideolojisinin doğmasına Almanya ve İtalya’da iktidara gelmelerine neden olmuştur.  Yine Avrupa’da güç dengeleri değişmiştir. Savaşın galibi olan İngiltere ve Fransa’nın ağırlığı artmıştır. İngiltere’ye karşı Avrupa’da önemli bir rakip güç konumuna gelen Almanya’nın yenilmesiyle İngiltere bir süre daha hegemon gücünü korudu. Savaş sonrası uluslararası siyasi düzeni tesis etmek, barış ve güveni sağlayıp devam ettirmek amaçlı kurulan Milletler Cemiyetine ABD katılmayarak tekrar içe çekilmiş ve uluslararası siyasette izolasyon bir siyaset izlemiştir. Bolşevik devrimiyle reel sosyalizm 1922’de SSCB kuruluş bildirgesini ilan etti, böylece kapitalist sistem karşısında reel sosyalizm oluştu. Almanya ise savaştan yenilgiyle çıkması sonrası büyük güç kaybına uğramıştır. 

Savaş sonrası Wilson prensiplerine karşılık sömürgecilik, mandacılık olarak güncellenmiştir. Savaş sonrası Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun siyasi haritası değişmiştir. Ortadoğu’nun yapay sınırları çizilerek büyük ölçüde siyasi haritası çizilmiştir. Ortadoğu, sahip olduğu konumu nedeniyle 1. Dünya Savaşıyla birlikte dış güçlerin yoğun saldırısı ve baskısı altında tutularak müdahalelerle yeniden şekillenmiştir. Bölge; büyük devletlerin yoğun güç mücadeleleri altında zayıflayarak istikrarsızlığın yaşanmasına neden olmuştur. Gelişen sanayinin enerji ihtiyacı temelinde petrol kaynakları ve ticaret yollarının denetimi, ağırlıkta hegemon güç olan İngiltere belirleyiciliğindeki denetimle şekillenmiştir. Ortadoğu, İngiltere ve Fransa hâkimiyetine girmiştir. Lozan Antlaşmasıyla, Osmanlı yerine modern Türk ulus-devleti resmileşirken; Kürdistan dört devlet arasında pay edilerek parçalanmıştır. Musul-Kerkük petrolleri daha sonra Türkiye ile yapılan antlaşmayla İngilizlere bırakılmıştır. Ortak vatan da, ortak gelecek olarak Kürtlerin yeni cumhuriyetle yaptıkları ittifak yok sayılmış, Kürt kimliği katı inkar ve imha siyasetine tabi tutulmuş ve buna karşı gelişen direnişler ise katliamlarla bastırılmıştır. Hakim ulus-devletler halindeki güçler olan Arap, Fars ve Türk devletleri izledikleri tekçi ve merkeziyetçi anlayışla halklar, inançlar, kültürler beyaz, kara ve yeşil faşizmin içinde adeta eritildiler. 

Büyük güçler arasındaki silah teknolojisindeki gelişmelerle silahlanma yarışı hız kesmeyerek rekabet ve çıkar çatışmaları, 1939-1945 tarihleri arasında dünyada büyük felaketlerin ve yıkımın yaşandığı 2. Dünya Savaşına neden olmuştur. 1. Dünya Savaşından yenilgiyle çıkan Almanya’da milliyetçilik Hitler liderliğinde Nazizm ideolojisi olarak, İtalya’da ise Mussolini tarafından Faşizm olarak yükselişe geçmiştir. Almanya ve İtalya’nın faşist devletlere dönüşerek ve yayılmacı politika izlemeleri karşısında İngiltere ve Fransa müttefik devletler birliğini oluşturdu. Almanya etrafında ise mihver devletler olarak toplanmıştır. 1. Dünya Savaşı sonrası ABD ve SSCB Avrupa siyasetinden uzak kalmıştır. 1929 dünya ekonomik buhranı sistemin en büyük krizi olarak yaşanmıştır. ABD’nin 1. Dünya Savaşı sürecinde önemli oranda altın rezervi ve sermaye birikimi oluşmuştur. Kriz üretimde azalmaya, talepte daralmaya, konut sektöründe durgunluğa, tarım ürünlerinde büyük fiyat düşüşlerinin yaşanmasına ve dış ticaret açığının oluşmasına bağlı olarak başta kuzey Amerika ve Avrupa kıtası olmak üzere daha çok sanayileşmiş ülkeleri etkisine alarak işsizler ve evsizler ordusuna neden olmuştur. Yaşanan bu kriz en fazla da 1. Dünya Savaşında yenilgiyle çıkan Almanya’nın dış borçlarını ağırlaştırmıştır. Bu durum Almanya’da milliyetçilik dalgasını beslemiştir. 

