Düşünce ve Kuram Dergisi

Toplum ve Kadın Kırım Politikası

Rodil Zîlan

 

Bir genellemeyle başlarsak manevi, maddi, sosyal bağlarından, toplumsallığından koparak doğup büyüdüğü ya da yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalmanın her insan için sonuçları zor ve ağır olur. Savaş, katliam gibi nedenlerle askeri, siyasi erk tarafından göçe zorlanmak ya da tehcir edilmek ise tarifi imkansız acı ve trajedilere yol açar.  Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani, Kürt ve Êzidî, Alevi gibi etnik kimlik ve inanç farklılığının bizzat hedeflenerek soykırıma tabi tutulması en utanç verici insanlık suçudur. Soykırım suçu işleyen devletlerden biri olarak Türk devleti hala bu suçla yüzleşmemiş ve yargılanmamıştır. Bir halklar mezalimi olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Türk ve Müslüman olmayan halklara, inançlara karşı izlediği militarist ve şoven politika büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Kürt halkı, Alevi ve Êzidî Kürtler ciddi tehlike altındadır. Yine başta Türkiye’de, Ortadoğu ülkelerinde ve küresel kapitalist sistem nedeniyle yoksul olan ülkeler ekonomik, siyasi nedenlerle dışarıya aşırı göç vermektedir. Kapitalizmin doğa, toplum yıkımı, yol açtığı işsizlik ve savaş nedeniyle dünya genelinde sayısı hiç de azımsanmayacak düzeyde göç hareketleri vardır. Göçün nedenleri ve yarattığı sorunları, açığa çıkan durumları komple ele almaktan ziyade özelde Kürt ve kadın olarak göç olgusu bu yazıda irdelenecektir.

Göç eden kadınların özelde Kürt kadınlarının durumu yeterince tanımlanmayan, araştırmalarda yer almayan ya da yok denecek derecede ele alınan bir konu olmaktadır. Kürtlük tanımlanmamış gizli bir kimliktir. Kürt ve kadın olarak iki özelleşmiş kimlik üzerinden göç alanını değerlendirmeye ihtiyaç olduğu kanısındayım. Göçle ilgili çokça yapılan araştırmalar var. Ancak bunlar daha ağırlıkta göçün devletlere yüklediği ekonomik faturalarla, iç-dış siyasette dezavantaj ve avantajlarla ilgilidir. İki yüzyıllık Kürt sorununun kanlı biçimde Türk, Irak, İran ve baskıcı Suriye rejimi tarafından bastırılması başka bir tarihsel inceleme konusu olarak bırakılırsa, göç ve göçertme denilince genel olarak Kürtler ve özelde Kürt kadınların hafızasında iki kritik olay canlanır. Bunlar Türk devletinin 14 Haziran 1934 yılında yürürlüğe koyduğu Mecburi İskan Kanunu ve 90’lı yıllarda köy, mezra yakma, boşaltmanın yol açtığı trajedidir. Türk devleti, zulmün adı olan Mecburi İskan Kanunu ile Kürtleri doğduğu topraklardan askeri zorla kopararak, kendisinin belirlediği illere sürgün etti. Direnenler katliamdan geçirildi.

