Düşünce ve Kuram Dergisi

Toplumsal Varoluşu Koruyup Geliştirme Mücadelesi

Asuman Ozan

Öz savunma, özgüce dayalı savunma durumudur. Bu kavram Kürt Halk önderi Abdullah Öcalan’ın demokratik modernite manifestosunda bir toplumsal savunma formülü olarak kullanıldı. Savunmayı kavram olarak yalın haliyle değil de öz savunma olarak kullanması çokça çarpıtılması, özünden uzaklaştırılmasından kaynaklıdır. Burada kendini toplum yerine koyarak gerçeği çarpıtan devlet-iktidar odaklarına karşı toplumsallığı açığa çıkarma amacı vardır. Toplum savunulan değil kendini savunan olmak durumundadır. Çünkü kendini savunamayan, savunmasını başka güçlere bırakan bir toplumun varlığı tehlike altında olur. Nitekim ordusu, polisi, yargısı, ideolojik etkinlik organları ve istihbarat güçleriyle toplumu savunduğunu iddia eden devletin güçlenmesi ile toplumun atomize edilmesi doğru orantılı gelişir. Fiziki, ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal olarak baskı altına alınmış, ahlaki, kültürel değerleri dejenere edilmiş, güçten düşürülmüş toplum, kendini savunamaz hale getirilmiştir. Bu nedenle devletin toplumu koruması değil, toplumun devletin her boyutlu baskı, şiddet ve saldırılarından kendini korumasına ihtiyaç vardır. Toplumsal gerçeklik de savunma olgusu salt maddi varlığını korumaya dayanmaz. Toplumu toplum eden maddi manevi her şeyi korumak öz savunmanın kapsamı dâhilindedir. Maddi varlığını ve manevi değerlerini savunabilen toplum varlığını sürdürebilen toplumdur. Öz savunma bir varoluş biçimidir.

 

Savunma refleksi

Savunma kavramı kendi başına bir anlam ifade etmez. Savunmanın olması için tehdidin ya da saldırının olması gerekir. Varoluşa yönelik her türlü dış etkene karşı içsel bir varoluş ilkesidir, hayati bir reflekstir savunma. Bütün canlılarda bu refleksin çok güçlü olması varlıkla ilgili olduğunu gösterir. Doğa da savunmasız varlık yoktur. Başka bir gücün savunması altında olan canlılar yok olma tehlikesini en fazla yaşayan canlılardır. Zorunlu olmadığı sürece böyle bir durum yoktur zaten. Zorunlu olan yeni doğan yavruların daha kendini savunma gücüne ulaşamamış olduğu evredir ki(bazı canlılarda bu süreç çok kısadır, hatta doğar doğmaz savunma refleksi gösteren türler de az değildir), ebeveynlerinin en temel hedefi yavruyu hızla kendini savunacak düzeye getirmek için eğitmektir. Avcıların hedefi de zaten kendini savunabilecek güçlü hayvanlara yönelmektense savunma gücü gelişmemiş olanlara yönelmek olur. Uçmak, koşmak, sürünmek, yüzmek, toprağın derinlerine ulaşmak, çoğalmak, üremek bir varoluş biçimi olduğu kadar birer savunma gücüdür de.

Kendi yaşam koşullarında uçamayan, koşamayan, yüzemeyen, sürünemeyen, toprakla bağlarını güçlü kurmayan canlının hayatta kalması çok zordur. Eğer bu boşluğu başka bir savunma yeteneğiyle dolduramamışsa. Genellikle de böyle olur. Mesela yavru keklikler uçmayı öğrenmeden önce çok hızlı hareket etme ve kamufle olma refleksine sahiptirler. Tehlikeli yerlerden çok hızlı kaçar gizlenir, kaçma ve gizlenme imkanları kalmayınca da vücutlarını kamuflaj olarak değerlendirirler. Birkaç yavru keklik bir araya gelerek toprak renginde olan vücutlarını yerde birleştirir ve çırpı gibi olan ayaklarını yukarı dikerler. Bu pozisyonda tehlike geçinceye kadar hareketsiz dururlar.

Orada birkaç tane yavru keklik olduğunu fark etmek neredeyse mümkün değildir. Çalı çırpı yumağı gibi görünür. Uçmayı öğrenememişlerdir ama çok hızlı koşup çok etkin bir kamuflajla hayatta kalmayı başarırlar. Doğadaki kendini savuma konusundaki yaratıcılık hayranlık vericidir. En pasif ama en yaygın ve etkili savunma biçimi gizlenmektir. Kamuflaj yöntemleri doğada inanılmaz derecede zengindir. Birçok canlı öncelikle bedenini araziye uydururken çevrenin de avantajlarından faydalanır. Vücudundaki renkleri araziye uygun değiştirerek ya da arazi rengi ve biçimine uygun bir bedene sahip olarak, hareketsiz kalarak, arazi içerisinde saklanarak, hem beden hem de çevreyi kullanır ve görünmez olurlar. Savunma refleksleri bitkilerde biraz daha farklı gelişir. Gizlenmekten çok çoğalarak korunmak için belirgin ve göz alıcı olma, kabuk bağlama, büyüme, dikenli savunma, zehirli savunma, küstüm çiçeği gibi refleksli savunma gibi türlü korunma çeşitleri vardır.

Kuşkusuz savunma refleksi salt pasif yöntemlerle uygulanmaz. Farklılık, zenginlik, üremek ya da bitki tohum ve polenlerinin çok uzaklara ulaştırılması daha aktif bir savunmadır. Çoğalmak, üremek, çeşitlenmek doğanın öz savunması olsa gerek. Hayatın ölüm-yaşam döngüsü çeşitlenerek çoğalmanın devamlılığı sağlama aracı gibidir. Hayatın sürekliliğini sağlayan ölüm bir savunma biçimidir. Bu durumda sabitlik, statiklik, çeşitlenmeme, savunma refleksini yok eden ve doğayı yok oluşa götüren gerçek tehlikedir. Bütün varlıklar da olduğu gibi toplumsallıkta da iktidar, devlet ordu gibi sabit ve sabitleyici, tekleştirici güçlere karşı kendini korumak varlığını özüne uygun sürdürmenin en temel yoludur.

Savunmanın bir biçimi de saldırıdır. Beslenme amaçlı ve saldırıya karşı korunma amaçlı saldırılar vardır. Dış tehdide karşı saldırı durumu genellikle son seçenek olarak devreye girer. Diğer seçenekler tüketildiğinde gelişir, bu artık varoluş-yok oluş anıdır. Bütün canlıların hem saldırı hem de savunma reflekslerinin olması evrensel bir gerçekliktir. Doğal yaşam da savunma kadar varlığını sürdürme güdüsü temelindeki saldırı da vardır. Beslenme döngüsünün bir parçası olarak saldırı yıkımı değil kendini sürdürme hedefine dayandığı için savunmayı barındırır. Savunma eksenli saldırı olarak da tanımlanabilir. Savunma duygusundan kopuk bir saldırı davranışı; yok etme, soyunu tüketme amacına dayanır ki bunlar doğadan kopmuş insan(!) davranışlarıdır. Doğada canlılar arasında gelişen savunma eksenli saldırıları güçlülerin zayıfları yenmesi olarak değerlendirmek de yanlıştır. Bu çok göreceli bir değerlendirmedir, yanlı ve yüzeysel bir bakıştır. Çünkü tüm canlıların zayıf ve güçlü yanları vardır, duruma göre, zamana ve mekâna göre güç durumu değişir. Yılanın yazın fareyi yemesi farenin kışın yılanı yemesi, en zayıf görünen hayvan ve bitkilerin zehirleriyle kendini koruyabilmesi, sayıca çok fazla olan küçücük canlıların bedenen çok güçlü ve büyük hayvan ve bitkileri öldürebilmesi, kamuflaj yanı güçlü canlıların daha iyi korunabilmesi gibi bir çok örnek verilebilir. Hayata ne aslanlar hakimdir ne zehirliler ne de memeliler. Dengeli bir döngüdür söz konusu olan.

