Düşünce ve Kuram Dergisi

Toplumsal Öze Dönüşün İlk Adımı Olarak Toprağa ve Tarıma Dönüş

Didar Baran

Toplumlar kendi içerisinde ilk oluşumdan, ilk toplumsal adımdan başlayarak kendi dinamik dayanaklarını ortaya çıkarır. Tüm doğada olduğu gibi insan da kendi yaşam dayanaklarını kendi kültürü içerisinde, kendi bilinç ve tecrübelerinin sonucunda sağlar.

Kültürel gelişimler tarihsel gelişimlerdir. Tarih içerisinde toplumsal dayanaklar üzerinden gelişen, tüm topluma mal olan değerler öz itibariyle insanların, toplumların varlıklarını sürdürmek için geliştirdikleri bir üretim faaliyetidir. Ancak bunu sadece kurulu devletçi düzenler gibi salt bir faaliyet biçiminde ele almak eksik kalacaktır. Bugün toplumların toprakla ve tarımla duygusal ilişkisi toplumsallık içerisinde gelişen tüm kültürlerin, sadece yaşamı kolaylaştırmak için geliştirilen pratikler olmaktan çıkmaktadır. Toplumsallığın kendini güçlendirip anlamlaştıkça daha da fazla değere dönüşen en etkili üretimlerinden biri tarım kültürüdür.

Bu nedenle insanla gelişen ancak doğayla en anlamlı ilişkinin geliştiği uğraş, paylaşım, dayanışma, kültür, toprak ilişkisini toplumsallığa dayandırmak önemlidir. Bugün tarım ve toprakla ilişkinin köklerini ilk toplumsallaşmaya dayandırmanın, toprak ve insan, tarım kültürü ve ikisinin ilişkisini de kadınla kurmanın doğal toplumla-toplumsallıkla ilişkisini görmezden gelemeyiz. Özle ilişki deyince kökenlere ve tarihin toplumsal kültürüne inmek; geçmişle, bir nevi kendimizle ya da çok önceki hallerimizle bağımızı kurmak anlamına da gelir.

Tarım ve toprak öz itibariyle toplumların varlığını sağlama ya da nesnel maddi yaşam ihtiyaçlarını elde etmesi değildir sadece. Özle, kökenle gelişen ilişkisi yani tarımın kültürel yanı toplumsallığından gelir. Yaşamın doğayla en belirgin yanını ifade eder. Bugün insanların toprakla ve tarımla ilişkisine bakıp kültürel olup olmadığı ya da kültür olmaktan nasıl çıkarıldığı görülebilir. Bir toplumun kendi değerleri üzerinden ne kadar geliştiği ya da ne kadar doğal kaldığını görmek istersek bu durumda tarım ve toprakla ilişkisine bakmak yeterli olacaktır.

Toplumsallığın dayanakları, tarihten günümüze kadar ideolojik, sosyal ve politik olmasının yanı sıra en güçlü yanı olan kültürel yapılanması, daha çok doğanın kendisiyle gelişen ilişkisinde, toprakla girdiği temas ve tamamlayıcılığında gelişmiştir. Bunlar manevi değerler olduğu kadar, maddi yanı olan ama özünde maneviyatı barındıran ve üretimle bağı olan ilişkilerdir. Bunların sürdürülebilir ve günümüzde de güncel olması tamamen geçmiş güçlü tarihsel bağlarından gelir. Toprak ve tarım bu nedenle güçlü bir kültürel gelişim, yaşam biçimidir demek doğru olacaktır.

 

Geçmişin En Güçlü Kültürü Tarım…

Tarım tanım olarak topluma yararlı, gerekli olan bitkileri yetiştirmek, zenginleştirmek, beslenmek için toprak üzerinde üretilen üretimin bütününe denir. Bu tanım genel olarak kabul edilse de eksik ve yetersiz kalmaktadır. Pozitivist bir bakış açısı da denilebilir. Yani toprakla ilişkisi vardır ve çeşitlerine göre ekersen elde edeceğin üründür. Ancak toplumların kendi içerisinde dayanışmayla, kolektif bir yaşam biçimine dönüşmüşse insanla doğa, üretim arasında ciddi bir bağ kurulmuştur. Buna da kültürel bağ denir. Yani duygunun, emeğin, toplumsallığın iç-içe geliştiği bir gerçeği ifade eder tarım. Özelikle eski toplumlarda böyle yaşanmıştır. Bu nedenle tarım Kürtçe’ de çandini olarak kullanılır. Kültür-çand, tarım-çandini olarak yer bulur dilde. Çand kelimesi kültürel daimilik demektir. Uzun bir geçmişe dayanması demektir. Tarım kelimesi ile aynı anlamda kullanılır. Çandini kökleşmiş, kökleri derinlerde olan kültürü ifade eder.