Kurdistan’da sömürgeciliğin tahkimi için kültürel, ekonomik, sosyal, siyasi soykırım örtülü olarak daimi yürürlüktedir. Kürtlerin göçmenlik durumu, her zaman örtülü kültürel soykırım merkeze alınarak incelenebilir. Ekonomik sömürüden kaynaklı ekonomik sorunlar, yoksulluk, dar gelirlilik Kürtleri Türkiye’nin illerine ve Avrupa’ya yöneltmiştir. Göçmen işçi Kürtler ve bir de siyasi mülteci Kürtler ciddi bir nüfusa tekabül eder. Ortalama bir tarih verecek olursak 1960’lara kadar Kürtleri göçe iten temel başlıca neden ekonomik sömürü nedeniyle işsizlik, yoksulluk olurken, 80’lerden sonra siyasi neden ilk sıraya oturur. Bunun temelinde Kürt sorunu vardır. Ekonomik, siyasi, sosyal sömürü kuşkusuz baskı, imha, inkarla örülü katı askeri-siyasi şiddet politikalarını tanımlayan Kürt sorununun çözümsüzlüğüyle ilgilidir. Sömürge Kurdistan’ın sömürge kadını, erkeği, genci, ailesi, her bireyi iliklerine kadar sömürüyü yaşar ve gündelik yaşamı sömürü kıskacı altında varlığını sürdürmekten ibarettir. Kürtlerin en tanışık olduğu kavramların başında göç ve mültecilik gelir. Yurt dışındaki siyasi mülteci Kürtler, Irak’ta mülteci kampı, Kurdistan’dan Türkiye’ye göç ederek dağılan Kürtler ayakta kalma, yaşama kavgası içindedir. Bakurê Kurdistanlı Kürtler Türkiye’nin ağırlıkta İstanbul, Adana, Mersin, İzmir başta olmak üzere Marmara, Ege, Akdeniz bölgesindeki illere göç etmişlerdir. Askeri, siyasi şiddet gizlenerek Kürtlerin, Kurdistan’dan Türkiye’nin illerine göç etmesi normalleştirilip meşruluk kazandırılır. Kentler arası normal bir nüfus hareketliliği gibi gösterilir. Oysa her bir Kürt ailesinin, bireyinin Türkiye’nin başka bir iline göç etmesi demek kültürüne, yaşam tarzına yabancı olan her şeye yeniden başlaması demektir. Kürtler, Arap ülkeleri dahil dünyanın her yerine göç etmiştir. Yaşama tutunmanın arayışı olarak göç yoluna girmiştir. Açıktır ki Kürtlerdeki göçün nedeni çözüme kavuşturulmamış özgürlük sorunudur. Siyasi statü kazanmama sorunudur. Kürt sorunu ele alınmadan tek başına bir olgu, kavram olarak göç konusuna bakılamaz. Ancak Kürt sorunu temel kriter belirlenerek göçün nedenlerine ve sonuçlarına dair gerçekler anlaşılır kılınabilir. Göç eden diğer halklar için yapılacak sosyolojik, psikolojik tespitler, ulaşılan analizler tam olarak Kürt halkını, Kürt kadınlarını ifade etmez. Bu Kurdistan’a uygulanan sömürgeciliğin karakteriyle ilgilidir. Göç ve göç hareketlerini inceleyen akademisyenler, sivil toplum örgütleri, bilimsel-sosyolojik çalışmalar yapan herkesin ve üzerinde bolca konuşan siyasetçilerin Kürtleri, göç eden halklar sıralamasına alarak isim listesine almaları fazla bir şey ifade etmez. Bilimsel nesnelcilik yetmez. Pozitivist düşünce tarzlarıyla bilinmeyen bilinir kılınamaz.

Türk devletinin Kürt politikası imha ve inkar çizgisine dayandığından örtülü kültürel soykırım öyle ustalıkla uygulanır ki, bunu açığa kavuşturmak ancak siyasi örgütlü bir mücadeleyle mümkün oldu. Bir halk, sahip olduğu ve ürettiği maddi-manevi değerleri zihniyet, toplumsal yaşam tarzı olarak şekillendirir. Kültürün yaşanması kendi değerleriyle inşa edilen toplumsal yaşamın sürekliliğiyle mümkündür. Türk, İran, Suriye devletlerinin Kürt politikası ortadan kaldırmaya, eritmeye, dağıtmaya yönelik olmuştur. Toplu fiziki kıyım Dersim, Zilan ve Agirî’de 20. Yüzyılın ilk on yıllarında yaşandı. Ardından süregelen politika daha sert bir asimilasyonla kültürel soykırımla tamamlanmak istendi. Kültürel soykırım, fiziki olarak yaşamını sürdürmenin olanakları olsa da halk olmaktan çıkmaktır.  Abdullah Öcalan, hem kurumsal hem anlamsal olarak derin bir parçalanmayı ve zihniyet yitimini “kültürel soykırım toplumu” olarak tanımladı. Sömürü, asimilasyon ve soykırım Kurdistan’da uygulandığı gibi,  göçertilen her yerde bu gerçeklik Kürt halkının karşısına dikilir. Göç, beyaz Türkçü kültürde eritilmek istenen Kürdün, kültürel soykırımına eklenen halkadır.