Savunma refleksinin sadece güdüsel ve bireysel olduğu da söylenemez. Bu başlangıç gerçeğini ifade eder. Ancak savunma refleksi güdüsel olduğu kadar düşünce ve sosyal davranış alışkanlıklarının da dahil olduğu çok kapsamlı bir gerçekliktir. Bedensel bir refleks olduğu kadar aklı da barındıran örgütlü bir davranış olarak gelişir. Yani savunma hareketi hem bireysel hem de kolektif yapılabilir, yapılıyor. Her bir varlığın kendini savunma güdüsü ile birlikte bir çok canlının ait olduğu grubu koruma güdüsü ve aklı gelişmiştir. Grup davranışı ne kadar gelişmişse her bir varlığın kolektif güvenlik hareketine katılma düzeyi de o kadar gelişkin olur. Yabani domuzlarda, dağ keçilerinde o kadar gelişmiştir ki, suya gidip gelirken deyim yerindeyse keşif grupları, nöbetçileri, öncüleri ile birlikte hareket ederler. Her hangi bir durumda tüm grup tehlikeye girmez. Grubun önemli bir kısmı kurtarılmış olur. Kurtlar, aslanlar avlarını ekipleşen, görev dağılımı olan grup saldırısıyla avlarlar. Atlar, filler yavruları sürünün ortasına alarak çember oluşturur, atlar bu pozisyonda saldırıları sürünün ergenlerinin aynı andaki tekmeleriyle savuştururlar. Bu örnekler neredeyse toplum bilincine yakın davranışlardır ve topluluk savunma bilincinin de köklerine işaret eder. Aklın da en fazla yoğunlaştığı alanlardan biri olduğunu gösterir. Toplumsallaşmak da en zayıf bedensel yapıya sahip olan insanlar için en büyük savunma refleksidir. Topluluk bilinci, topluluk davranışı insanın hem maddi hem de manevi değerlerinin temelidir. Topluluğu korumak her bir insanın kendisini koruması kadar anlamlıdır, hayatidir. Bu çok yüksek savunma bilinci aynı zamanda doğal yaşama en uygun savunma bilincidir.

 

Toplum gerçeğinde savunma

Yukarıda ki örneklerden de anlaşılacağı gibi savunma refleksi doğal yaşam içerisindeki gerçekliğe göre şekillenir. Yaşama ve varlığını sürdürme ilkesine dayanarak çok çeşitli biçimlerde uygulanır. Dünyadaki tüm varlıkların evrim zincirinin son aşamasını yaşayan bu anlamda tüm varlıkların bileşkesi olma niteliği olan insan gerçeği, bütün savunma reflekslerini uygulama nüvelerini de barındırmış ve kendinden de ekleyerek aşmıştır. En zayıf varlıklardan biri olup dünyanın en etkin canlıları olarak varlıklarını sürdürmeleri bu sayededir. Topluluk olarak hareket etmek bir savunma durumu olarak evrimsel bir mirastır. Ama giderek büyüyen akıl ve sezgi gücüyle çok daha kapsamlı, örgütlü ve etkilidir. İnsanlık günümüze kadar varlığını koruyabilmiş ve geliştirebilmişse bunun en temel nedeni toplumsallığıdır.

Bunun tersi olarak insan varlığı karşısında en büyük tehdit toplumsallığının ortadan kalkmasıdır. Teknolojinin gelişmesi, toplumsuz insan gerçeğini var edebilir mi? Belki başkalaşarak marjinal düzeyde olabilir. İnsanın manevi ve maddi değerlerinden beslenmeyen teknolojik gelişmelerin insan gerçeğini de kemireceği açıktır. Bu, hatta çok büyük felaketlere yol açabilir. Toplum sadece kaba anlamda sayıca çoğalıp fiziki güç biriktirme ve bunun üzerinden varlığını koruma gerçeği değildir. Toplum, manevi, düşünsel, maddi bir yapı olarak kişiliklidir. Var olma refleksleri de tek bir bedenin hareketleri gibidir. Her bir üyesinin özne olduğu kadar toplumsal gerçeğin içerisinde bir rol sahibi olduğu yekvücuttur. Dolayısıyla dış tehditler karşısında yekvücut refleksler üretilir. Tek tek bireylerin kaygıları değil, bütün bedenin ortak kaygılarına göre hareket edilir. Bireylerin bu durumda öne çıkması mümkündür. Ama bunun da toplumsal karşılığı vardır. Olumlu veya olumsuz nitelikleriyle öne çıkan bireyler, topluluk tarafından ödüllendirilir ya da cezalandırılır. İnsanlık tarihine kahramanlık ve ihanet kavramları toplumsal savunma anlayışı üzerinden yerleşmiştir. Topluluğun çıkarlarına kendini en üst düzeyde adayan, topluluğun devamlığına çok ciddi katkılarda bulunan bireylere zaman zaman kutsallık düzeyinde değer biçilmiştir, biçilmeye devam edilmektedir. Tersi olarak topluluğun güvenliğine, yaşam ilkelerine ve gelişmesine karşı ciddi zarar veren kişiler de lanetlenme düzeyinde yargılanır. Ahlaki ve politik bir yargılamadır bu. Bu hayati olgular toplumsal belleğe o kadar güçlü yerleşir ki, binlerce yıl bile geçse unutulmaz, geleceğe taşırılır, örnek olması ya da ibret olması amacıyla dillerden düşürülmez. Yani insan gerçeği kendi varlık biçimini toplumsallığı üzerinden sağlar ve toplumsallığın korunmasını hayati olarak algılar, uygular. Toplumsallaşmak en temel savunma refleksidir.

Toplumsal gerçeklik de savunma refleksinin zihniyetle bağlantısı savunma niteliğini belirler. Çünkü toplumsallık da savunma olgusu salt güdüsel bir refleks değildir artık. Düşünce, duygu ve davranışlarda bilince dönüşmüştür. Bedensel varoluşla sınırlı değil, maddi ve manevi değerleriyle bir bütün haline gelmiştir. Topluluğun inanç sistemi, yaşam bulduğu mekânlar, beslenme kaynakları, dili ve yaşam tarzı gibi kültürel yapılanması da varoluş kimliği olarak, kendini var etme tarzı olarak varlığını sürdürme ihtiyacına dayanır ve yaşam-ölüm gerekçelerindendir.