Tüm bunlar yaşanırken Uzak Doğu da hareketlenmiştir. Milliyetçi yönetimin egemenliğindeki Çin karşısında Japonya harekete geçerek, Mançurya’yı işgale başlamıştır. Aynı şekilde ABD-Japonya arasında giderek tırmanan mücadele, Japonya’nın Çin’i istila etmesi ve sonrasında ABD’nin Çin’deki menfaatlerini tehdit etmesi giderek ilişkileri gerginleştirmiştir. Japonya’nın Almanya ve İtalya ile üçlü pakt imzalamasıyla bu ittifak direkt ABD’ye yönelmiştir. Bu gelişmelerden sonra İngiltere ve ABD yakınlaşmıştır. Almanya Versay Antlaşmasını tanımadığını, daha öncesinde SSCB ile yaptığı Polonya’ya saldırmazlık antlaşmasını da yok sayarak Polonya’yı işgal etmiştir. Bunun karşısında İngiltere ve Fransa’nın Polonya’ya verdiği güvenceler, onları da Almanya’ya savaş ilan etmesine neden olmuş ve dünyada yeni büyük bir savaş başlamıştır. Dünyanın değişik bölgelerinde de devletler bloklara uygun birbiriyle savaşa girmiştir. Sıcak savaş ağırlıklı olarak Doğu Avrupa, Doğu Asya ve Kuzey Afrika’da gelişmiştir. Savaş sürecinde Hitler Almanyası tarafından Yahudi ve Roman soykırımı gerçekleşmiştir. ABD Japonya’yı kayıtsız şartsız teslim almak için atom bombası kullanarak Japonya’ya yenilgiyi kabul ettirmiştir. Türkiye, savaşın başında İngiltere ve Fransa ile savaşa katılmayı belli koşullara bağlayan ittifak antlaşması imzalayarak, savaş boyunca dışında kalarak içe kapanmış. Ancak Almanya’nın yenilgisi belirlemeye başlayınca, savaş sonrası gelişmelerin dışında kalmamak için müttefiklerin yanında yer alarak Almanya ve Japonya’ya savaş açmıştır. Stalingrad savaşı, Kızıl Ordu ile mihver orduları arasında yaşanan tarihin en kanlı savaşlarından olup, Almanya yenilgisinin önünü açmıştır. SSCB; Kızıl Ordusunun doğudan ABD, İngiltere ve müttefiklerinin batıdan ilerlemesi sonucu Almanya yenilgiye uğratılmıştır. Savaş müttefiklerin zaferiyle sonlanmıştır. 

 

2.Dünya Savaşı Sonrası İki Kutupluluk!

