Düşünce ve Kuram Dergisi

Üçüncü Dünya Savaşı ve Kürtlerin Rolü

Tayip Temel

Üçüncü Dünya Savaşı üzerine yorum yapanlar, genellikle onun bir “nükleer ‘savaş’” olacağına dair kehanetlerde bulunup bilim kurgu filmlerindeki gibi birçok ülkenin birbirini yok edeceğinden söz ederler. Bu değerlendirmeleri haklı kılan bazı güç denemeleri devam ederken, dünyanın merkezi konumundaki Ortadoğu’da yaşananlar yapılan yorumları geride bırakacak cinsten. 

Ortadoğu’da statükolaşmış denklemlerde büyük bir kırılma ve değişim yaşanıyor. Bilinen ve alışılmış devletler arası ilişkiler alt-üst oluyor. Kimilerine göre yaşanan bir bakıma iki kutuplu dünya düzeninden yani ABD ve Rusya’nın geçmişten kalan hesaplaşmasının günümüze yansımasıdır. Son 25 yılda her ne kadar ‘soğuk savaş geride kaldı’ değerlendirmeleri yapılmışsa da ABD ve Rusya’nın karşılıklı pasif ve aktif güç denemeleri kesintisiz bir şekilde devam etmiştir. 

Suriye merkezli yaşanan uluslararası kamplaşma ve Ortadoğu’nun tümünü etkileyecek yeniden dizayn savaşı, dünya savaşı niteliğini kazandı bile. Savaş görünürde daha çok Suriye ve kısmen Irak ile sınırlı gözükse de aslında Üçüncü Dünya Savaşı’nın tüm özelliklerini kendi içinde barındırıyor. Orada gerçekleşen kesinlikle çok uluslu bir savaştır. 

Savaş hali egemenler tarafından ötekileştirilen ve ezilen halklar için yeni fırsatlar sunduğu gibi, oluşan kaosa karşı kendini örgütlemeyen ve güç haline getiremeyen topluluklar için büyük riskler oluşturmaktadır.  Ortadoğu’da oluşan yüzyıllık statüko ve siyasi tablonun en büyük mağduru ve kurbanı haline getirilen halklardan biri de Kürtlerdir. 

Hatırlayalım; Birinci Dünya Savaşı’na kadar Kürdistan toprakları Osmanlı ve İran devletleri arasında ikiye ayrılmıştı. 16 Mayıs 1916’da İngiliz ve Fransızlar arasında imzalanan Sykes-Picot Antlaşmasıyla Kürdistan bir kez daha parçalanmıştır. Osmanlılar, Ortadoğu’daki topraklarını kaybettikten sonra Irak İngilizlerin, Suriye de Fransızların eline geçti. Böylece Kürdistan’ın bir parçası Irak’ta, diğer bir parçası da Suriye’de kaldı. Bu nedenle Kürdistan, Birinci Dünya Savaşı sonrasında fiilen yeniden bölünmüştür. 

Birinci Dünya Savaşı, Ortadoğu’nun şuan içerisinde bulunduğu siyasi ve toplumsal tabloyu ortaya çıkaran bir savaş oldu. Sevr, en azından Kürtler açısından bir statüye sahip olma fırsatı doğurduysa da, o dönemin egemenleri siyasi-coğrafi sömürüye dayalı gelecekleri açısından bölünmüş bir Kürdistan’ın kendileri açısından daha uygun olacağına karar verdiler. Ve öyle de yaptılar. 

Kürtler, Birinci Dünya Savaşı’ndan, halk olma gerçeğini ve halk olmaktan doğan haklarını büyük oranda kaybederek çıktı. Ülkelerinin dört parçaya bölünmesinin yanı sıra kültürel, duygusal ve siyasi olarak da koca bir yüzyılda kendilerine gelemeyecek kadar derin bölünmelere uğratıldılar.

 

Ortadoğu’da Savaşın Asıl Nedeni

Ortadoğu’da yaşanan ‘savaş’ın sadece bölgeyi ilgilendiren ya da kapsayan lokal bir çatışma olmadığı artık herkesin malumu.  Yaşanan tam anlamıyla tıkanan klasik dünya sisteminin yeniden dizaynıdır. Temel sorun ise, yeni dizaynın nasıl ve hangi parametrelere dayalı olacağına dairdir. Klasik dünya sistemi ya da başka bir deyimle Kapitalist Modernite, kaynaklık ettiği ve her gün yeniden üreterek devri daim kıldığı sorunsalı çözme kabiliyet ve basiretine sahip mi? Bunun için Üçüncü Dünya Savaşı olarak ifadelendirilen kaos sürecinin temel nedenlerine ve sistemin bu sorunsalları aşma kapasitesine bakalım.