Tarımı tanımlarken, ifade ederken niye bu kadar kültürel yanına vurgu yapıldığı düşünülebilir. Tarım köy kültürünün, insanlığın en temel ve kalıcı kök kültürü, ilişkisi olması gerçeği, aynı zamanda insanların bilinçli olarak geliştirdikleri üretim olması itibariyle de kendini insanlığın nitelik gelişiminde de etkili olmuş ve yaşamın diğer bir biçimi yani özsel, kök kültürü olarak, biçimi olarak ortaya çıkar. Tarım, köy kültürü Mezopotamya’da, özelde de Kürdistan’da yüz binlerce yılda gerçekleşen ve bu gelişmenin ruhsal, duygusal, bilinç yapılanmasının temel köklerini, birikimlerini örgütlü bir biçimde köy toplumunda sisteme kavuşturan kültürel üretimdir. Mezopotamya tarihinin bu kadar köklü gelişmesi, toplumsallığın en temel değerleriyle bu kadar ileriye geçiş yapması, zenginliği, üretkenliği, demokratik ahlaki yapıyı ortaya çıkarması, komün yaşam biçimiyle anlam bulan bir ekolojik yapılanmanın açığa çıkmasıyla açıklanabilir. Tüm bunlar tarımla, yerleşik yaşam kültürüyle bütünleşmesinden meydana gelmiştir.

Bugün Ortadoğu’da halkların öz değerleri bu kadar sağlam kalmışsa bunu tarım kültürüne bağlamak gerekiyor. Tarihe, geçmişte yüzümüze dönüp baktığımızda Afrika’dan yola çıkıp toplulukların Ortadoğu’ya yönelmeleri daha çok tarımın gelişmesinden kaynağını almaktadır. Aynı zamanda avcı, erkek toplumlarına da baktığımızda sürekli dışarıda hareketliliğin gelişmesi de toplumda yerleşik bir kültürün gelişmesini tek başına sağlayamazdı. Ancak tarım kültürü birçok üretim biçimini içine aldığı gibi, sosyal, siyasal, ideolojik yani ahlaki toplum yapısını ortaya çıkarmıştır. Toplulukların kendi koşullarında, kendi eliyle ürettiği ve örgütlediği tüm yaşamsal gerekliliklerinin yanı sıra duygusal, manevi bağlarını kurduğu en temel ilişki, tarım üzerinden gelişmiştir. Toprakla sade ve animal bir ilişki kurulmadıkça, doğal ve ahlaki bir toplum yapısının açığa çıkması mümkün değildir. O nedenle de ahlakın toprak ve üretimle ilişkisi tarımla daha çok açığa çıkmıştır. Tarım bugün sadece bir günlük ihtiyacı karşılama ya da yaşam ihtiyaçlarının tümünü karşılama aracı değildir. Tarım için bu izah yeterli olmayacaktır. Toplumların manevi, doğayla tamamlayıcılığı da tarım üzerinden daha çok gelişmiştir. Böyle olmasaydı geçmiş doğal ahlaki anacıl toplumlar bu kadar güçlü gelişemezlerdi. Günümüzün demokratik ahlaki-politik toplumlarının kendini bugüne kadar var etme hakikati, geçmişimizin köklerine yani tarım-köy toplumlarına dayanmaktadır.