Nitekim Kürt Özgürlük Hareketi ve öncüsü Kadın Özgürlük Hareketi soykırımı durdurmak, Kürt halkının varlığını kabul ettirmek ve kolektif haklarını yaşar hale getirmek için bedeli ağır bir mücadele yürütmektedir. Kürt sorununun ağırlaşmasında sömürgeci bölge ulus-devletleri kadar kapitalist hegemonik güçlerin rolü belirleyicidir. Milliyetçi, dinci Türk devlet yapılanması ve iktidarı altında Kürt halkının varlığını sürdürebilmesi ancak en çileli, acılı yaşama mahkum olmaktır. Göç bu mahkumiyete karşı koyuş, soykırımdan kurtulmanın bir çıkış yolu olarak da başvurulur. Kürtleri kendi anayurdunda yurtsuzlaştırma, sistematik özel savaş politikası gereğidir. Kürtlere anayurdu Kurdistan’da mülteci gibi yaklaşılır, mülteci gibidir. Üzerinde yaşadığı toprağa, sahip olduğunun hiçbirine gerçekte sahip değildir. Faşist Türk devletinin ayırımcı, düşmanca yaklaşımı Kürdün sahip olduğu maddi-manevi her şeyi üzerinde egemenlik kurmaya muktedirdir. Maddi değerlerine el koyduğu gibi manevi değerleri sistematik saldırı altındadır. Kürde saldırı, öldürme suçu yargı dışındadır. Ne acıdır ki defalarca mezarlarının parçalanması, cenaze törenlerinden tutalım her şeyine, kültürüne şiddet olağan hale gelmiştir. Bu Kürde uygulanan düşman kanunuyla ilgilidir. Yurtdışındaki mültecilerin bile yasal hakları vardır. Ancak Türkiye’de Kürtlerin hiçbir hakkı yoktur. Anadili Kürtçeyi yasaklayan Türk devleti, tüm devlet araç gereçlerini devreye koyarak, zor ve baskı uygulayarak Kürt halkını, Türkleştirmeye çalışır. Asimilasyon tam hızla devam ederken, anadilde eğitim yasaktır. Türk devleti, baskı ve zor kullanarak Kurdistan’ın boşaltılmasını Türkiye metropollerine göçün önünü açarak kesintisiz süreklileşmesini sağlayarak demografya değişimini amaçlar. Eğitimin ötesinde anadilde yaşama, sanat yapma yasaklıdır. Kürt halkı, asimilasyonun en büyük kurbanı olarak yurdunda ve göç ettiği Türkiye illerinde daha şiddetli saldırılara maruz kalır. Kürt olarak yaşama ancak özgürlük mücadelesinin günlük olağanüstü direnişiyle sağlanır. Kürtler adeta Kürt olarak yaşamak için günlük bedel verir. Ölüm, tutuklanma, yıllara varan hapis cezaları gündelik yaşamın bir parçası haline getirilmiştir. Siyasi, kültürel yasaklar tüm insan hak ve özgürlüklerinden mahrumiyeti içerir. Kürtler yok hükmünde sayılır. Abdullah Öcalan’ın kırk yıllık özgürlük mücadelesiyle Kürtlük ve Kürt halkı meşruluk kazandı, toplumsal güç ve siyasi irade sahibi oldu.

Kürtlere reva görülen yurtsuzlaştırma bir de göçe zorlayarak gerçekleştirilir. Kürt halkı için göçün anlamı, varlığını, kimliğini tüm maddi ve manevi kültürel unsurlarını terk etmeye zorlanmaktır. Fiziki terk etmek, kültürel terk etmek iç içe yaşanır. Kürt sorununu açımlamadan göç olgusunu kadınlar ve bireyi olduğu Kürt toplumu açısından değerlendirmek zorlaşır. Kürdün göçü başka halklardan insanların göçüne benzemez. Kürdün yaşadığı toplum kırımı, kadın kırımıdır. Diğer uluslardan bireylerin hiçbiri ulus inkarıyla, kültür inkarıyla, sömürgeleşme gerçeği altında ezilerek Kürdün yaşadığı düzeyde göç yollarına düşmez. Ulusal kimliği, dili, kültürü inkar edilen Kürdün, Türkiye metropollerine göç etmesiyle küçümsenmesi, aşağılanması daha derin yaşanır. Göçmen Kürt kadını için kendisini çevreye kabullendirmek amacıyla uzun bir maraton başlar. Kültürel çatışma üst boyutta yaşanır, uyum kendinden taviz vermekle başlar. Hep kendinden eksilterek ortama uyum sağlanır. Kendin gibi kaldığında ortamdan dışlanır sosyal tecridi yaşar. Bilinmeyen dilin yabancısı olarak etrafla ilişkilenmeye çalışsa da ilişkisiz kalır. Türkiye’de bir Kürt olarak yaşamak ömür boyu sosyal, siyasal hükümlü olmaktır.

 