Savaş sonrasında ise Almanya, SSCB’ye bağlı Doğu Almanya(DDR) ile Batı Almanya olmak üzere ikiye bölünmüştür. ABD dışında savaşın galibi olan devletler de savaştan yorgun çıkmıştır. ABD ve SSCB savaşın kazananı olmuştur. Savaş sonrası sömürgeci güçlerin zayıflaması karşısında halkların kendi kaderini tayin etme üzerinden sömürge uluslar, ulusal kurtuluş mücadeleleri başlatmıştır. Savaşı kaybeden devletlerin toprakları işgal edilmiştir. 2. Dünya Savaşını durduramayan Milletler Cemiyetine son verilmiş yerine Birleşmiş Milletler(BM) kurulmuştur. Savaş sonrası Ortadoğu’da yeni bir yapılanma yaşandı. Eski sömürge devletler bağımsızlık savaşına başlamıştır. 2. Dünya Savaşı döneminde SSCB ve İngiliz etkisine giren İran’da 1946’da Mahabat Kürt Cumhuriyeti kurulmuş ancak, SSCB’nin desteğini çekmesi ve İran’dan çekilmesiyle İran tarafından yıkılmıştır. Sistemin milliyetçilik ideolojisinin sonucu olan Yahudi soykırımının izlerini silmek amacıyla halkların iradesini hiçe sayan BM tarafından Filistin’de 1947’de paylaşım planıyla bağımsız Arap ve Yahudi devletlerinin oluşumunu öngörüyordu. İsrail kuruluşunu (1948) resmen ilan etti. Böylece Ortadoğu’nun kanayan yarası olan İsrail-Filistin sorunu ortaya çıkarak, bölgenin denetim ve müdahaleleri için kullanılmıştır. Savaş sonrası dönemde ABD ve SSCB’nin etki alanlarıyla ABD İngilizlerden boşalan güç dengesinin boşluğunu doldurarak kendi etkisi altına almıştır. SSCB ise ABD karşıtı rejimlerle işbirliğine gitmiştir. 1953’te İran başbakanlığındaki Muhammed Musaddık, İran’daki İngiliz petrol tesislerinin millileştirerek İngiliz ve ABD çıkarlarını zedeleyince CIA tarafından yapılan darbeyle yönetimden uzaklaştırıldı. Mısır’ın Süveyş kanalını millileştirmesi karşısında Batılılar ortak hareket etmiş, bunun karşısında SSCB’de Mısır’ı desteklemiştir. Büyük güçler kendilerine bağlı yönetimlerle bölgenin en büyük enerji kaynağı olan petrolü denetimlerine almışlardır. Soğuk savaş dönemi boyunca bölge devletleri iki blok arasında denge siyasetiyle varlıklarını korumaya çalışmışlardır. Filistin-İsrail sorunu ve onun tetiklediği savaşlar, yine İran-Irak Savaşı Arap ülkeleri arasındaki çelişki ve rekabeti körüklemiştir. Ortadoğu iki blok arasındaki rekabetin etkisinde kalmıştır. Türkiye’nin savaş sonrasında NATO’ya üyeliği ve bu dönemde Amerika ve batı eksenli bir politika izlemesi, hem bazı Arap ülkelerini rahatsız etmiş hem de SSCB ile 1. Dünya Savaşı sonrası iyi olan ilişkilerin gerilmesine neden olmuştur. Savaş sonrası aynı şekilde Almanya’nın mağlubiyeti İngiltere ve Fransa’nın tükenişleri Orta ve Batı Avrupa’da bir güç boşluğu yaratmıştır. Soğuk savaş boyunca ABD ve SSCB arasındaki bilek güreşi nükleer silahın arkasına dayanan caydırıcılık ile sözün gücünü kurmada sorunlar diplomasi manevralarıyla çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştır. 19.yüzyıl ve 20.yüzyıl İngiliz hegemonyası savaş sonrası Avrupa’nın yaşadığı büyük yıkımla, geleneksel hegemon güç dengesi modern Avrupa’da oluşturulan bu yeni düzenle Avrupa merkezli İngiliz hegemonya ABD merkezli hegemonya olarak yer değiştirdi. 

Kurumsal mekanizmaları oluşturan Bretton Woods anlaşmasıyla IMF’nin kurulmasına, dünya bankasının oluşturulmasına ABD dışındaki tüm üyeler ulusal paralarının değerini ABD dolarına endekslemişlerdir. Bu sistem ABD’nin içinde bulunduğu ekonomik güçlükler nedeniyle 1971 yılına kadar sürmüştür. ABD başkanı Truman’ın 1947’deki kongre konuşmasında ilk kez dünyanın iki ideolojik ilkeler arasında bölünme aşamasında olduğundan söz ederek, savaş esnasında ABD ve SSCB arasındaki işbirliğinin sona erdiğini, yerini tekrar antikomünizm aldığını ilan etmiştir. Yine SSCB’nin Türkiye’den boğazlardan üst istemesi ve Yunanistan’da sosyalistlerin etkili olduğu, yönetimin olması karşısındaki komünist tehlikeye karşı bu iki ülkeye mali yardım yapacağını açıkladı. Truman doktrinin ilanıyla soğuk savaşın iç ve dış hedefleri karşılıklı olarak liberalizm ve komünizm ilkeleri altında karşılıklı birbirini dışlama şeklinde, ideolojik kavganın bir tarafında yer alma şeklinde bloklaşma içine girdi. Savaşın Avrupa’da getirdiği büyük yıkım ve kaos sonrası Avrupa’da komünizmin güçlendiği ve SSCB’nin etkinliğinin artması, ABD’nin endişelerine neden olmuştur.  