Köy, tarım devrimi kuzey Mezopotamya’da iklimsel koşulların elverişli olması, yağışların yeterli olması, tarımsal besin bolluğu ve çeşitliliğin olduğu bir ortamda ortaya çıkmıştır. Maddi koşulların yanı sıra önemli olan zihinsel gelişim ve ortaklaşmacı zihniyet yapısı toplumu öz değerleriyle bir arada tutmuştur. Bu, herkesin artık büyük ölçüde kabul ettiği, onca tarihçi ve araştırmacının da ifade ettiği bir kanıdır. Bu durumun kendisiyle açığa çıkardığı diğer bir etki de köy topluluklarıdır. Tarımın yabanıl olmaktan çıkarılıp, insan eliyle toprakla ilişkisine kaktı sunulduğunda her şeyin yönü ya da her şeyin rengi değişmeye başlamıştır.

İnsanlığın geçmişinden bugüne kadar ahlaki-politik toplumların tarımla ilişkisi kültür haline gelmiştir. Önceleri göçerlik daha sonra yerleşik yaşama geçiş kendisiyle köylerin inşasını ve toplulukların daha rahat koşullarda daha fazla üretimle iç içe geçmesini sağlamıştır. Bu geçiş uzun yıllara dayanır. Toros- Zagros dağlarının kavislerinde devam eden üretkenlik, insanların her zaman biraz daha örgütlenmesini doğurmuştur. Tarım artık insanların her tür besinini ve katkıyı ortaya çıkaracak bir üretime yavaş yavaş dönüşmüştür. Verimli Hilal’in dağ eteklerinde dil, tarih, etnisite ve komün yaşam biçimlerini açığa çıkaran köy tarım kültürü olmuştur. Toplum artık yerleşik yaşamda toplumun ahlaki-politik yapısını örgütlemeye başlamıştır. İnsanlığın milyonlarca yıl önce Afrika’da başlayan serüveni Mezopotamya topraklarında bir devrimsel gelişime, niteliğe bürünmüştür. On, on iki bin yıl önce Mezopotamya koşullarının açığa çıkardığı tarımcılık, Fırat ve Dicle havzalarının yer aldığı, Akdeniz ılıman ikliminin hüküm sürdüğü kuzey ve güney yanlarına düşen Mezopotamya da verimli bitki ve yemişlerinin, doğal su kaynaklarının bol olduğu bir coğrafya olması tarihin gelişiminde ve toplumsal ilerlemenin sağlanmasında etkili olmuştur. Aynı zamanda evcilleştirilen hayvan türleriyle birlikte en çokta tarımsal olanak sunan bir coğrafya olması Ortadoğu’nun gelişim kültüründe önemli yer edinmiştir. Köy kültürünün gelişimi tarım kültürüyle birebir ilişkilidir. Örgütlenmenin doğal hallerinin komünlerinin demokratik ve ekolojik bir üretimle olduğu bu biçimde yansımasını bulmuştur. Tarımla ilişki, köy inşalarının oluşumu kendisiyle ciddi bir örgütlenme, toplumun her alanda kendisini ifade etme koşulunu da ortaya çıkarmıştır.

Tarım kültüründe etkinlik üretimin en güzel yanı yani üretkenliğin dayanışmacı yanını açığa çıkarmıştır. Köy toplumu ve tarım kültürü kadın toplumsallığıyla birebir gelişmiştir.

 