Kapitalist Modernite’nin son 200 yıllık Ortadoğu müdahaleleri bu coğrafyayı kendi hegemonyası altına almaya dönük olduğundan, halklar açısından kriz ve kaostan başka bir şey getirmedi. Toplumsal doğayı yadsıyan, ideolojik sömürüyü hedefleyen bu yaklaşım halkların tepkisi ve öfkesiyle karşılaşmış, bu nedenle çatışma ve savaşlar hiç eksik olmamıştır.  

Kapitalizmin içinde bulunduğu bunalımın temel nedeni, sac ayaklarından biri olan ulus-devlet sisteminin içinde bulunduğu kriz ve tıkanmadır. Kaynağını iktidar ve tahakkümün ilk nüvelerinden, yani ilk devletin ortaya çıkma sürecinden alan ve kapitalizm çağında kendini kurumsallaştıran ulus-devlet son yüzyılda yaşanan sorunlar ve tüm toplumsal hastalıkların kaynağı haline geldi. 

Demokrasi ve bireysel hak ve özgürlüklerin garantörü olma iddiasıyla Batı’da ortaya çıkan ulus-devlet, iddia ettiğinin aksine, karakteri gereği sınırlarına hapsettiği toplumsal farklılıkların renkliliğini bastırarak tekleştirmeyi varlık gerekçesi haline getirdi.  

Semavi dinlerin ortaya çıktığı coğrafya olması nedeniyle, Ortadoğu’da dincilik baskın ve etkili bir toplumsal gerçeklik olarak kendisini dayatmaktadır. Kışkırtılmış ve kabuk bağlanmasına asla izin verilmeyen bir yara gibi kaşınan bu toplumsal gerçekliğin ulus-devletin katı zihniyetiyle buluştuğunda ne tür sorunlar yarattığını Ortadoğu’da hala varlığını sürdüren her hangi bir ulus-devlet örneğine bakılarak bütün boyutlarıyla anlaşılabilir. Milliyetçilik ve dinciliğin birbirini nasıl beslediğini ise güncel olarak DAİŞ ile onu destekleyen devletlerin arasında kurulmuş amaç birliğinden anlamak mümkündür. 

Zaten Ortadoğu’da milliyetçiliğin bir hastalık gibi yayılma süreci, tam da ulus-devletin çizdiği sınırlarla toplumları bölüp onları ayrıştırdığı sürece denk gelmektedir. Gelişkin olan milliyetçilik zihniyeti dışarıdan yapılan müdahaleler ve çizilen sınırlarla daha güçlü hale getirilmiştir. Irka dayalı milliyetçiliğin yanı sıra, din ve mezhep milliyetçiliği oldukça gelişkindir. Bu zihniyeti Ortadoğu’ya bulaştıran ve geliştiren Kapitalist Modernite’dir. 

Yapısallığını bir ırka veya mezhebe dayandıran devletler, sınırlarıyla halkları ve inançları birbirine yabancılaştırıp düşman haline getirdi. Onlarca ayrı Arap devletçiğinin kurulması örneğinde görüldüğü üzere, toplumları yapay-siyasi sınırlar ile parçaladı. Kürdistan’ın dört parçaya bölünerek, Kürtlerin statüsüz bırakılması gibi birçok halkın ve inancın varlığı ise inkâr edildi. 

Ulus-devlet ve onun bir sonucu olan şovenizm, Ortadoğu’da tekçi özelliğini korumak için ona karşı direnen farklılıklara soykırım uyguladı. Farklılıkları ‘tek millet’ potası içinde eritmek için kültürsüzleştirme ve asimilasyon politikaları kesintisiz ve acımasızca uygulandığından, iç gerginlik-çatışma ve dışa karşı savaş tehditleri artarak devam etmek durumunda kaldı. 

Ulus-devlette karakteristik özellik olarak ön plana çıkan aşırı merkeziyetçilik, bürokrasi, yönetimsel yozlaşma ve barışçı toplumsal yaşama karşıtlığın geldiği düzey, sistemin iflasını kaçınılmaz hale getirmiştir.