Dilini, kültürünü, inançlarını, ahlaki değerlerini kaybeden bir topluluğun kendini savunması mümkün değildir. Geçmişiyle, kendini var eden gerçekliğiyle bağları kopmuş olan bir topluluğun direniş dayanakları da ortadan kalkarak, savunma refleksleri körelir. 

Savunmasız toplum her türlü fiziksel, ruhsal, kültürel kırıma açık hale gelir. İnsanların manevi dünyası fiziksel varlığının zemini olarak korunamadıkça hem kendi kendine hem de çevreye karşı tehdit oluşturmaktan kaçması mümkün olamayacaktır.

Kuşkusuz bireyin topluluk içerisindeki güvenliği de önemlidir ve toplumsallığın korunmasıyla paralel bir gerçeklik olarak varlık gerekçesidir. Topluluk üyelerinin kendi aralarındaki ilişkiler, bireyin herhangi bir saldırı karşısındaki güvenlik sorunu, topluluğun ahlaki değerleri içerisinde anlam bulur. Bireyin toplumsallığı koruyarak kendini koruması anlayışı ile birlikte topluluğun da bireyi koruyarak varlığını sürdürmesi optimal bir dengedir. Birey topluluk içerisinde ahlakın gücüne dayanarak kendini korur, varlığını sürdürür. Ait olma duygusu ve toplumsallığın gücünün yarattığı güven bireyin de öz güveninin kaynağıdır. Güçlenen birey topluluğunu güçlendirir güçlü toplum bütün üyelerine daha sağlıklı, geliştirici, güvenli yaşam zemini oluşturur.

İnsanlığın en temel savunma biçimi olarak gelişen toplumsallık, dıştan gelen saldırılara karşı da tarih boyunca daha doğrusu ağırlıklı olarak uygarlık tarihi boyunca direniş halinde olmuştur. Uygarlık tarihi boyunca zihinsel ve teknik olarak doğal yaşam refleksleri geriletilmeye çalışılmış, bu nedenle toplumun maddi ve manevi varoluş sorunları günümüze kadar kesintisiz ve birikerek gelmiştir. Buna karşılık toplumsal gerçekliğin çekirdeğini ifade eden kabileler, halklar, inanç grupları, kültürel gruplar uygarlık güçlerinin saldırılarına karşı tarih boyunca direniş halinde olmuşlardır. Günümüzde belki de insanlığın en fazla yanıltıldığı şey bu toplumsal direnişlerin barbar, katliamcı, insanlık dışı saldırılar olarak lanse edilmesidir. Hâlbuki bunun tam tersi doğrudur. İnsanlık dışı yöntemler uygulayarak toplumları katliamlardan geçiren ve tüm imkânlarını sömürenler devlet-iktidar güçleri olmuştur. Ancak bu vahşet olayları bile ters yüz edilip binlerce yıl insanlığın hafızasına kahramanlık destanları olarak yerleştirilebilmiştir. Bu duruma en iyi örnek, en eski destandan verilebilir. “Büyük kahraman, ölümsüz kral” olarak günümüze kadar taşınan Gılgamış destanı, kültürel kırım, fiziksel kırım, ekolojik kırım, ihanet ve despotlukla yüklüdür. Gılgamış için asla söylenemeyecek olan tek şey toplumunu savunan bir kahraman olmasıdır. Destanda bir kahramandan söz edilecekse bu, doğal yaşam alanlarını ve kabilesini korumaya çalışan Humbaba’dır. O da destanda mutlaka öldürülmesi gereken bir canavar olarak gösterilmiştir. Destan Gılgamış’tan söz ederken “Bir gelip bir gidi(yordu) / bir boğa gibi ba(şı) dik / Uruk’un (surları arasında) / gücünü belli ederek; / ve sallayarak havada benzersiz silahlarını / muhafızları (her zaman) / tetikte bekliyordu emirlerini / ( ama ) kendi (aralarında) korkudan / tir tir titriyordu Uruk’un yiğitleri / (diyorlardı) Gılgamış (bırakmıyor) / bir oğlu (babasına) / Gece gündüz kibrinden o ……. Bırakmıyor / bir yeni yetme kızı anasına / kız bir yiğide sözlü olsa bile” diyor. Gılgamış uygarlığın bilinen ilk hükümdarlarından biri olarak hüküm sürdüğü kent devletinin sınırları içerisinde toplumsal-ahlaki değerleri zorbaca parçalar. Toplum ondan korkar, bütün kızlar onun mülkü olarak evliliğin ilk gecesini onunla geçirmek zorundadır. Doğal toplum üyesi olan çok güçlü Enkidu’yu devşirerek alması anlaşılan topluma karşı kendini daha fazla güçlü hissetme ihtiyacıdır. Nitekim Sümerler de kent halkının zaman zaman devlete karşı isyan ettiği, ana topluma dönme istemlerini haykırdıklarını biliyoruz. (Amargi sloganını atarak). Gılgamış’ın doğal yaşam içerisindeki hayvanları avlamayı, kereste olarak kullanmak üzere ağaçları kesmeyi ve buna karşı direnen kendi halkı ile kabile direnişçilerini bastırması ve katliam uygulaması, işbirliğine çektiği Enkidu sayesinde gerçekleşmiştir. Bir kadın aracılığıyla kendi doğal topluluğundan koparılmış ve şehir devletine getirilmiş olan Enkidu ilk etapta Gılgamış’ın zorbalıklarına karşı direnişle karşılık verir. “

… Sanki bir tanrıymışçasına / bir kemer takmışlardı Gılgamış’ın beline / ama Enkidu ayaklarıyla tutuyordu / düğün evinin kapısını, / Gılgamış, / içeri girmesin diye./ Kapıştılar (bu yüzden) / kapının önünde.” Gılgamış’ın zorbalıklarına karşı çıkması ahlaki toplum refleksi olarak gelişse de bu direniş uzun sürmez. Enkidu ikna edilir ve hayatının sonuna kadar son dönemleri pişmanlıkla geçse de işbirliği yapılır.

Bu işbirliği ormanların ve dağların koruyucusu Humbaba’nın (ilk kabile öncülerinden biri olabilir) öldürülmesine ve doğal toplumlarının ve yaşam alanlarının çok ciddi saldırılara uğramasına kadar gider. Direnişçi kabilelerden esir alınanlar köle ve fahişe olarak şehirlere taşınırken, en büyük ormanağaç, hayvan kırımları da başlatılmıştır. Bu durumu, “Zifiri karanlıklara gömüldü dağ” diye anlatır destan.

Gılgamış’ın ardılları toplum kırımı arttırarak sürdürdüler. Asur imparatorluğunun Mezopotamya da uyguladığı şiddet, insanlığın belleğine silinmeyen izler bırakmış, Asur İmparatorluğunun direnişle yıkılması bütün halklar tarafından bayram olarak kutlanmıştır. Mısır Firavun devletinin köleci sistemi, Roma, Sasani, Osmanlı egemenliği, Avustralya, Amerika kıtalarına kanlı işgal seferleri, Avrupa karanlık çağına yol açan dere beyler ve Vatikan eksenli devletler, küresel sermaye sisteminin hegemonyası gibi topluma beş bin yıl boyunca düşünsel, fiziksel, ekonomik, ahlaki, kültürel saldırılar geliştirmiş, toplum kırım uygarlığı günümüze kadar yükselerek gelmiştir.