Savaşla Göçerterek Yurtsuzlaştırma Bir Savaş Suçudur

Ortadoğu’daki savaşın hız kazanması ve bu savaşın yarattığı tahribat onlarca yerleşim yerinin yıkılmasına ve toplu göçlerin yaşanmasına yol açmakta. Kürtler, Araplar ve bölge insanı yurt içinde, Ortadoğu’nun farklı ülkelerine dağıldığı gibi bir de yüzünü Batı’ya vererek denizde, okyanuslarda boğulma pahasına kaçar. Kürt halkı için asimilasyon, kültürel soykırım bir de savaşın devreye girmesiyle göçle sonuçlanır. Diğer halklar asimilasyon, kültürel soykırımdan ziyade savaş ve ekonomik sorunlar nedeniyle göç eder. Son yıllarla birlikte özelde yakın tarih verecek olursak 2010’dan bu yana DAİŞ’in Suriye rejimini hedefleyerek kısa sürede Kürt illerine yönelmesi salt DAİŞ’in planıyla ilgili gelişmedi. Türk devleti tarafından planlandı. Türk devleti, Kürt yerleşim bölgelerinin adı olan Rojava’nın boşaltılması için askeri işgal dahil özel savaş yürütmektedir. DAİŞ’i bu amaçla desteklediği gibi Kobanê’nin DAİŞ’in eline geçmesi için askeri, lojistik her türlü yardımı sunarak, birlikte çalışarak sınırları açık tutarak, teşvik ederek insani yardım adı altında boşaltmayı hedefledi. Suriye savaşına dahil olup sınırda çadır kent oluşturarak sınırın diğer tarafında yaşayan Kürtleri, yurdundan çıkarmaya, boşaltmaya çalıştı. Göç politikasının demografi değişimiyle yakından bağı vardır. Toplu göçertmelerle boşalan alana farklı ulus ve politik gruplardan yeni yerleşimler oluşturarak tarihsel toplumsal dokuyu bozmayı amaçladı. Ayrıca Türkiye toplumuna dönük içte de aşırı milliyetçiliği yükselterek, başta Kürtler olmak üzere düşmanlaştırma ve karşıtlaştırmayla, saldırı psikolojisini geliştirerek yürüttüğü savaşla iç toplumsal desteği sağlamaya çalıştı. Askeri işgal amaçlı sınırları ihlal edip Kürtlerin ölümüne, göç etmesine yol açan savaş suçlarını Türkiye toplumuna kahramanlık ve güvenlik üzerinden servis etti. Bugünkü iktidar tarafından işlenen insanlık suçları “milli dava, milli onur” saptırmasıyla perdelendi, gerçekler ters yüz edildi. Bizzat Efrîn’de olduğu gibi işgalle yüzbinlerce Efrînli yerinden yurdundan göç ettirildi. Zorunlu Türkçe eğitim ve uygulaması getirilerek, Kürtler asimilasyona tabi tutuldu. Rojava Özerk Yönetimi İnsan Hakları Komisyonu’nun verilerine göre, işgal öncesi Efrîn’de Kürt nüfusu yüzde 95-97 arasındayken, 2022 yılı verilerine göre bu oran 30’lara düşmektedir. Üçüncü Dünya Savaşı gerçeğinde Kobanê’yle sembolleşen Rojava direnişi, sadece DAİŞ’e karşı yurdunu savunma olmayıp, fiziki, kültürel soykırım ve göçertmeye karşı direnmedir. DAİŞ’in saldırısı sırasında Şengal’i bırakıp kaçan KDP ve Irak askeri güçlerinin, Êzidî halkını katliamla baş başa bıraktığı biliniyor. Türk devleti, KDP ve Irak ortaklığında Êzidî halkına ya katliam ya göç dayatmaktadır. İktidarın, Şengal’e bomba yağdırması, keşif uçaklarıyla suikastlar düzenlemesi güvenlik endişesini yükselterek, halkı korkutarak, psikolojik olarak çökertmeye çalışarak, Şengal’in boşaltılmasını hedeflemektedir.

Yine araştırmaya değer olan “uluslararası sivil toplum-yardım kuruluşları” aracılığıyla binlerce Êzidî genci ve kadını Avrupa’ya götürülmektedir. Şengal’in boşaltılması Êzidîliğin bitirilmesidir. Avrupa devletleri, Şengal’in özerk statüsünün tanınmasına yönelik çalışma yürüteceğine, sistematik olarak Avrupa’ya göçün yolunu açık tutarak kültürel soykırıma imza atmaktadır. Êzidî halkının, ölümüne direnerek, göç etmeyerek Şengal’de kalması kültürel, ahlaki direniştir. Êzidî olarak varlığını sürdürme direnişidir. Benzer tehdit ve saldırılar Türk devletinin 1990’lı yıllarda vahşet düzeyinde uyguladığı köy yakma ve katliamlarından kaçarak Irak’a göç eden ve Maxmur Mülteci Kampı’nda yaşayan Kürtlere karşı yapılmaktadır.  Kürt halkının nerede olursa olsun direnişi, kapitalist modernite güçlerinin Kurdistan merkezli Ortadoğu’da derinleşen paylaşım savaşına karşı kimliğini, yurdunu, varlığını koruma ve statü kazanma mücadelesidir. Savaşla göçerterek yurtsuzlaştırma bir savaş suçudur. Fiziki katliamlar nasıl ki suçsa, işgal ve istila ederek toplu göçe zorlamak, zoraki sürgün etmek de bir insanlık suçudur. Türkiye ve Suriye’de savaş, göçün temel nedeni olarak öne çıkarken, İran’da rejimin Kürt halkına uyguladığı baskı ve aynı zamanda şeriat rejiminin anti demokratik karakteri halkın göç etmesinin nedenidir. Türk devletinin Kürt düşmanlığı Üçüncü Dünya Savaşı gerçeği halkların yaşamını tehdit eden, tehdit etmekle kalmayıp yerleşim yerlerinin yıkımına, yoksulluğa yol açan, savunmasız, barınaksız, geleceksiz bırakan tahripkar bir düzeyi ifade etmektedir. Yaşanan toplum kırımdır, kadın kırımıdır.