ABD bu durum karşısında önlem olarak Avrupa’nın maddi ve manevi olarak güçlendirilerek ekonomik olarak ayakta kalmasını ve siyasi olarak bağımsızlığını koruyacağı, böylece SSCB’nin ve komünizmin etkisi kırılabileceği yönündedir. Savaşın büyük yıkımlarının olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırmak için, ABD tarafından İMF yoluyla uygulanacak istikrar programı ile BM ve Dünya Bankası tarafından finanse edilecek yeniden imar planıyla, iki taraflı yüklü kredilerle savaşın büyük yıkımının tamiri olacağı yönündedir. Marshall Planıyla Amerika’nın yapacağı ekonomik yardımlar, daha çok Batı Avrupa üzerinde yoğunlaşması; birinci aşamada Avrupa’nın ekonomik darboğazdan çıkarılması, ikinci aşamada Avrupa’nın ekonomik açıdan tamiri için uzun vadeli bir program öneriyordu. Kısa sürede Avrupa’ya güven verme, uzun vadede ABD’nin, Avrupa’nın içişlerine karışmalı sonrasında Avrupa’nın kendi ayakları üzerinde duracak bir yardım geliştirildikten sonra bunun uygulamasının Avrupalılara bırakılmasını hedefliyordu. Marshall Planı, Amerikan emperyalizmin Avrupa’da yayılmasını içeriyordu. Savaşın büyük yıkımlarının olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırmak için ABD tarafından Avrupa devletlerine yüklü krediler verilmiştir. Avrupa’da 18.yüzyılda başlayan birleşme hareketleri, ABD’nin Avrupa üzerindeki etkisini kırmak için 1951’de Avrupa Kömür Çelik Topluluğunun kurulmasını ve 1957’de imzalanan Roma antlaşmasıyla da Avrupa Ekonomik Topluluğunu (AET) oluşturulmuş, son olarak da Avrupa birliğine ulaşmasıdır. 

2.Dünya Savaşının, iki karşıt güç galipleri olan ABD ve SSCB başatlığında kapitalist dünya ile sosyalist dünya arasında iki kutuplu yeni bir dünya düzeni oluştu. 1947’de başlayan ve yaklaşık 44 yıl süren soğuk savaş, ABD’nin önderliğinde Batı Bloku ile SSCB önderliğindeki Doğu Bloku arasındaki ekonomik, siyasi, bilimsel, teknolojik, nükleer bir rekabet ve çatışma durumu olarak yaşanılan gerilimdir. Soğuk savaş kavramı olarak ABD ile SSCB arasındaki ideolojik ve siyasi gerginlik olarak, kapitalist blok ile komünist blok arasındaki topyekûn savaşa girmeden, devam eden uzun süreli yüksek gerilimli ilişkileri ifade etmiştir. Küresel boyutta bir güç mücadelesinin yaşandığı bu dönemde ABD, liberal düşünce ve demokratik değerler kavramlarını, SSCB ise özgürlük ve sosyalizm kavramları üzerine söylemler geliştirerek, kendi eksenlerinde hegemon güç olmaya çalışmışlardır. Churchill’in ABD’deki demir perde konuşmasıyla başlar. Konuşmasında sosyalist hareketlerin dünyada yayılması karşısında savaş açarak, Anglo Sakson ülkelerini kendi yanlarında birlikte hareket etmeye çağrı yaptı. Soğuk savaş döneminde ABD ve SSCB arasındaki rekabet ve çekişme dünyada nükleer savaş paranoyasının yayılmasına neden oldu. Bundan dolayı da devletler bir taraf olmayan bertaraf olur anlayışıyla, bu iki blok arasında kendilerine yer bulmaya çalışmışlardır. ABD rızaya dayalı bir hegemonya ile etkinliğini sürdürmeye çalışmıştır! Soğuk savaşın ilk etabı Avrupa’da gerçekleşmiştir. 1949 Çin Devrimi sonrası, 1950-1953 yılları arasında Kuzey ve Güney Kore arasında yaşanan savaşta doğu bloku ülkeler Kuzey Kore’yi,  ABD ise Güney Kore’yi destekledi. Türkiye Kore savaşına asker göndererek savaşa girmiştir. Savaş sonrasında NATO üyeliği kabul edilmiştir. 1. Dünya savaşı sonrası SSCB’nin Ortadoğu ve Doğu-Güney Avrupa’daki etki düzeyinin artması karşısında; ABD ve İngiltere tarafından bu etkiyi kırma ve sosyalist düşüncelerin yayılmasını önlemek amaçlı, 1949’da NATO kuruldu. Başlangıçta devletlerin siyasi ve antlaşma koşulları ile siyasi ortaklık olarak kurulan NATO, Kore savaşında ortak askeri bir güç oluşturulunca, askeri bir kimlik kazanmıştır. Düşman tanımlaması olarak kapitalist sistemi tehdit edenler ve özellikle sosyalist komünistler olarak gösterilmiştir. Bu tehditler karşısında iç ve dış politikalar üretilerek, ülkelerde müdahaleler geliştirilmiştir. 1952’de Türkiye üye ülkeler arasına katıldı.  NATO tarafından cephe gerisi operasyonların örgütlenmesi olan gladyo Türkiye’de 1953’te kontrgerilla örgütleme olarak seferberlik tetkik kurulu (STK) olarak oluşuma gitmiştir. 1965’te Özel Harp Dairesi ve 1990’lardan itibaren Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) olarak isim değişikliğine gitmiştir. Türkiye’de 6-7 Eylül olayları, 12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül gibi darbelerinin gerçekleştirilmesinde rol oynamıştır. 