Kadının Temel Kültürü Tarım…

Tarımın başat kültür ve üretim olması tabi ki kadının yaşamdaki katılımıyla daha çok ilerlemiştir. Tarım kültürü kadın kültürüdür demek yanlış olmayacaktır. İlk toplumsallıkta kadın arayışları kendi çevresindeki insanları daha fazla örgütlemek, yaşamın ihtiyaçlarını doğru temelde ortaklaştırmak, doğayla kurduğu canlı ilişki temelinde gelişmiştir. Klan etrafında biçimlendirdiği yaşam doğayla hiçbir zaman kopuk olmamıştır. Uzun bir tarihin yaşanan tecrübeleri kadın eliyle ilerici bir tarihsel sıçramaya yol açmıştır. Ekin ekilmesi, yemişlerin çeşitlerini doğal bir biçimde ihtiyaçları karşılayacak konuma getirmesi, çok sayıda hayvanın beslemesi ve bunun karşısında da ondan ihtiyacı kadar faydalanması kadının tarımla ilişkisini güçlendirmesine neden olmuştur. Toplumsal ekonominin en temel özelliği halini alır böylece tarım. Bu durum bir örgütlenme ve toplumun her kesimini dâhil edecek bir ahlaki-politik düzey ortaya çıkarmıştır. Bu çabalar örgütlü ve bilinçli bir çaba içerisinde gelişmiştir. Tarım kültüründe toplumsallığını kuran toplumlar, her zaman için daha gelişkin olmuşlardır. Doğayla canlı bir ilişki, toplumun her kesimini kapsayan bir üretim, komünal bir yaşam, en önemli olan boyutlardan biri de dayanışmacı bir kültür açığa çıkarmıştır. Bu nedenle tarım kültürü toplumu çok yönlü geliştiren, sosyal canlılığı sağlayan, ortak dayanışmacı bir üretim ve kültür düzeyi açığa çıkarması itibariyle de sömürünün gelişmediği bir gerçeği ortaya çıkarmıştır. Mezopotamya’nın tarım kültürü bu dayanaklar üzerinden yaşamsal bir ifadeye kavuşmuştur. Bu gelişim kadının yaşamda aktif olduğu gerçeğini ifade eder. Kadının yerleşik yaşamı bu katkılarla örmeye başlaması günümüzün egemen ve sömürgeci erkek anlayışındaki gibi dar, mülkiyetçi, sömüren, tekleştiren, doğadan koparan ve erkek elinde bir üretime dönüşen bir yerleşiklik değildi. Tarım etrafında geliştirdiği yerleşik yaşam toplumsallığın kültürüydü. Bin yılları aşan zaman içerisinde ana kadın öncülüğünde gelişen bir sistem gerçeği etrafında doğal, özgürlükçü bir sistem, köy-tarım gerçeğiydi. Bu gün arkeolojik araştırmalarda da açığa çıkmaktadır ki gelişen üretim ve teknik düzeyi, bir bilgi ve birikim üzerinden gerçekleşmiştir. En önemlisi de dayanışmacı, kolektif, sevgi ve emekle gelişen bir ortaklaşmanın kanıtları olarak önümüze çıkmaktadır. Kadının doğayla uyumu, kendi çevresiyle ilişkileri toplumsal yaşamı düzenlemede belirleyici anlayış olmaktadır. Bunun zihniyet anlayışı varlığını somut olarak tarım köy gelişiminin demokratik, ahlaki yapısında açığa çıkarmaktadır. Bugün bile günlük olarak yaşamımıza baktığımızda köy kültüründe gelişen, yetişen insanlarla, kentlerde yaşayan insanların tarıma yaklaşımlarındaki farkı görebiliriz. Özelikle ekolojik ve canlıcılık boyutlarında bariz bir farkın yaşandığını, bunun toplumu zihniyet ve ruh yapısına kadar etkilediği gerçeği kendisini yansıtmaktadır. Tarım kültüründe kadının toplumla geliştirdiği ilişki daha çok kadın, ana emeği üzerinden gelişmiştir demek doğru olacaktır. Topluluklar dayanışmasının bilince dönüşmesi ancak demokratik bir zihniyetle açığa çıkabilir. Bu nedenle doğal toplumlarda kadına, ana emeğine büyük bir saygı vardır. Bu üretkenlik ve kültür tarım kültürünü geliştirmesiyle bağlantılandırılabilir.

 