Aynı zamanda Türk devlet politikası, Avrupa’ya göçü teşvik etmekte ve jeostratejik olarak Avrupa’ya gidişin göç akışına kanal oluşturmaktadır. Böylelikle Türkiye, Avrupa Birliği’nin göç krizinin anahtarını elinde tutarak, AB’ye farklı konularda baskı yapma, diplomatik taviz koparmayı amaçlamaktadır. Bazen de AB’yi tehdit etmek maksadıyla Yunanistan’a gidişin kapılarını açmakta ve göçmenleri topluca oraya yönlendirmektedir. Üçüncü Dünya Savaşı krizinden bir de göç nedeniyle yararlanmaya çalışmaktadır. AKP-MHP iktidarı, insan kaçakçılığı yapanlarla iş tutarak, bunu organize eden ve organizasyonuna katılandır. O nedenle Türkiye’nin diğer göç alan AB ülkelerinden ciddi farkı vardır. AB ülkeleri ucuz iş gücü için yasal olarak alırken ve kaçak yollarla gidenlere yasalarını uygularken, Türk devleti ise bir nevi insan kaçakçılığı yapmaktadır.

Türk devletinin, Türkiye’yi mülteci deposuna dönüştürmesi Batı karşısında pazarlık gücünü artırma, taviz koparmaya dönüktür. Aldığı milyonlarca dolar parayı mültecilere değil, iktidarına, yandaşlarına akıtmıştır. Savaş, yaşamı tehdit ettiğinden, yaşam hakkını, yerleşim yerlerini ortadan kaldırdığından göç dalgasına yol açmıştır. Göç, kesintisiz dalgalar olarak devam etmektedir. Üçüncü Dünya Savaşı bitmeyene kadar göç dalgası devam edecektir. Savaşın, istikrarsızlığın, ölümün, yıkımın temel sorumlusu olan kapitalist modernite güçleri ve bölge ulus-devletleri, savaşı durdurmayı toplum yararına çözüm odaklı politika üretmediği için engellemeye çalışmaktadır. Savaşın bir sonucu olarak ülkelerine göçü engellemeye dönük tedbirleri tartışmakta ve katılaşmaktalar. Göçün sorumlusu olan devletler, toplumun algısını yönlendirerek mülteci, sığınmacı karşıtı anti propaganda yürüterek toplumda tepki oluşturmakta, göçmenleri tehdit olarak göstermekte, dışlanmasını sağlamaktalar. Toplum bir göç kriziyle tehdit ve istila endişesine sürüklenmektedir. Göçmen karşıtlığı milliyetçilik ve ırkçılığın yükselmesini de getirmektedir. Öyle ki sanki egemen ulus-devlet iktidarları, toplumun kendiliğinden tepki gösterdiğini ileri sürerek bunu iç-dış politikada malzeme olarak kullanmaktadır. Oysa devletler, göçü bizzat yarattığı halde toplumsal tepkiyi ileri sürerek sınırlama getirdiklerini savunmaktalar. İktidarlar tarafından göçmenlere yönelik dışlama, ötekileştirme düşmanlık, ırkçılık boyutundadır.

Savaşın yarattığı göç, hükümetlerin işçi alma programlarını geçersiz hale getirdiğinden artık buna ihtiyaç yoktur. Göç akışı fazla olunca bir de ucuz işgücü olarak göçmenlere ihtiyaçları yoktur. Kurdistan merkezli Ortadoğu’da yaşanan savaş, devletlerarası siyasi sınırları askeri sınırlara çevirmiş, sınırlarda askeri tedbirler kışlayı aratmayacak düzeye vardırılmıştır. İran, Türkiye ve diğer devlet sınırlarında yüzlerce insan kaçakçı, suçlu görülerek sınır ihlali nedeniyle vurulmaktadır. Artık göç, suç niteliğini almıştır. Denizde boğulmaya, soğukta ölüme, açlığa terk edilmekteler. Sınırı yasadışı geçme suç olup kanun ihlali sayılmaktadır. Şimdi dünyanın gündemine oturan devletlerarası diplomatik görüşmelerin öncelikli gündemi haline gelen mültecilik ve göç, ulus-devletler için ekonomik yük ve sınır güvenliğinin ihlali kapsamındadır. Doğulu, Batılı devletler sınır güvenliği üzerinden güvenlikçi politika izleyerek, sınırlarını tahkim etmenin sıkı uygulamalarla önlemenin tartışmasını yaparak, tedbir kararlarını artırmışlardır.