 

Arap Baharı’ndan Bölgesel Savaşa 

Üçüncü Dünya Savaşı olarak da tanımlanan, bölgenin tümünde etkili olan, birçok değişimin önünü açan gelişmeler, Tunus’ta bir gencin bedenini ateşe vermesiyle başladı ve sonrasında Libya ve Mısır’a sıçrayarak büyük ayaklanmalara dönüştü. Bu gelişmeler sonucunda iktidarlar değişti. Suriye’de Esad iktidarına karşı başlayan direniş ve ayaklanmalar hızlıca yayıldı ve tüm bölge güçleri BAAS rejiminin yıkılacağına inanmaya başladı. Ancak durum hiç de beklendiği gibi olmadı ve Suriye ile ilgili bölge güçlerinin hesapları tutmadı. Suriye bölgede bulunan her hangi bir ülkeye benzemiyor. Ortadoğu’daki grift sorunların tümünün düğümlendiği bir ülkedir. Toplumsal tüm çelişki ve çatışmalar kısa sürede çözülemeyecek kadar karmaşık ve derindir.  Tüm büyük güçler sahada görünmek yerine daha çok vekâlet savaşlarıyla bu kapışmaya dahil olmayı tercih ediyorlar.   

Ortadoğu’da yaşanan temel sorun otoriterleşen ve giderek diktatörleşen rejimler eliyle toplumların ezilmesi ve benliklerinden uzaklaştırılmasıdır. Ortadoğu’nun bu karakterinin devamı olarak Kürdistan üzerinde egemenlik kuran tüm devletlerin de karakterinde faşizm, soykırım ve her türlü milliyetçilik bulunmaktadır. 

Ortadoğu’da yaşanan büyük savaş ve giderek derinleşen krizin bitmesi için demokratik bir sistemin kurulması ve bütün halkların bu sistem içinde kendi haklarına sahip olması çözümün yegâne yoludur. 

Krizin sunduğu fırsattan istifade eden ırkçı, mezhepsel ve gerici anlayışlarla ortaya çıkan DAIŞ ve ona benzer yapıların bu sorunu ağırlaştırdığı açık bir şekilde görülüyor. Egemen güçlerin tüm çabası da ortaya çıkan devrim koşullarını yozlaştırarak kendilerinden daha geri ve daha barbar güçlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktır. 

Uluslararası aktörler ve emperyalist güçler ise otoriterleşen iktidarcı ve ulus-devletçi sistemlerin restorasyona tabii tutarak devrimin önünü almaya çalışıyor. Bu siyasi çabalar da halkların demokrasi çabalarına yanıt vermekten uzaktır ve bu, yaşanan kaosu derinleştirmektedir. 

Başarısız olan tüm denemeler gösteriyor ki bölgenin tarihi ve güncel sorunlarına cevap verebilecek, Kapitalist hegemonyadan arınmış ve kaynağını Ortadoğu’dan alan bir yapılanmaya ihtiyaç var.

 

Kürtlerin Özerklik Modeli

Yukarıda belirtilen tıkanıklıkların ancak kapitalist sistemi aşan alternatif bir modelle aşılabileceği, bunun da kapitalist sistemin dincilik, bilimcilik, milliyetçilik ve cinsiyetçiliğe dayalı zihniyetiyle aşılamayacağı Kürt Hareketi açısından netleşmiştir.

Ortadoğu toplumunun yapısı ve muhtevası tekçiliğe sığmayacak kadar zengin ve renkli olduğundan, kapitalist sistemin bütün dayatmalarına rağmen, ulus-devlet yaması tutmadığı gibi giderek aşılıyor. Tarihsel olarak toplumsallığın ve komünal yaşamın ortaya çıktığı Ortadoğu’da sorunların çözümü ne yeni sınırlar çizmek, ne de yeni ulus-devletler kurmaktır. 

Ortadoğu’nun tüm zamanların savaş alanı haline gelmesi ve adeta kendi lanetine dönüşen uygarlığa beşiklik etmesi, yeni modeli de bağrından çıkarabilecek potansiyele sahip olmasıyla ilgilidir.Devlet aygıtının ortaya çıktığı ve hayat bulduğu Ortadoğu’da, merkezi uygarlığın antitezi olarak yeni modelin belirmesi güçlü bir ihtimaldir. Tüm sistemlerin kök hücresi durumunda olan Ortadoğu’nun yarattığı sorunları yine kendisinin üreteceği bir model çözebilir.  

Yeni model arayışında, Kürtlerin sistem dışı tüm kesimlerin mirası olarak geliştirip, formüle kavuşturarak Rojava’da hayata geçirdiği Demokratik Ulus ve Demokratik Konfederalizm projesi önemli bir deneyim haline gelmiştir.   