Tarım Kültürü Doğayla En Canlı, Bilinçli İlişkiyi İfade Eder

Doğa diyalektiğini en güzel biçimde yaşamda pratikleştiren yerel kültürler, toprak ve tarım içinde yetişen ve yaşayan insanlarda gelişmiştir. Tarım-köy kültürü ekolojik bir zihniyetle gerçekleştikçe, buna paralel olarak toplum da sahiplenilmiş, geliştirilmiştir. Tarım insanında bütünlüklü bir bakış ve yaklaşım doğalında vardır. Kendisini doğanın varlığında bir parça görme, bunun bilincini yaşamda davranışlarında açığa çıkaran tarım kültüründe gelişen toplumsallıkta vardır. Tarımla, doğayla geliştirdiği bu ilişki, merkezi bir ilişki olmadığından nesnel bir yaklaşım haline gelmemiştir. Toplumun ve insanın bir karşıtı değildir doğa. Bunu en çok da tarımla ifade etmiştir. Ektiği, biçtiği, topladığı üretimi zenginleştirerek farklı besinlere çevirme durumu olsa da kutsanan bir ifade bulur toplumda. Doğa toplumun karşıtı olmadığı gibi, insanlar da doğanın üstünde, dışında bir canlı değildir. Tarım, köy kültüründe birey önemli bir yer edinir toplum içinde. Toplumsallığın gücü de kendisini toplumunun bir parçası olarak geliştiren bireyden geliyor. Buradaki birey, sadece kendi toplumunun değil aynı zamanda ekolojik yaklaşım olarak elinin değdiği, gözünün gördüğü, yüreğinin hissettiği ve aklının aldığı her şeyin kendisiyle birlikte olduğunun bilincindedir. Bu nedenle Ortadoğu’da gelişen tüm toplumsal inançlarda bu yaklaşımı görmek zor değildir. Güneşe, başağa, meyvelere, toprağa, suya, hayvanlara yaklaşım bu ekolojik bilinçle gelişmiştir. Teklik yaklaşımı yoktur. Bugün köylerimizde, toplumumuzun insanlarında bu yaklaşımı gözlerimizle görürüz. Bu durum tarımla doğanın bilincine daha fazla varma, doğaya kendi eliyle ilişki geliştirme özelliğinin tarihsel kökleri, yaklaşımının ifadesidir. Her canlı doğayı kendi varlığı olarak gördüğü için ihtiyacı kadar nasiplenir ya da özenle korumaya alır. Artı ürüne ya da fazlasına gerek duymaz, bu anlayışını tarımla olan canlı ilişkisinden alır.

 

Tarım Devriminin Geri Sayımı…

Bin yıllarca ahlaki-politik zihniyetle gelişen tarım kültürü zamanla hiyerarşik ve mülkiyetçi erkek girişimleriyle daraltılmaya başlandı. Bundan sonra doğal akışı içerisinde yolculuğuna devam eden demokratik modernite, artık diğer bir akışla yani hiyerarşik-devletçi uygarlık nehriyle birlikte akmaya başlamıştır. Hiyerarşik sistem kurumsallaşarak erkek egemenlikli sistemin kendini egemen kılması ile birlikte tarihsel iki akımın gelişmesi, aynı zamanda toplumun doğadaki karşılıklı ilişkisine de büyük bir engel olmuştur. Devletçi uygarlığın her şeyi nesnelleştirmeye başlayarak her şeyin merkezine kendini koyması, kadının toplumsal aktivitelerinin, üretimdeki etkinliğinin engellenmesiyle sonuçlanmıştır. Tarım, köy devriminin bünyesinde gelişen dil, yazı, mitoloji, teknik, sanat vs. tüm gelişmelerin doğal toplumun ürünüdür. Devletçi ziggurat sistemi altında her şeyin renginin değişmeye başlamasıyla tarımda ve toplumsal gelişmede ciddi bir gerileme başlamıştır. Tarım devriminde insanların sosyal yaşamından başlayarak tüm yaşamda etkinliği gelişmiştir. Toplumun üretimle iç içeliği cinsler arasındaki farkın ötekileştirmeye varan açının açılmasını da engellemiştir. Ancak devletçi uygarlıkla birlikte kadına karşı geliştirilen yönelim, üretim alanı olan tarımla başlatılmıştır. Tarımın özelleştirilerek sömürü alanı haline getirilmesi aynı zamanda doğaya karşı da geliştirilen bir saldırı anlamına gelmiştir. Üretimin halkın elinden alınıp, egemen erkek eline geçmesi tüm araçların, üretimin, kararların topluma karşı kullanılmasını getirmiştir. Bu da tarihin doğal-toplumsal akışını yavaşlatmıştır. Maddi üretim ve sermayenin çoğalması ve bir yerde biriktirilmesi hızla sınıflı toplumların ilerlemesine neden olmuştur. Sınıflı, hiyerarşik egemen sistem kendi karakterine göre araçlarını düzenlemeye başlamıştır. Kapitalist modernite askeri, siyasi, politik ve en geniş organize güç olarak da devleti doğurmuştur. Tüm bu olgular ciddi bir zihinsel dönüşüme neden olmuştur. On altıncı yüzyıl ile Avrupa da aynı zamanda gelişen ulus-devlet yapılanmaları kapitalist sömürüyü tam olarak tarıma karşı geliştirmiştir. Pozitivist bilim ile gerçekleştirilen bu yönelim rönesans ve reformlarla iyileştirmeyi aynı zamanda klasik sömürgeciliği derinleştirmek için kullanmıştır. Özellikle toplumun tüm maddi ve manevi gözeneklerine sızarak kapitalist sömürü zihniyetini oluşturarak analık toplumunun, doğal tarım kültürünün bin yılların ortaklığı ile ortaya çıkardığı ve toplumu bir arada yaşatan sistemi parçalamıştır. Komünal yaşam biçimi içeriğinden boşaltılarak devletçi, sömürgeci sistemin basamakları haline getirilmiştir. Bu temel üzerinde gelişen tekelleşme ilk birikimden günümüz finans kapitaline kadar uzanan bir ilerlemeyi de ifade etmektedir.