Buna karşılık toplumlar da direniş halinde olmuştur. Kabileler direnişe bütün varlıklarıyla katılmıştır. Birçok kabile de savaşçılar sadece erkekler değil, kadınlardır da. Özellikle Mezopotamya ve Anadolu topraklarında buna ilişkin efsaneler kalmıştır geriye. Troya savaşında denizin karşı tarafından yapılan çok kapsamlı saldırılara karşı tüm Anadolu halklarının direnişe geçtiği belirtilir. Homeros direniş güçlerinin Anadolu ve Mezopotamya’nın her yerinden geldiğini belirtir. Kabileler ve direniş liderleri adlarıyla telaffuz edilirken, bütün bu kabilelerin Troya direnişini kendilerinin de korunmasının garantisi olarak gördüklerini anlatır. Söz konusu olan dış saldırıya karşı konfederal bir dayanışma örneğidir. Bu direniş güçlerinin içerisinde Anadolu’nun doğusundan gelen kadınlar da vardır. Amazon kadınları diye adlandırılan bu kadınların kahramanlıkları, korkusuzlukları, önderlerinin karakteri övülür. Tarih boyunca bu topraklarda direnen ve büyük kahramanlıklar sergileyen kadınların öyküleri, toplumsal direnişte kadınların eskiden ne kadar belirleyici bir role sahip olduklarının en iyi ifadelerindendir. Buradan da anlaşılacağı gibi toplumsal direniş doğal toplumlarda toplumun bütün üyelerinin kolektif katılımıyla gerçekleştirilir. “Birileri korur, birileri korunur” anlayışı büyük ihtimalle ataerkil yaşam duruşunun gelişmesiyle başlamış ve devletin varlığıyla birlikte kurumsallaşmıştır. Tabi yine aynı tarihsel gerçeklikler şunu da açık göstermiştir ki, korunmalık durumda olmak irade teslimidir. Devlet ordularının temel hedefinin öz savunma sistemi elinden alınmış olan kadınları ve halkları korumak değil devletin korunması olduğu her bir örnek de kanıtlanabilecek durumdadır. Bu anlamda Koruma altında olmak doğal yaşama aykırı bir durumdur. Herkesin grup halinde ya da tek başına kendini koruması en doğal reflekstir.

Kabilenin korunması anlayışı da dar sınırlarda seyretmemiştir. Kabileler arasında dıştan gelen saldırılara karşı ittifaklar yapılmış, güç birliğine gidilmiştir. Troya bunun belgeli örneklerinden olduğu gibi konfederasyon tipi örgütlenmeler de az değildir.

Adeta doğal toplumun demokratik ilişkileri ile uygarlığın egemenlik kurumları bir arada tutulmuştur. Örneğin Med konfedrasyonu bir direniş ittifakı üzerinden gelişmiştir. Asur uygarlık imparatorluğunun aşırı şiddeti ve katliamlarına karşı birleşen Aryen ve Semitik kabileler Asur imparatorluğunun sonunu getirmiştir. Kabile bilinci çok yüksek olan bu topluluklarda devletleşme gelişmekle birlikte, devlet, demokratik değerlere nazaran oldukça küçük kalmıştır. Med konfederasyonunun başkanı seçimle başa gelebiliyor, bu başkanın yetkileri de konfederasyon meclisiyle sınırlanıyordu. Kabile temsilcilerinden oluşan meclis temel kararların alındığı organdı. Dışarıdan gelen saldırılara karşı kabile sistemini bozmadan direnmek varlık biçimiydi. Yani konfederasyonun ayrı bir ordusu yoktu. Savunma sistemi konfederal yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak her kabilenin göreviydi. Tehdit durumunda tüm kabileler harekete geçiyordu. Bu anlayış yakın tarihe kadar ve hatta günümüzde bile kısmen kabile ittifakları biçiminde sürdürülmüştür. Kuşkusuz devlet oluşumuyla birlikte başta savunma direnişi olarak gelişen ittifak daha sonraları devletin doğası gereği topraklarını genişletme eğilimine yani savunma eksenli olmayan egemenlik amaçlı saldırı eğilimine girmiştir. Özellikle iktidarın Perslere geçmesinden sonra bu eğilim güçlenmiştir. Savunma anlayışı ve sisteminde demokratik değerleri en fazla barındıran toplumlar daha kalıcı olmuş ve günümüze derin izler bırakmışlardır. Atina Demokrasisi kuşkusuz ki bunun için iyi örneklerinden biridir. Yurttaşlık hukuku üzerinden yönetilen ve yurttaş olanların doğrudan yönetime katıldığı Atina demokrasisin de ordu ve komutanlar yurttaşların ortak aldığı karara göre belirlenir. Savaş ve direniş kararları burada alınırdı. Karar alındığında bütün erkekler savaşa bir asker olarak ve belirlenmiş komutanlar olarak katılırdı. Yani Atina ordusu gerekli gördüğünde harekete geçen ama sabit olmayan bir halk ordusuydu.

Sayın Öcalan, kabile direnişleri için iki temel karakter olduğunu belirtir. Birincisi doğal toplumun ahlakipolitik değerlerinin korunması temelindeki direniştir. İkincisi ise direniş temelinde uygarlık güçlerine saldıran kabileler, sistemi yıkıp ele geçirdikten sonra uygarlık araçlarını kullanmayı esas alması halinde uygarlığa taze kan takviye etmiş oluyorlar. Öyle ki, uygarlığa karşı direnen bazı kabile hareketleri uygarlık güçleri haline geldikten sonra toplumsal güvenliği en fazla zorlayan bir başka güç olabilmişlerdir. Ur-Uruk egemenliğine karşı Akad kabile direnişlerinin Asur gibi soykırımcı bir egemenlik sistemine zemin olması, Orta Asya Türkî kabile direnişlerinin daha sonra Selçuklu, Osmanlı, Babür gibi egemen feodal imparatorlukları yaratması, Roma’yı yıkan Germenlerin yeni ve etkili uygarlık güçleri olarak varlığını sürdürmesi gibi. Bu durumdan şu sonucu çıkarmak yanlış olmayacaktır. Savunma anlayışının uzun vadeli olması için kültürel demokratik değerlerin canlı tutulması ve ideolojik öncülüğün güçlü sağlanması gerekir. Demokratik kültür derinliği kadar öncülüğün de rolü önemlidir. Demokratik kültür derinliği ataerkil nüveleri aşarak, anacıl-ekolojik değerlere dayandığı oranda uzun vadeli ve kalıcı toplumsal özgürlük alanlarını oluşturacaktır.

 

Toplumsal Bir Savunma Biçimi Olan Gerilla Direnişleri

Halkların inanç, etnik ve kültürel yapılarını korumak için çeşitli savunma mekânizmalarını oluşturduklarına örnekler çok fazla. Mezhep direnişlerinin birçoğunda gerilla direnişi vardır. İslamiyet’in çıkış süreçlerinde Uhud, Hendek ve Bedir savaşları taktik yönü zengin direniş mücadeleleri niteliğindedir.