Savaşın sonucu olarak yaygınlık kazanan göç artık küresel bir kriz halini almıştır. Hükümetler devşirme, gayri meşru ordu ve kayıt dışı ucuz işgücü olarak yararlanıp, ihtiyaç fazlasını potansiyel suçlu yaparak hedef göstermektedir. Göçten yaratılan korku iç siyasette en etkili silah olarak kullanılarak, halkın desteği alınmaya çalışılmaktadır. Kendinden olmayan yabancıya öfke, düşmanlık, aşağılama, öteki görme günlük davranış halini alır. Böylelikle toplumun vicdani, ahlaki değerleriyle oynanır, anlam, etik yıkımına uğraması sağlanır. Göçmenlere karşı şüphe artar, hazır yiyiciler, huzur bozucular olarak bakılır. Toplumun karşı karşıya olduğu en büyük problemin baş edilemeyen göçmen sorunu olduğu işlenerek kriz yaratılır. Göçmen krizi iç siyasette, dış politikada öncelikli bir gündem olarak hep masadadır. Göçmenlerin sosyal, psikolojik durumu tali planda kalır. Göçle ilgili devlet analiz raporları ise devletlerin ne kadar zarara uğradığı ya da iç dış politik ekonomik çıkarı açısından nasıl kullanması gerektiğine dönük fikirler içermekten öteye gitmez. Kadın ise bu tez ve analizlerde kendi başına bir alan olarak ele alınmamaktadır. Kadınların durumu, ekonomik iş gücüne katılıp katılmadığına dair tespitleri geçmez. Göç meselesi, yukarıda da belirtildiği gibi güvenlik, ekonomik yük, suçluluk terimleri üzerinden incelenir. Göçün nedenlerine değil, göç edenleri sorun olarak gören suçlayıcı anlayış, her fırsatta akılcı politika üretiminden dem vurur.

Kadın, toplumundan kopup göç ettiği yere toplumsal değerlerini, kültürünü götürür. Ancak bunu yaşaması normalin üstünde ruhsal, psikolojik dirençle olur. İçinde yaşadığı toplum her açıdan kendisine yabancıdır, benlik duygusu derin bir yalnızlığa bürünür, güçsüzleşir. Özgüvenden yoksun, ürkek, yarının ne getireceğini bilememenin endişesi tüm varlığını kaplar. Yüzmeyi bilmeyen birinin okyanustaki çırpınışı gibi tek başına hisseder. Gerçekte de tek başınadır. Çünkü insan toplumsal ilişkilerin bütünüdür. Göçmen bir kadın için yeni katıldığı toplum artık onun için ortak değerlerin paylaşımı olan toplumu değildir. Toplumun bir üyesi değildir, aidiyetlik duygusunu taşımaz. Kadın taşıdığı gerçeklik itibariyle yüz yüze ilişkileri, paylaşımı benimser. Yeni bir kültür, yeni bir dil her şeyiyle kendisine yabancı bir ortama ayak uydurması yılları alır. Kadın varlığının kendisi toplumsal bir kimliktir. Sosyal ilişkilere katılamamak bunalıma yol açar. Kadının ruhsal dünyasında derin yaralar açar. Aile sahibiyse bu daha da zorlaşır.

 