Her şeyin ihtiyaca göre düzenlendiği tarım ve köy kültüründe, daha zengin yaratıcı ürün, üretim-bölüşümüne dayalı yaşam biçimi hâkimken, tekelci kapitalizmde ise toplum gittikçe nesnel bir konuma düşürülüp metalaştırılırken; her şey birkaç kişinin istemi ve kararlarına bağlanmıştır. Doğal toplum özelliği olan herkesin üretimde ve yaşamda yer alması yerine, toplumun tüm yaşamsal fonksiyonları belli bir kesimin denetimine girmiştir. Artık çok çalışmak ihtiyaç olmaktan çıkmış, yaşamını ayakta tutacak, bedeni doyuracak bir düzeye getirilmiştir. Burada refah ve zenginlik içerinde yaşayan toplum olmaktan çıkılmış bir lokma için tüm gününü veren insanlar yığınına dönüşmüştür. İnsanlar biyo-iktidar sömürüsüne maruz kalmıştır. Her çağda biraz daha kendini sistemleştiren devletçi hiyerarşik sistem ve tüm sömürgeci sistemin toplam ifadesi olan kapitalist modernite böylece tarım, köy devrimine karşı günümüzde de devam eden bir savaş gerçeğini geliştirmiştir. İki zihniyetin mücadelesi bu gün yaşamımızda halen devam etmektedir. Kolektif, paylaşımcı, ortaklaşan, tarıma ve doğal üretime dayanan demokratik uygarlık, insanlığın kendini üzerinden var ettiği temel çizgi olarak varlığını korumaya devam etmiştir.

 

Toprak ve Tarımın Yeniden Doğru Zihniyetle Yaşam Bulması

Bugün halkların, toplumların temel olarak karşılaştıkları sorun doğal yaşam kültürünün ortadan kaldırılmasına dönük geliştirilen egemen, sömürücü zihniyet ve onun somut olarak insanlar üzerinden geliştirdiği uygulamalardır. Bin yılların katmerleşerek gelişen bu zihniyeti, demokratik özgürlükçü mücadelelerle aşılmaktadır. Demokratik toplum mücadeleleri kendi özüne dönüşün en temel ilkelerini sistemsel olarak geliştirmek durumundadır. Sistem olarak geliştirilen sömürücü, hiyerarşik tekel yapıları ve devletler aşılmak zorundadır. Doğal toplum kendi gerçeği ve koşullarını güncelleyerek demokratik uygarlık çizgisindeki en gelişmiş yapısıyla kendisini doğal ve ekolojik, cins özgürlüğü üzerinden yaşamsal kılmalıdır. Zihniyet devrimi olarak geliştirilecek olan komünal sistemin pratik uygulaması toplumun her kesiminin kendini içinde bulacağı biçimde örgütlendirilmelidir. Nasıl ki kapitalist tekeller, egemen devletler tüm sömürüsünü resmileştirmişseler buna karşı halkların meşru mücadelesi de pratik olarak yaşamsallaşmalıdır.