Halkların dünyanın birçok yerinde egemen güçlere karşı geliştirdiği gerilla mücadeleleri en etkili direnişlerden olmuştur. Aktif bir savunma olan gerilla savaşı o kadar etkilidir ki, hiçbir devletin düzenli ordusu gerilla savaşını bitirememiştir.

Gerilla mücadelesi farklı stratejiler biçiminde teorize edilse de İspanya, Afrika, Orta Asya, Vietnam, Ortadoğu ve diğer bölgelerde aynı temel taktiklerle geliştirilmiştir. Halkın gönüllü katılımı kesintisiz bir devamlılık yaratırken, devlet ordularını uzun süreli yaygın saldırılarla yıpratma sağlanır. Vur-kaç, kamuflaj, arazi avantajlarını kullanma, küçük ve hızlı gruplara dayalı hareket tarzı, büyük güçler karşısında sayı azlığını avantaja çevirecek taktikler uygulama, pusulama, sabotaj, suikast gibi temel taktiklere dayanan gerillacılık her alanda koşullara göre daha da zenginleştirilmiştir. Halkın daimi lojistik ve insan kaynağı olması kesintisiz bir mücadele imkânı sağlamış ve gerillacılığı yenilmez kılmıştır. En genel anlamda gerillacılık psikolojik ve fiziksel yıpratma üzerinden devlete ve hâkim egemen güçlere geri adım attırma stratejisidir. Uzun süreli yıpranmaya dayanamayan devlet organları eninde sonunda siyasal çözüm yollarına kendini açık tutmak zorunda kalmıştır. Dünyanın birçok yerindeki gerilla direnişleri devlet güçlerini bu noktaya getirebilmiştir.

Gerillacılığın teorize edilerek temel bir strateji haline gelmesi Çin devriminde gerçekleştirilmiş ve sosyalist ulusal kurtuluş mücadelelerinin ana dayanağı olmuştur. Uzun süreli halk savaşı doktrini bir bütün olarak halkların egemen sınıf, egemen ulus ve işgalci egemen güçlere karşı uzun süreli savunma savaşıdır. Stratejik savunma, stratejik denge ve stratejik saldırı olmak üzere üç temel aşama üzerinden geliştirilir.

Stratejik savunma döneminde gerilla gücünün nicel ve nitel birikimi oluşturulurken egemen ordu güçlerine karşı küçük hareketli birimlerle hızlı ve etkili saldırı eylemleri gerçekleştirilir. Bu süreç aynı zamanda halkta duyarlılık yaratma, ordu güçlerini psikolojik olarak savunma psikolojisine koyma sürecidir. Stratejik savunma sürecinde gerilla güçlerinin büyütülerek bir sonraki aşamaya geçmenin hazırlıkları da yapılır. Stratejik denge sürecinde gerilla güçleri orduyla nicel ve nitel olarak dengeli hale gelmiştir. Artık sadece yıpratma savaşı değildir. Bu dönemde gerilla taktikleri uygulanmakla birlikte ordu güçlerine denk bir nicel büyüme ve denk bir vuruş etkinliğine ulaşmak için daha büyük güçlerle hareket edilir, kapsamlı harekâtlar yapılır. Alan tutma, hareketli büyük birliklerin eylemlikleri sayesinde ordunun hareket alanını daraltma, büyük yerleşim yerlerini ele geçirme gibi kapsamlı eylemsellikler uygulanır. Bu aşamada ne gerilla güçleri devlet ordusunu yenebilecek kadar güçlenmiş, ne de devlet gerillaları yenebilecek durumda olmuştur. Zafere ulaşma operasyonları stratejik saldırı döneminde gerçekleştirilir. Bu son aşamada devlet güçlerinin tüm etkinlik alanlarından çıkarılarak yenilgiye uğratılması ve ülke yönetimine el konulması amacı vardır. Kurtuluş egemen devletin yıkılarak, yerine ‘halk devleti’ konulmasında görülür. Gerilla direnişi bir halk savunma biçimi olarak tarih boyunca hep çok etkili olmuştur. Ancak ‘uzun süreli halk savaşı’ doktrinini tümüyle gerillacılık olarak tanımlamak doğru olmaz. Stratejik denge ve stratejik saldırı aşamalarında gerillacılığı aşan bir ordulaşma amacı şekillenmeye başladığı gibi nihai hedefi iktidara el koymaktır. Bu anlamda aslında uygarlığın egemenlik sistemine karşı toplumun maddi ve manevi değerlerini koruma ve geliştirme amacıyla çelişmektedir. Nitekim gerilla mücadelesiyle başlayan birçok kurtuluş mücadelesi daha sonra egemenlik mücadelesine hatta egemenlik alanını genişletme eğilimine dönüşmüştür. Sovyet proleter devleti ile Çin köylü-işçi sosyalist devleti bu gerçekliğin en bariz örneklerindendir. İktidardevlet kulvarına bir kere girildikten sonra egemenlik sistemine dâhil olunur ki, bunun sonu yeni bir toplum karşıtı gerçeklik açığa çıkarmak olur. Ya Sovyetlerde olduğu gibi iktidar ile toplumsal özgürlük arasındaki çelişkinin derinleşerek kısa denilebilecek bir süreçte çöküşe yol açması, ya da Çin’ de olduğu gibi toplumun mekanikleştirilmesi üzerinden devletin büyütülmesi ve adı sosyalist, ekonomisi kapitalist bir imparatorluğa dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır. Gerilla mücadelesinin halk savunma direnişi doğrultusundan sapmaması için, toplumun özgürlük değerlerinden şaşmamak; diğer bir ifadeyle, iktidar ve devlet zihniyetini aşarak demokratik zihniyet ve uygulama modellerinde derinleşmek esastır.

Gerillacılığın en güçlü geliştirildiği yerlerden biri de Kürdistan’dır. Kürdistan dağlarında birçok örgüt halk adına mücadele etse de bunlardan hiçbirinin PKK kadar gerillacılığı kapsamlı, kesintisiz, uzun süreli ve taktik uygulama zenginliğine kavuşturamadığı açıktır. PKK’ nin geliştirdiği gerillacılık, temelde ideolojik partinin gücüne dayanmıştır. Gerillacılık ideolojik kadrolarla beslenmiş, kadro, gerillanın hedef ve amaçlarından sapmamasının garantisi olmakla birlikte, ideal yaşam anlayışının da öncüsü rolünü oynamıştır. Bu durum silahlı mücadele hedefleriyle sınırlı olmanın ötesine geçerek gerillanın ideolojik-siyasal düzeyinin yükselmesini sağlamıştır. PKK’nin öz savunma anlayışı giderek tüm toplumsal kesimleri kapsayacak bir seviyeye ulaşmayı hedeflemiş, özellikle kadın özgürlüğü toplumsal özgürlüğün temeli kabul edilmiş, böylece toplumun güvenlik sorunu en kökünden ele alınmıştır. Öz savunma anlayışındaki sağlamlık bütün toplumsal kesimlerin öz gücünün açığa çıkarılması üzerinden geliştirilmeye çalışılmıştır. Nasıl ki toplum kendi kendini koruyorsa, kadınlar da kendi kendini koruyacaktır. Bu temelde oluşturulan kadın gerilla ordusu, ideolojik-pratik bütünlüğünün en somut ifadelerindendir. Bu gerçeklik PKK içerisinde biçimin değil özün her zaman ön planda olmasını sağlamış; statik, kalıp direniş formülleri amaca göre değiştirilebilmiştir. PKK gerillacılığının değişime açık olması temelde gerilla gücünün ideolojik-siyasal düzeyinin kazandırdığı anlam ve amaç konusundaki derinleşme seviyesindedir. Aksi takdirde bir gerilla gücünün paradigma değişimini dağılmadan sağlayabilmesi çok zordur. PKK’nin MarksistLeninist parti ve uzun süreli halk savaşı stratejisinden, demokratik uygarlık paradigması ile meşru savunma savaşı gerillacılığına geçebilmesi ve bunu yapısını koruyarak sağlayabilmesi toplumsal özgürlük amaçlarında sürekli eğitimlerle derinleşen kadro gerçeği üzerinden gerçekleşebilmiştir.