NATO oluşumun ardından SSCB’de 1955’te Varşova Paktı’nı kurarak birbirlerine karşı müttefik oluşumuna gitmişlerdir. 2. Dünya Savaşı sonrası sömürgeciliğe karşı gelişen ulusal kurtuluş savaşları sonrası Asya, Afrika ülkeleri Hindistan ile öncesinde doğu blokunda yer alan Çin ve Yugoslavya’nın SSCB ile girdiği görüş ayrılığı sonrası; bağlantısızlar hareketi ismini veren üçüncü bir blok oluşmuştur. ABD ile SSCB arasındaki rekabet olmakla birlikte, nükleer bir savaşa yol açabilecek çatışmaların önlenmesi için de tedbirler almaya başladılar. Bu amaçla yapılan görüşmeler 1962’deki Küba füze krizi olayına kadar karşılıklı olarak diplomasi ile sürdü. Küba krizi döneminde ABD, Türkiye’ye füze konumlandırmış; buna karşılık olarak SSCB’de müttefiki Küba’ya uzun menzilli güdümlü nükleer füze konumlandırmıştır. Karşılıklı restleşme şeklinde gelişen bu durum karşısında küresel bir savaşın patlak verme ihtimalini gündeme getirmiştir. Ancak sonrasında iki güç karşılıklı olarak yerleştirdikleri füzeleri kaldırarak anlaştılar. Yumuşama dönemi, iki gücün Küba’da takip ettikleri krizin savaş eşiğine varacak davranışlardan kaçınma şeklinde ortaya çıktı. Küba krizinde dünyanın nükleer bir savaşın eşiğinden dönmesi, bu süreci hızlandırmış ve çözüm için birçok antlaşma imzalandı. 1960-1961 yıllarında gerçekleşen görüşmeler, detant (yumuşama) dönemi olarak tanımlanmıştır. Bu sayede birçok ülke, aralarında yaşadıkları birçok sorunu diyalog yoluyla çözme yoluna gitmişlerdir. Detant döneminde diğer önemli gelişme olarak ABD gözetiminde Mısır ile İsrail arasında Camp David Antlaşmasıyla Mısır, İsrail’i tanıyarak Filistin topraklarını İsrail işgaline açık bıraktı. Bu durum Arap dünyasının liderliğinde büyük sarsıntı meydana getirdi. 70’li yıllarla birlikte ABD, Çin’e uyguladığı yalnızlaştırma politikasından vazgeçmiştir. Sonraki yıllarda iki ülke arasında birçok ticaret antlaşması imzalanmıştır. SSCB ve ABD dönemin iki süper gücü olarak diplomatik alanda bir uzlaşı içinde olmuşlardır. Siyasal anlamda rekabet devam etmiştir. İki güç arasındaki rekabet bu dönemde birbirine yakın rejimleri destekleyerek devam etmiştir. 2. Dünya Savaşıyla Japonya’nın hâkimiyeti altına giren ve ABD’nin 1963-1973 arası Vietnam’ı işgaliyle başlayan Vietnam Savaşı, soğuk savaş döneminde Kore savaşından sonra yaşanan ikinci sıcak savaş olmuştur. Savaş sonucunda dünyada anti-Amerikancılık gelişti. 1975’te Amerikan ordusu, Vietnam’dan çekilmek zorunda kaldı. 1968, dünyada sistem karşıtı birçok barış ve özgürlük hareketi ortaya çıktı. Soğuk savaş sürekli bir gerginlik hali olarak yaşansa da başlangıcından bitişine kadar iki güç doğrudan sıcak savaşla karşı karşıya gelmeyerek, daha çok ideolojik çekişmeyle yaşanmıştır. ABD’nin Reagan doktrini çerçevesinde 80’lerden 90’lara kadar ki soğuk savaşın son süreçlerinde ABD,  SSCB destekli Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerindeki antikomünist hareketlere açık ve gizli destek vermiştir. Türkiye’de, 12 Eylül Faşist darbesiyle devrimci hareket tasfiye edilmiştir. Ekonomik alanda dışa açılma olan 24 Ocak kararları hayata geçirilmiştir. Beyaz Türk faşizminin bunalımıyla Kemalist 1. Cumhuriyetten yeşil faşizm olan Türk İslamcı 2. Cumhuriyetin inşasına geçilmiştir.  