Kadın, Taşıdığı Değerlerden Kolay Kopmaz

Kendi ailesini ayakta tutmanın mücadelesi birey olarak kendisinde direnç, dayanıklılık oluştursa da içinde yaşadığı toplumdan yalıtık durum tecritten farksızdır. Göç eden her kadın toplumdan tecrittir, cinsiyetçi yaklaşım nedeniyle aile baskısına daha fazla maruz kalır, ailede de tecrit hayatı yaşar. Aile, kendi kendine yetmeye çalışan minyatür bir toplumu gibidir. Bu darlık, giderek daralmaya yol açar ve katlanılmaz bir hal alır. Barınma, sosyal güvence, ekonomik güvenceye kavuşuncaya kadar içe dönük, kapalı yaşam tarzını benimser. Aile içinde dar çelişki ve çatışmalar artar. Kadına şiddet artar. Ne paylaşacağı bir yakını vardır ne başvuracağı bir yer vardır, olsa bile buna güven duymaz. Yurduna, toplumuna derin özlem taşır. Duygu ve düşüncelerinde topraklarından kopmaz. Ömrünün yüzde altmışını, yetmişini ülkesinde geçiren bir ana, bir kadın için göç etmek işkenceden farksızdır. Taşıdığı kültürel değerler, yeni kültürel değerlerle büyük bir çatışma halindedir. Daha muhafazakâr tutumla içe kapanmayı benimser. Kadın, taşıdığı değerlerden kolay kopmaz. Kültürün yaratıcısı kadın, doğduğu, yaşadığı toprakla, yurduyla, köyüyle, kasaba ve şehrinin, ekosisteminin derin özlemini çeker.  Topluma dahiliyeti olmadığını bildiğinden karşı idraki tetiktedir, arkasında bıraktığına gerçekte sırtını dönmez, içinde yaşatır. Kürt kadını, erkeğin sömürgesi, egemen ulus devletin sömürgesi, bir de göç ettiği devlette emek sömürüsüne tabi kalır. Kadın, yaşam derdine düşmüş biri olarak toplumda karşılığı olmayan bir hiçtir, ötekidir, yabancıdır, ezilendir. Tüm olumsuzlukların ruhunun derinliklerinde yarattığı karmaşa, kişiliğini yaralar bazen de savurur. Kendisinin ve şayet bir yakını varsa bunun dışında tutunacağı bir dalı yoktur. Kurdistan’da dilsiz, erkek karşısında dilsiz, sömürgeci devlet karşısında dilsiz, bir de göçmenliğiyle dilsizdir. Gittiği ülkenin hukukunda kendine yer edinmeye çalışsa da bu yıllar alır. Kolay kolay meslek, iş edinemediğinden çevresi de oluşmaz. Ayrıldığı memleketiyle yoğun ilişkisini sürdürerek, teselli bulmaya çalışır. Çocuklar erken yaşta okul hayatına başladığında çevreyle uyumu daha erken sağlar ve anne kültürüyle başlayan sosyal çatallaşma giderek kapanmaz bir mesafeye dönüşür. Büyüyen çocuk anne ve aileyle, akraba çevresiyle ait olduğu toplumuyla ayrı dünyaları yaşar olur. Aynı dili konuşabilmeleri için annenin özel bir çabası gereklidir ya da gittiği ülkenin dilini öğrenebilirse çocuğuyla ilişki kurabilir. Entegrasyon çocuk ve gençlerde erken sonuç verdiği gibi kadında, yetişkinlerde daha fazla zaman alır. Çoğunluk karşısında azınlık kimliği, yabancı kimliği hayatın her anında önüne çıkar. Çocuklar ve gençler, ulus-devlet toplumuna benzeşerek, başkalaşarak kendi kültürünü unutarak, değişerek dönüşüm mekaniğini işletir. Aile artık birbirini anlamayan, ortak manevi değerler taşımayan fiziki birlikteliğin mekanına dönüşür.

Cinsiyetçi toplumda alt kimlik sayılan kadınlık, göç edilen yerde de alt kimliğe sahiptir. Kendi kabuğundan çıkarak toplumla uzlaşı, uyum arayışına girmesi sıfır noktasından başlamaktır. Hiçlikten var olmak için çırpınmadır. Kadın, toplumsal, ekonomik zorluklarla karşılaşır. Ekonomik, sosyal, siyasal güvencesi, dayanağı olmayan kadın, düşük ücretli işçi olmayı en büyük kurtuluş olarak görür. Kendi anayurdunda emeğiyle sahip olduğu değerler bir çırpıda yok olup gider ve tortu işlerde çalışmaya razı gelerek yaşam kavgasına atılır.

Kimliği gibi kişiliği parçalanır. Ekonomik kaygılar her şeyin önüne geçer. Ayakta kalma mücadelesiyle birlikte geri dönme umudunu hep korur. Kırılgan, yıkık duygularla bilinmeze yol alarak geldiği yeni coğrafya oturulan yer, çevre, kültür, dil her şeyiyle aidiyetine yabancıdır. Ruhuna saldırıdır. Kurdistan’da tabi olduğu asimilasyon yurtdışında entegrasyon olarak yumuşatılarak sürer. Hakim ulus kültürü karşısında kendi kültürü değersizleşir. İşsiz, evsiz, geleceksiz kalan kadının, toplumdan izole olarak yaşaması en ağır kahır olur. Çocuk büyütmek bile zorlaşır, sosyal bunalımlar aile içi şiddete dönüşür. Uyum sağlamaya ve yeni olanı benimsemeye çalıştıkça yaşadığı yeni toplumun değerlerini benimsemediğinden buluşmayı sağlayamaz. Benimseyip tamamen kültürel değişim gösterenler de olur. Ancak artık yeni bir aidiyetlik edinmiştir. Kendini inkar pahasına! Kendi kültürel, manevi değerleriyle yaşamayı başarması kendi topluluğuyla buluşma yeteneğine bağlıdır. Ortak siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik amaçlar etrafında bir araya gelen mülteciler örgütlü bir topluluk olarak güçlenir.  Aynı ulusal kimliğe sahip kimselere yakınlık duyarak bir araya geldikçe, bunu sürekli birlikteliğe dönüştürdükçe kültürel aidiyetlik duygusu canlanır, sosyal aidiyeti hisseder.  Kadın toplumsallığını yeniden inşa eder.