Gerillacılığın yukarıda ifade edilen bütün taktiklerini ve daha fazlasını çok yoğun uygulayan ve uzun süreli halk savaşı stratejisini stratejik denge aşamasını aşmaya kadar taşıyan PKK gerillacılığı, bundan sonra değişim sürecine girmiştir. PKK direnişini Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şöyle değerlendirir; “Kürtleri ve Kürdistan’ı tasfiye etmeyi temel politika bellediler. Yetersiz kalan öz savunma direnişleri kırılınca geriye toplumun çökmesi ve çözülmesine, asimile edilerek tasfiye edilmesine sıra geldi. Bütün yoğunluğuyla sürdürülen bu sürece tepki olarak doğan PKK hareketi, başlangıç itibarıyla esas olarak bir Kürt halkı öz savunma hareketidir. Önceleri ideolojik ve politik olarak yürütülen öz savunma hareketi, kısa sürede karşılıklı şiddete dayanan bir öz savunma aşamasına geçti. Başlangıçta sadece kadro ve sempatizan varlığını savunmaya dayalı silahlı öz savunma, 15 Ağustos 1984 hamlesiyle halkı da savunma kapsamına alarak genişledi. Halkın öz savunma savaşına dönüşen hareket, tüm ilgili hegemonik güçlerin özellikle NATO Gladio güçlerinin planlı saldırılarına uğradı. Kürdistan’da kendi kaderinde söz sahibi olacak Kürtlerin bölgedeki dengeyi alt üst etmesinden çekinen tüm güçler, bu saldırıların arkasında yer aldı. Buna rağmen bu direnme savaşlarında dayatılan inkâr, imha ve asimilasyon politikalarına büyük darbe vurdu. Halkın kimliğine sahip çıkma ve özgür yaşama arzusunda ısrar etme tavrını kesinleştirdi. Ulus-devletlerin Kürt halkı üzerindeki eski tasfiyeci emelleri tümüyle sona ermemişse de eskisi kadar ideaları kalmamıştır. Kimlik kabulü ve özerk yaşama saygı aşamasına gelinmiştir. Bu durum öz savunma savaşı açısından yeni bir durumdur.”

Bir öz savunma biçimi olan gerilla direnişi Kürt halkının maddi ve kültürel varlığını korumasını önemli bir aşamaya taşımış; bundan sonrası için savunma anlayışı genişletilmiştir. Gerilla direnişinin yeni bir aşamaya geçişinin temel bazı özellikleri vardır.

1- Devlet yıkıp yerine yeni bir devlet kurmanın toplum savunuculuğu olamayacağı, devlet kurma gerçeğinin toplum karşıtı olduğu perspektifine ulaşarak toplumu savunma olgusu üzerinde derinleşme,

2- Uzun süreli halk savaşı stratejisinin denge aşamasından sonra gelişen silah teknolojisiyle birlikte savaşın tekrara yol açması ve denge durumunun uzun yıllar alarak yoğun kan kaybına yol açması,

3- Savunma anlayışının silahlı direnişle sınırlı tutulmaması sorunlarının çözümünün siyasal diyalog yollarının da açılmasına ihtiyaç duyulması

4- Toplumsal özgürlük savunmacılığının dönemsel direnişlerle belli bir aşamaya taşırılması ve devrimsel yaratılması gerçeği olmakla birlikte egemen uygarlık sistemi var olduğu sürece toplumun da güvenlik sorunun devam edeceği dolayısıyla, daimi savunma temelinde güvenlik sorununun yeniden değerlendirilmesine ihtiyaç duyulması

5- Toplumsal, demokratik, özgürlükçü yaşam zihniyeti temelinde her yerde örgütlü olmanın ve diğer bir değişle demokratik modernite sistemini inşa etmenin temel varoluş biçimi olması kadar savunma biçimi de olmuştur.

 

Demokratik Ulus Modelinde Öz Savunma

“Ulus-devletlerin tek silahlı güç tekeli ve fırsat buldukça ortaya çıkmaktan kaçınamayacağı yeni inkâr, imha ve asimilasyon politikaları, öz savunma sistemini kalıcı kılmaya zorlamıştır. Ulus-devletlerle ortak yaşamanın asgari koşulu, Kürt öz kimliğinin ve özgür yaşamının anayasal güvenceye kavuşmasıdır. Anayasa yetmez. Ayrıca yasalarla belirlenecek statülerle bu güvencenin somut koşulları aranacaktır. Dışa karşı ortak ulusal savunma dışında güvenlik işlerinin bizzat Kürt toplumunun kendisi tarafından karşılanması gerekir. Çünkü bir toplum, iç güvenliğini en iyi ve ihtiyaçlarına en uygun biçimde ancak kendisi sağlayabilir.” diyen Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan, toplumun kendi kendisini sürekli savunma sistemi olan öz savunmayı somut duruma uyarlamayı sağladı. Toplumun savunma durumunu Abdullah Öcalan’ın öz savunma olarak tanımlaması önemlidir.

Savunmanın özsel bir durum olduğu ve öz güce dayanması gerektiğinin ifadesidir. Varlığı varlık yapan tüm yapı taşları özü oluşturduğuna göre varlığı sürdürme bu yapı taşlarının bütünlüğü ve devamlılığında sağlanabilir. Savunma refleksi de özün bir parçasıdır. Yani toplumu ancak bütünlüklü yapısıyla toplum koruyabilir.