 

Sonuç

Gelinen aşamada özü; sömürü baskı olan kapitalist modernite toplumsal, ekonomik, siyasal, kültürel olarak bir bütün tarihinin en büyük sistem krizini yaşamaktadır. 20.yüzyılda 1. ve 2. dünya savaşlarıyla oluşturulan siyasal sistem aşılırken; 21.yüzyılda kurmak istediği yeni sistemi, 3. Dünya Savaşı ekseninde Ortadoğu merkezli olup, savaş giderek yayılarak derinleşmektedir. Halkların özgürlük eğilimine karşı yeni kölelik kültürünün sürdürücüleri olan sistemin hegemon güçleri, kendi aralarındaki ilişki ve çelişki temelli çıkar çatışmaları üzerinden dünya düzeni yeniden şekillendirilmeye çalışılıyor. İki kutuplu dünya sistemi üzerinden oluşturulan soğuk savaş, döneminin 89’da SSCB’nin çözülmesiyle beraber siyaset bilimci Fukuyama, her hegemonyanın kendini son hegemonya olarak ilan etmesi şeklinde bir ezberle; tarihin liberal demokrasiyle birlikte sona erdiği şeklinde soğuk savaş sonrası, kapitalizmin alternatifsiz kaçınılmaz nihai son bir sistem olduğu yönünde belirlemede bulunmuştur. Bugün yaşanan 3. Dünya Savaşı gerçekliğinde bu peşin hükümlülük boşa çıkmıştır. Hegemonik güçlerin çıkar savaşları hegemonyalarını büyütme amacı taşıyor. Ortadoğu merkezli yaşanan 3.Dünya Savaşı ile 20.yüzyıl siyasal sistem aşılmaktadır. 21 . yüzyıl siyasal sistemin, Ortadoğu merkezli olarak, özellikle Kürdistan ve Suriye’de yoğunlaşarak derinleştiği tarihsel bir süreçten geçiyoruz. Kapitalizm sürekli kriz oluşturarak, yeni savaşlar geliştirerek, jeopolitik çıkarlar temelindeki kirli planları doğrultusunda, kendilerine göre esnetilebilen ulus-devletin kutsal sınırlarının dokunulmazlığı mitiyle egemenlik sultasında kendisini kutsamaktadır. Sistem, yaşadığı krizi yeni bir dünya düzeni oluşturma üzerinden aşmak için, 3. Dünya Savaşının çatışma alanlarıyla varlığını sürdürmeye çalışıyor. Yaşadığı çoklu krizden çoklu savaşla çıkmaya çalışan kapitalist düzenin hegemon güçleri, çıkarları temelindeki ilişki çelişki hali gücün belirleyiciliğinden hegemonya alanlarını büyütme amacı taşıyor. Kapitalist sistem; jeopolitik çıkarları temelinde halkların eşitlik, özgürlük, demokrasi taleplerini sürekli kriz üreterek ve kaos halinde tutarak yeni savaşlar geliştirerek, bastırmaya çalışarak, kendini yeniden yapılandırarak ayakta kalmaya çalışmaktadır. Böylece dipten gelen anti iktidar güç olan halkların özgürlük demokrasi eşitlik talepleri karşısında bir ittifak etme durumuyla bu talepler bastırılmak istenmektedir. Buna karşı halklar da kendi demokratik özgür geleceklerini inşa etmenin adı olan 3.Yol siyasetiyle çıkışını yapıyor.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.