Göç eden kadınları bekleyen en büyük tehlikelerden biri de fuhuş başta olmak üzere uyuşturucu gibi ölümcül ağlara düşmesidir. Göç eden kadına kimsesiz, savunmasız gözüyle bakıldığından her türlü saldırıya açıktır. Dayanacağı toplumu, çevresi olmadığından çeşitli zorlukla karşı karşıyadır. Fuhuş sektörünün en kolay ulaşabildiği kimse olarak görülür. En kötü işlerin ham maddesi, en ucuz alınıp satılan meta gözüyle bakılır. Taciz, tecavüz saldırılarına maruz kaldığında bile, toplumda bir yeri, kimliği olmadığından suç duyurusu önemsenmez, dava dosyası en alta itilir, çünkü zaten toplumdan değildir, tanımsızdır. Bir işi olmadığında emek politikasına da dahil değildir. Yabancı ülkelerde göçmenleri bekleyen tehditler, tehlikeler, sorunlar hayli fazladır.

Göçün panzehiri yurtseverliktir, öze dönüştür, örgütlenmedir, mücadeledir. Kurdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin ilke olarak benimsediği yurtseverlik, ulusal sınırlara dayalı milli bir çerçeveyi önemseme olarak anlaşılmamalı. Kürt ve Kürt kadınları için yurtsuzluğun getirdiği kötülüklerin yaşanmaması ve kültürel değerlerin birikimi olan toplumsal yaşamın sürdürülmesi, toplumsal ilişkilerin eşit, özgür olması, etik ve estetik değerlerde anlam bulması için yurtseverlik vazgeçilmezdir. Her zorluğa rağmen göç etmemek, direnmek, mücadele etmek yaşamın anlamı için gereklidir. Irak yerlerde öze dönüş, toprağa, doğaya, varlığına kültürel dönüşe fiziki dönüşe ihtiyaç duyar. Bu gerçekleşinceye kadar her kadının öncelikli olarak kadın örgütünün, hareketinin üyesi olması; kendi topluluğuyla dayanışma içinde olması; sosyal aktivitelerini birlikte geliştirmeye özen göstermesi; sorunların çözümü için siyasi toplumsal mücadele yürütmesi; kültürel olarak erimemek için kültürel çalışmalara ağırlık vermesi; anadilinde yaşamı esas alması; özgüvenli, iradeli, güçlü ve başarılı bir duruş göstermesi şarttır. Yurtdışındaki Kürt kadınları ve Kürt halkı, uzun yıllara dayalı örgütlenme ve ciddi bir toplumsal mücadele sahibidir, etkilidir. Kürt kadınları bu örgütlenmeleriyle ayaktadır, diridir, aynı zamanda Kurdistan’daki özgürlük mücadelesinin öznesidir. Salt bir mülteci olarak kendisini ele almamakta, anayurduyla bağını sıkı tutarak sorunun çözümünde rol oynamaktadır. Başta Almanya olmak üzere Avrupa devletlerinin çifte standartlı yaklaşımı nedeniyle çoğu kez Kürtlerin örgütlü yapılarına, kurumlarına, bireylere baskı yapılmaktadır. Kürt kadınlarını yıldırmak, örgütlenmelerini dağıtmak, teslim almak için daha ileri gidilerek öncü Kürt kadınları hedeflenmektedir. Avrupa’da siyasi mülteci olan Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez, Emine Kara, Kürt sanatçı Mir Perwer’in MİT tarafından Avrupa’da silahlı saldırı sonucu katledilmesi, Avrupa’nın Kürt mültecilere dönük politikasını gösterir. Fransa devleti katliamların hiçbirini hala aydınlatmayarak ortaklık etmiştir. Avrupa, Türk devletiyle çıkar ilişkilerini sürdürmek için mülteci Kürtlerin kurum ve evlerine baskın yaparak, çalışmalarını kriminalize etmektedir. MİT-KDP işbirliğinde benzer saldırılar, siyasi mülteci olarak Başur ve Irak’a geçen Kürt şahsiyetlere dönük de yapılmaktadır. Nerede olursa olsun mülteci Kürtlerin güvenliğini hiç kimseye, hiçbir idari yapıya, devletlere bırakmadan kendi savunmasını yapabilecek durumda olması çok önemlidir. Açık ki kadınlar, Kürt halkının özgürlük mücadelesini daha da yükseltmeli ve örgütlenmelerini daha da büyütmelidir.

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.