Şovenizmin ve milliyetçiliğin zehrine yakalanan ulus-devlete karşı Demokratik Ulus fikriyatı daha 10 yıl önce bir proje şeklinde Öcalan tarafından Ortadoğu sorunlarına çözüm modeli olarak geliştirildiğinde, bu arayış birçok çevre tarafından “ütopik” olarak değerlendirildi. Paradigma toplumsallaştıkça milliyetçiliğin panzehri haline gelmeye başladı. Özgür, demokratik, eşitlikçi ve halkların ortak yaşamı karşısında milliyetçiliğin direnmesi ve karşı mücadeleye girmesi bu nedenle anlaşılırdır. 

Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu olarak yaşam bulan proje Kürt, Asurî-Süryani, Arap, Türkmen ve diğer topluluklar tarafından heyecanla karşılanmaktadır. Demokratik ulus inşasının somut örneği olan bu modelde bütün inançlar, halklar, etnik topluluklar ve kültürler kendilerini buluyor, varlıklarına göre eşit temsil ediliyor. 

Kürtlerin özellikle Türkiye ve Suriye’de üstlendikleri rol halkların birliği temelinde inşa edilecek ve iktidarcı-otoriter anlayıştan uzak demokratik özyönetim denemeleridir. Bu yönetim biçimleri kendi içinde siyasal, toplumsal ve demokratik devrimler niteliğindedir. Bu devrimci hamleler kendisini devlet olgusuna dayandırmadığı için birleştirici, bütünleştirici ve özgürleştiricidir.

Kürdistan’ı parçalara bölen devletlerin sınırları içinde yaşayan halkların toplumsal, ulusal ve kültürel özellikleri ve yapıları göz önünde bulundurulduğunda çoğulcu ve kültürel birlikteliğe dayandıkları açık bir şekilde görülüyor. 

Bu nedenle halkları bir arada tutacak bir sistemi inşa etme konusunda en uygun model Kürtlerin öncülük ettiği demokratik ulusa dayalı demokratik konfederal sistem’dir. Rojava ve Kuzey Suriye’de deneyimlenen model şimdiden tüm dünyanın dikkatini çekiyor. 

Kürtler inşa etmeye çalıştıkları sistem ile Ortadoğu’nun demokratikleştirilmesine ve bütün halklara ilham verecek katılımcı, özgürlükçü ve iktidarcı özelliklerden arındırılmış bir model geliştirmeye çalışıyorlar. Bu nedenle Kürtler değişimin en önemli dinamik güçlerinden biri haline geldikleri için, artık uluslar arası düzeyde aktörlük görevi üstlenmişlerdir. Kürt Hareketi, Ortadoğu’da her gün dengelerin altüst olduğu bir dönemde hem siyasal hem de askeri olarak şaşırtıcı bir tecrübe ile kendi modelini oluşturuyor. Üstelik bu yetkin rolü bölgede bulunan birçok gücün engelleme çabalarına rağmen oynuyor. 

Ortadoğu’daki kriz Kürtlere bulundukları tüm bölgelerde ciddi zararlar verdiği gibi, onlara krizden çıkma politikalarına öncülük düzeyinde sahip çıkma fırsatı da vermiştir. 

 

Parçalanan Düşünce Rojava’da Birleşiyor

Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de yaşayan Kürtler ve onların siyasal örgütlenmesi, siyasi kültür ve demokratik zihniyet açısından diğer parçalara öncülük edebilecek düzeydedir. Önerilen proje halkların kardeşliğine dayalı olarak hem Türkiye hem de diğer parçalardaki Kürtleri içine alacak kadar demokratiktir. HDK, HDP ve diğer toplumsal kesimler ile ortaklaştırılarak kurulan siyasal örgütlenmeler, Kürt halkının özgürlük talebinin milliyetçiliğe dayanmadığını ortaya koyduğu gibi Kürt Siyasal Hareketi’nin attığı bu adımlar Türkiye’de hâkim olan ırkçı ve şovenist ideolojiyi de geriletmeye başlamıştır.

Lakin Türkiye’de mevcut iktidar ve devlet aklının tekçi ve inkâr zihniyeti bu projeye yaşam hakkı vermiyor. Bu nedenle Kürt Siyasal Hareketi ve devlet arasındaki mücadele sertleşerek devam ediyor. 

Güney Kürdistan’da mevcut durumda belli boyutlarıyla şekillenmiş bir Kürt Federal Bölgesi bulunmaktadır; bu yapı kurumsal sürecini ve yasalarını oluşturmuştur. Öncülüğünü KDP’nin yaptığı, dört parça Kürdistan’a dayalı olmasa da kendi çapında küçük bir devletçik olma iddiası taşıyan bu düşünce, diğer parçalara dair ne düşündüğünü ortaya koymadığı gibi Kürt Özgürlük Hareketi’nin savunduğu demokratik ulus temelli çözüme de sıcak bakmadığını zaman zaman dillendirmektedir. 