Özelde köy ve tarım kültürünü ortadan kaldırmaya çalışarak her şeyi kentlere, pazarlara boğan endüstriyalizmin tersine doğaya ve toprağa daha fazla anlam vererek, doğal organik tarımla yeniden bir üretim içerisine girmek gerekir. Bireycileşen üretim yerine toplumsal üretim, ortak ve yeşil dayanışmacı üretimle yaşama katkı sunulmalıdır. Tarım ve köy devrimine kaldığı yerden demokratik çağın teknik koşullarıyla daha kolaylaştırıcı biçimde başlanılması toplumda yeniden bir ilişki geliştirme durumunu açığa çıkaracaktır. Demokratik toplum, köy toplumunda mevcut olan bu zihniyete tüm insanların da katılım sağlaması ancak ortak değerlerde buluşmakla gerçekleşebilir. Tarım kültürünü egemenlerin bakış açısından çıkarmak Mezopotamya kültürüyle yeniden birleştirmek önemlidir. Köy tarım kültürünü sadece günü kurtarma, insanların beslenmesini karşılayan bir üretim olarak görmenin dışına çıkmak önemlidir. Tarım bir kültür olarak zihniyet haline gelmesi halkın doğayla kendi ilişkisini doğal ve karşılıklı geliştirmesiyle mümkündür. Yani ne doğanın dışında ne de üstünde bir varlıktır. Bilinçli ve katılımcı bir yaklaşımla evrimsel gelişmesini doğru biçimde gerçekleştirmiş olacaktır. Çalışma tarım kültüründe olduğu gibi bir zevk ve heyecan işi olup, kendini ifade etme, sosyal yaşamının bir parçası ve varlığını evren içinde karşılıklı ilişkiler sonucunda tamamlama olarak zihniyete yerini bulmalıdır. Aynı zamanda üretimin ve kullanımın içinde, canlı sosyal-siyasal yaşamda kadın da demokratik, özgürce katılımı sağlamalıdır. Yani doğasının dışına çıkarılan tüm gerçekler yeniden ortaklaşarak birbirini tamamlayarak yeşerip demokratik-ekolojik ve kadın özgürlükçü bir sistem içinde hayat bulmalıdır.

Bugün halkın şehir, kentlere yönelmeleri köy ve tarımın hayati olmaktan çıkarılmasından kaynaklanmaktadır. Köklerinden bu derece uzaklaşma toplumları neredeyse tüm değerleriyle karşı karşıya getirmiştir. Toplumsallığın çözülmesi kalabalık kentleşmeyle daha çok geliştirilmiştir. Dağıtılan köyle insanlar doğadan koparıldığı gibi kanserojenleşen mega kentlere zemin yaratılmıştır. Her şeyin rengini ve özünü değiştiren endüstriyalizm, tekelci sermaye, devlet faşizmi, ekonomik soykırımlarla toplumsallığın tersine bireyciliği geliştirmiştir. O nedenle de insanlığın besleyici ve üretici kaynağı olan tarıma dönüşü günümüz özgürlükçü toplumları için kaçınılmaz bir öneme sahiptir. Bin yılların tarım kültürü, doğru ve doğal bir yaşam geliştirme anlamına da gelmektedir. Toprakla iç içe, ihtiyacı kadar ve kendi emeğiyle kazanma, doğru ve ortaklaşmacı bir örgütlenmeyle gelişebilir. Toprak ve tarıma dönüşü de ancak doğru bir ekolojik, toplumsal zihniyetle gerçekleştirebiliriz. Tarımın olmadığı bir dünya olmayacağını bugün topluma karşı geliştirilen uygulamalardan görmekteyiz. Tarımın ikinci hatta üçüncü planda tutulması, üretimin salt teknik ve suni yöntemlerle doğasından çıkarılarak yapılması, toplumun büyük bölümünün köylerden, kırsallardan kentlere akması insanlık için birinci derece aşılması ve buna karşı mücadele edilmesi gereken bir durumdur.

Eğer gerçek doğamızla buluşmak istiyorsak mutlaka ekolojik tarım kültürünü kendimize esas alıp sistemini kurmak durumundayız. Sistemleşen kapitalist moderniteye karşı köklü ekolojik, kadın özgürlükçü toplum yapısı olan tarım devrimine yüzümüzü çevirmek durumundayız.

 

 

 

Yararlanılan Kaynaklar

  • Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.