Devlet gerçeği ve özellikle de ulus-devlet gerçeği kendini toplumun yerine koyarken, halkı başka bir yolun mümkün olmadığına ikna etmeye çalışır. Halbuki devletin güvenlik güçleri toplumu değil devleti elinde tutan egemen güçleri korumak amacıyla örgütlendirilmiştir. Topluma karşı duruş; toplum ile devletin karşı karşıya kaldığı durumlarda çok net olarak açığa çıkar. Ordu halktan alınan vergilerle silahlanırken, savaş masrafları arttıkça ekonomik ve sosyal sorunlar da yükselir. Bunun en bariz örneklerinden biri Kürdistan’da 30 yıl boyunca yürüyen savaşta yaşanmıştır. Devletin, sorunu daha fazla silahlanma anlayışıyla çözmeye çalışması sürekli ekonomik kriz, halklar arası düşmanlık duygularının derinleşmesi ve kültürel yozlaşmaya neden olarak toplumu her boyutlu baskılamış, büyük acılara neden olmuştur. Devletin ordu güçleri halk çocuklarından oluşsa da, başta halka karşı olmak üzere çıkarları çatışan güçlere karşı devleti savunma aracıdır da. Devletin ordu dışında diğer güvenlik güçleri, hukuk, ekonomi, siyaset ve kültür alanındaki egemenlik araçları, toplumu devlete karşı sindirme araçlarıdır. Dünyanın her yerinde ve tarih boyunca işin doğası gereği devlet ve toplum hep karşı karşıya olmuştur. Günümüzde devlet bütçelerinin büyük bir bölümünün iç asayişi sağlama masraflarına ayrılması iyi bir örnektir. Protesto ve polis şiddeti görüntüleri Gılgamış’tan günümüze kadar hayatın temel çelişlerinden biri olarak var olmuştur. Bu durum iktidar saldırısı ve toplumsal öz savunma tablosudur. Toplumsal algıda polis ve ordu güçlerine karşı soğukluk, tarihsel hafızada taşınan ve günlük olarak tazelenen toplum-devlet çelişkisinin ifadesidir. Bu anlamda devletin hele de tekçi ulus-devletin asla toplumun savunma gücü olamayacağı açıktır.

Toplumun her boyutlu olarak ve her koşulda devlete ve iktidar odaklarına karşı kendi savunması, varoluşu gereğidir. Ancak devlet sınırları içerisinde olup öz savunma stratejisi uygulamak mümkün müdür? Bu nasıl gerçekleştirilir? Sürekli çatışma ve savaş haline mi dönüşür? Bunlar kuşkusuz günümüz dünyasında anlamsız sorular değildir. Cevaplanması da gerekir. Her toplumun içinde bulunduğu siyasal, tarihsel, coğrafik, sosyal, kültürel, ekonomik gerçeklik çerçevesinde bu sorulara yanıt oluşturulması mümkündür.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bölge halkları ve Kürdistan için geliştirdiği demokratik ulus formülü, toplumsal parçalanmaları giderecek yapıcı bir proje olarak tüm dünya halklarına model oluşturuyor. Ulusal sorunlar, kültürel, inançsal çelişkiler, kadın sorunu, sosyal sorunlar, siyasal sorunlar, ahlaki sorunlar, ekonomik, ekolojik sorunlar ve tabi hegemonya dayatmalarına karşı halkların birlikte, demokratik, barışçıl anlayışla kendi savunmasını sağlamasını ifade eder. Demokratik ulusun bir devlet biçimi olmaması, devletin varlığına rağmen toplumsal yaşamın her alanında kendini örgütleyerek kendi kendini yönetmesini esas alır. Devlet toplumun tüm örgütlü yapılarıyla çatışmayı göze alamazsa uzlaşma yollarına açık olmak zorunda kalacaktır. Toplum kendini ne kadar yaygın ve her boyutta örgütleyebilirse, devlet yapılanmasını demokratik sistem karşısında geri çekilmeye ve alan açmaya mecbur kılacaktır. Bu anlamda öz savunma stratejisinin temel özellikleri şöyle ifade edilebilir;

1- Halkların, kadınların, etnik, kültürel ve inanç gruplarının özgür, demokratik birlikteliğini sağlayacak toplumsal barış ilkesinin demokratik ulus modelinde pratikleştirilmesi

2- Tüm toplumsal kesimlerin farklılıklarını koruma ve eşit koşullarda birlikte yaşama ilkesi temelinde devletten beklemeden yaşamın her alanında kendini örgütlemesi. Devletin sızmasına açık kapı bırakmayacak düzeyde yaygın, sıkı ve bilinçli örgütlendirilmesi öz savunmanın en büyük garantisidir.

3- Devletten ve dış güçlerden gelecek saldırılara karşı tüm toplumsal kesimlerin kendini koruma bilincine ve tekniğine sahip olma temelinde hazırlıklı olması.

4- Devletin toplumu parçalayarak yalnızlaştırma politikalarına karşı öz savunma ittifakının geliştirilmesi; hatta uygun yerlerde ortak öz savunma güçlerinin oluşturulması

5- Barış savaş kararına tüm toplumsal kesimlerin birlikte karar vermesi.

Öz savunmanın en acil hali kuşkusuz katliam ve soykırım tehlikesine, aktif direniş durumuna geçmektir. Bugün Rojava’ da yaşanan direniş, Suriye rejiminin ordusuna karşı gerekse de hegemonya amaçlı dış güçler ve işbirlikçilerine karşı en etkili öz savunma biçimlerindendir. Rojava erkenden geliştirilen öz savunma sayesinde Suriye’nin Rojava dışındaki alanlarında yaşanan korkunç savaş sahneleri, katliam görüntüleri ve insanlık dışı durumlar Rojava’da sivil yaşam alanlarında bazı sabotaj saldırıları dışında neredeyse hiç görülmedi. Savunma sisteminin oluşturulduğu hat, saldırıları sivil yaşam alanlarının dışında tuttu. Hegemon güçler ile Suriye rejimi arasında taraflaşmayan, her iki tarafa ve bu egemenlik savaşına mesafeli olan öz savunma güçleri, üçüncü bir yol olarak sadece savunma pozisyonunda kaldı. Suriye savaşı tablosunda bu durum mucize gibi görülse de, halkın kendi kendini savunma hazırlıklarını yapmasının ve buna göre örgütlenmesinin başarılı bir kanıtıdır. Bu düzeyde bir öz savunma gücünü açığa çıkarmanın altında yıllarca yürütülen Kürt halkının ulusal kurtuluş mücadelesinin kazandırdığı gerilla deneyimi, direniş refleksinin güçlenmesi ve örgütlenme bilincinin yükselmesi mirası vardır. Tehlike önceden görülmüş, halkın bulunduğu alanlarda önce eğitim çalışmalarıyla hazırlıklar yapılmış, sonra yerleşim yerlerinden devlet güçleri çıkarılmış, dışarıdan gelen saldırılara karşı da direniş mevzileri oluşturulmuştur. Rojava’da denetim tamamen halka geçtikten sonra savunma sistemini güçlendirme çalışmalarıyla demokratik yaşam modelini inşa etme çalışmaları paralel olarak sürdürülmüştür. Askeri savunmanın kısa vadede demokratik sistemin teminatı, demokratik ulusun ise uzun vadede halkın güvenliğinin garantisi olduğu bilinci yerleşmiştir. Savunma birlikleri olan YPG ve YPJ ordusu, profesyonel güçler ile milis diyebileceğimiz halktan gönüllü katılımcılardan oluşturulmuştur. Profesyonel güçler kendini tamamen halkın savunmasına adayan, bu kararlılıkla katılan ve dolayısıyla temel amaçlarda derinleşen kesim olurken; aynı biçimde kadın ve erkeklerden oluşan halk üyeleri, temel meslekleri savunma olmaksızın, saldırı durumlarına karşı direnişe katılmaya hazır kesimlerdir. Rojava’da kadın-erkek hemen bütün halk, öz savunma anlayışı ve teknikleri üzerinden eğitildi, savaşa katılsın katılmasın kendini savunmayı öğrendi. Bu yedek güç hazırlıkları saldırıların kapsamı arttıkça mevzileri güçlendirilmek de değerlendiriliyor. Rojava’da demokratik ulus inşası ve öz savunma direnişine sadece Kürtler katılmıyor.