İran rejiminin teokratik karakterinin acımasız politikalarıyla karşı karşıya olan Doğu Kürdistan halkı da bütün baskılara rağmen, kendi demokratik örgütlenmelerini Öcalan ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin ideolojik ve siyasal görüşlerine paralel olarak geliştiriyor.

Üçüncü Dünya Savaşı ortamındaki bu gelişmeler, Kürtler başta Suriye’de (Rojava ve Kuzey Suriye) olmak üzere bulundukları Türkiye, İran ve Irak’ta değişim ve devrimin dinamik gücü olacak düzeyde öz güven sahibidirler. 

Kürtlerin Suriye’de sunduğu modelin en önemli özelliklerinden biri de demokratikleşme ve sivilleşmeye dayalı, milliyetçilikten uzak ve tüm halkların katılımına imkân vermesidir. 

 

Sonuç Olarak

  1. yüzyılın başında sınırlarla birbirinden ayrılan Kürtler, Ortadoğu’da yeniden bir özne olarak ortaya çıktı. Hatta Kürtlerin hareketliliği, Ortadoğu’nun geleceğinde olduğu kadar bölgenin yeniden yapılanmasında önemli rol oynama kapasitesine sahip. Üçüncü Dünya Savaşı olarak adlandırılabilecek gelişmeler ışığında bugün tarih Kürtleri Ortadoğu’da önemli bir aktör olarak sahneye çağırıyor. Tarihin yüklediği bu görev şüphesiz Kürtlerin farklı coğrafyalarda insanlık değerleri için verdikleri mücadeleye bağlı olarak gelişmektedir.

Kürtler, bundan sonra statüsüz yaşamak istemediklerini mücadeleleriyle ortaya koyuyor. 

Çelişki ve çatışmalar hala bitmiş değildir. Belki de daha büyük savaşlar kapıda. Buna rağmen Kürtlerin dört parçada mücadelesi sürüyor. Rojava ve Kuzey Suriye’de kurulan demokratik modelin örgütlendirilmesine devam ediliyor. Yerel inisiyatifler yönetime katılıyor, demokratik özerkliği hayata geçirmeye çalışıyor. Türkiye ve ona bağlı hareket eden Barzani kabul etmese de Rojavalı Kürtleri eski statülerine döndürmek mümkün değil. 

Üçüncü Dünya Savaşı olarak kabul edilen Ortadoğu Savaşları süredursun halkların özgürlük talebi için alevlenen devrim ateşi Kürdistan’ın tümüne yayılmıştır. Baskı, sindirme ve katliam ile bu talebi bastırmak mümkün değildir. Başka bir ifade ile Demokratik Ortadoğu Federasyonu’na yolculuk başlamıştır.  

Savaşın derinleşerek devam ettiği bir dönemden geçiyoruz ancak bu aşamadan sonra siyasi çözüme dair girişimlerin artacağı açıktır. Rojava Devrimi’nin somut ifadesi olan Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu siyasi çözüm arayışında tek alternatif güç durumunda ve tarihi bir rol ile karşı karşıyadır. 

Amansız mücadele ve devam eden devrim sürecinde elde ettikleri siyasi, diplomatik ve kültürel kazanımlarıyla, bu güne kadar yok sayılan Kürtler, Ortadoğu’nun despotik rejimlerden arındırılması ve demokratikleşmesine öncülük etmenin haklı onurunu yaşamaktadırlar.

Rojava Devrimi’nin Ortadoğu’da rol-model olma özelliği şüphesiz onun demokratik karakteri ve halklar üzerinde bıraktığı etkiden kaynağını almaktadır. Bu devrim dünyanın her köşesinde mücadele eden sosyalistlere ruh ve mücadele azmi vermektedir. Rojava Devrimi; halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesinin büyüyerek gelişmesine ön ayak olmuş ve dolayısıyla sadece bir Kürdistan Devrimi değil, baskıcı rejimlere karşı bir dünya devrimidir.  Öyle görülüyor ki Suriye’de pratik olarak süren demokrasi öncülüğü büyüyerek devam edecek. 

Ortadoğu’da kuşaktan kuşağa devredilen kanlı, ayrıştırıcı, toplumları bölen savaş ve şiddetin kesin bir biçimde siyasi mücadeleye dönüştürülmesine karşı sınırlara ve mezheplere hapsolmadan tüm halkların, inançların ve toplulukların ortak yönetimde temsilinin sağlanacağı model Demokratik Özerklik’tir. Toplumsal barışın  yolu da Kürtlerin öncülüğünde hayat bulan bu modelden geçiyor.

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.