Gerek inşa çalışmalarına gerekse de savunma güçlerine alanda bulunan Asuri, Arap halkları ve Müslüman, Alevi, Zerdeşti ve Hristiyan inanç grupları el birliğiyle katılıyorlar. Tamamen savunma temelinde gelişen direniş, devleti hedeflemediği gibi halkın etnik yapısı, inancı, sosyal kesimlerinin özgür ve demokratik değerlerini yaşatmayı esas alıyor. Suriye’de oluşacak devlete kendini kabul ettirme temelinde özerk bir alan olarak sistemleşiyor. Bu saatten sonra devletin elde edilen kazanımlardan geri adım attırması mümkün değil gibi görünüyor. Devlet ya çok kanlı yeni bir savaş süreci başlatacak, ya da eninde sonunda uzlaşmak zorunda kalacağı demokratik özerklik sistemiyle kan dökmeden, daha başında uzlaşmayı kabul edecektir.

Savaş tehdidinin olduğu koşullarda silahlı direniş Rojava’da olduğu gibi kaçınılmazdır. Aksi takdirde Suriye’de gerek devlet gerekse de muhaliflerin saldırılarına maruz kalan binlerce insan gibi katliama uğrama söz konusu olur. Böyle bir durumda silahlı savunma öz savunmanın bir parçasıdır. Ancak bu savunma sistemi ağırlıklı halkın öz gücüne dayanmak durumundadır. Toplumsal yaşamın dışına çıkan güçlerle savunma geliştirme durumu PKK gerçeğinde olduğu gibi bir gereklilik olsa da geçici, hızlı devrimsel sonuçlar için gerekli bir çözümdür. Temel olan halkın kendi sürekli savunma güçleridir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bunu şöyle ifade ediyor. “Öz savunma; … silahlı yapı değil, halkın kendi güvenliğini sağlamasıdır. Demokratik toplumun her alanda örgütlenmesini, kurumsallaşmasını, kendi güvenlik sistemine kavuşmasını ifade ediyorum.” Rojava’da ciddi bir katliam tehdidinin olması çok büyük bir savunma savaşını gerekli kılmıştır. Ancak esas olan halkın bütün birimleriyle örgütlü olması, devlet egemenliğine karşı duyarlı olması, devletten her hangi bir şey beklemeden tüm yaşam alanlarında kendi kendini yönetebilme gücünü açığa çıkarmasıdır.

Bunun dışında demokratik ulusun özerk olarak örgütlenmesi bütünlüklü bir savunma sistemidir aynı zamanda. Her demokratik ulus, her şeyden önce halkın kendi kendisini yönetme gücünü tarihsel kültürel birikiminden beslenerek güncel durumlar karşısında yaratıcı çözümler oluşturma kapasitesine ulaşmalıdır. Ancak bu şekilde bilinçlenen toplumun öz gücü açığa çıkacaktır. Toplumu savunmak toplumun işidir denilerek buna göre hareket sağlanabilmelidir. Tarihsel bilinci yükselen, kültürel gerçeğini yaşatan, siyasallaşan, ahlaki ölçüleri netleşen ve onun üzerinden demokratik özgür geleceğini inşa eden toplumun dışarıdan beklentili olması mümkün değildir.

Siyasal sorunların çözümü için partileşme, sivil toplum hareketleri kadar halkın tartışma ve çözüm üretme mekânları olan komün ve meclis oluşumlarına giderek, buralardan ortak kararlara ulaşma sağlanabilir. Toplum savaş-barış kararını, ulusal-kültürel-inançsal, cins boyutlu ya da herhangi bir soruna yönelik kararlarını bu toplantı merkezlerinden çıkarabilir. Siyasal sorunlar, toplumun varoluşunu ilgilendiren tüm sorunları kapsar. Örneğin kadın cinayetleri ve kadına karşı şiddet sorunu toplumsal bir sorun olarak önce kadın tartışma zeminlerinde ele alınmalı sonra da tüm toplumsal kesimlerin katıldığı genel toplanma zeminlerinde değerlendirilerek çözüme yönelik kararlara gidilmelidir. Hiçbir devlet kadına karşı şiddeti engelleyemeyeceği gibi teşvik edici de olur. Kadınların günümüzde yaşadığı güvenlik sorunu, çok acil bir sorun olarak toplumsal konsensüsle aşılabilir. Toplumun meclislerde aldığı özgürlükçü, koruyucu geliştirici kararlar ahlaki değer haline gelerek kalıcı sonuçlar verir. Toplumsal alanda yaşanan diğer güvenlik sorunlarının da çözüm yolu buradan geçer. Sorunlarını çözen toplumun psikoloji de daha sağlıklı olacaktır.

Ekonomik sorunlara da kolektif kararlarla çözüm bulunabilir. Ülkenin yer altı yer üstü zenginlik kaynaklarının sömürülmesine karşı demokratik eylem programlarının çıkarılması, toprağın parçalanmadan en verimli halde işletilme yöntemlerinin bulunması, hayvancılık için elverişli alanların kullanımı için engellerin kaldırılması, kooperatiflerin geliştirilmesi, ev içi yaşamın idamesinin temel ekonomik alanlardan biri olarak değerlendirilmesi, yaratıcı, ekolojik üretim alanlarının oluşturulup yaygınlaştırılması gibi kapsamlı çalışmalar yapılabilir. Bunların bir kısmı demokratik ekonomik alanı geliştirme diğeri de iktidarcı ekonomi anlayışına ve sömürüsü sistemine karşı direniş eksenlidir. Tekelci-sömürgen ekonomi sistemine karşı direniş ile ekolojik-ekonominin inşa mücadelesidir bu. Kendini ekonomik alanda var edebilme mücadelesidir.

Kapitalizmin kültür dejenerasyonu, asimilasyon, entegrasyon durumlarına karşı da küçük yerleşim yerlerinde korunan değerlerin garanti altına alınması ve bunların yaygınlaştırılıp geliştirilmesi için çok çeşitli örgütlenme, etkinlik ve kurumsallaşmalar sağlanabilir. Ana dil, ilişki-davranış-üslup ahlakı, estetik, müzik, eğlence anlayışı gibi kültürel değerlerin aşınmasına karşı toplumsal değerlerini canlı tutma çalışmaları yapılabilir.

Demokratik ulusun zemininde toplum tarafından yeniden canlandırılacak olan ahlak, toplumsal ilişkileri de yeniden düzenleme eğilimi gösterecektir. Kendini inşa eden toplum kendini savunmayı da bilecek bunun yol ve yöntemlerini kendisi bulacak ve uygulayacaktır. Toplumsallığının farkındalığı geliştikçe öz savunma da gelişecektir.

 

 Yararlanılan Kaynaklar

 

  • Abdullah Öcalan Demokratik Uygarlık
  • Manifestosu 4.-5. Kitap Homeros, İlyada Mehrdad, Izady Kürtler
  • Jean Bottero, Gılgamış Destanı
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.