Düşünce ve Kuram Dergisi

Üçüncü Yol ve Demokratik Ulus Çözümü

Mehmet Ali Can

Üçüncü Yol, son yıllarda siyaset dünyasının en çok konuştuğu konuların başında gelmektedir. Yeni bir seçim arifesinde de sıcak bir başlık olarak durmaktadır. Güncel siyasal gelişmelerin yaşadığı çıkmaza bir çözüm yolu olarak okunsa da kapsamı oldukça geniş, tüm toplumsal sorunlara çözüm projeksiyonu tutmaktadır. Günlük gelişmelere ve sorunlara kurban edilecek bir yol değildir. Nitekim siyasette bu ağır bastığı için toplumsal karşılığı da zayıf kalmaktadır. Yerel, bölgesel ve küresel sorunlara stratejik bir müdahalenin seçim gibi taktiksel gelişmelere indirgenmesi istenilen yol’a girmek değil, tam aksine yol’dan sapmaktır. Kürt sorunu başta olmak üzere tüm toplumsal sorunların daha da ağırlaştığı bir ortamda geçici taktiksel yaklaşımlarla yol almak mümkün mü veya devasa bir çözüm formülü olan perspektif küçük hesaplar uğruna feda edilebilir mi? Elbette edilemez.

Peki, ne yapılmalı ve nerden başlanmalı? Üçüncü Yol’un kavramsal olarak anlaşılmasıyla başlanılabilir. Üçüncü Yol’dan kastedilen nedir, ne anlama gelmektedir? Bu düşünce ve projeyi ilk dile getiren PKK Lideri Abdullah Öcalan’dır. Öcalan buna ne anlam yüklemektedir, niye böyle bir fikir ortaya koymaktadır? Güncelliğini ve hakikatini hala koruyan Üçüncü Yol, İmralı esaretinin ilk gününden bu yana kör düğüm haline getiren tüm sorunlara çözüm olarak örülmektedir. Öcalan, her fırsatta bunu ifade etmektedir. En son yenilenen İstanbul seçimlerine az bir süre kala iktidar bir akademisyen aracılığı ve organizasyonuyla açıkladığı Öcalan’ın el yazılı mektubunda bu yol’a vurgu yapılmaktadır: “Önümüzdeki dönemde gerek iç toplumsal, gerek bölgesel ve küresel sorunların daha da ağırlaşacağını göz önünde bulundurarak bu Üçüncü Yol tavrının korunması büyük bir önem ve anlam ifade etmektedir. Bu çerçevede HDP’de vücut bulan demokratik ittifak anlayışı güncel seçim tartışmalarına taraf ve payanda yapılmamalıdır.” (18 Haziran 2019)

 

İki Çizgi Mücadelesi

Konuya bir parantez açmak gerekirse; toplumsal, tarihsel bağlamında sistemsel, paradigmasal ve ideolojik olarak iki keskin hat bulunmaktadır. Birincisi hiyerarşik, iktidarcı, devletçi sistemin devamcısı kapitalist modernite; ikincisi kök hücresi doğal toplum olan ve tüm demokratik öğelerini taşıyan demokratik modernitedir. Sistemsel olarak üçüncü bir çizgi yoktur. Dünya sistemi, günümüzde bu iki çizginin kapışmasına sahne olmaktadır. Ayrışmalar, taraflaşmalar, çatışmalar ve çelişkilerin özünde de bu iki çizgi yatmaktadır. Tarihten günümüze özellikle de kapitalist modernite sistemine karşı güçler ortaya çıksa da zamanla sistem karşıtı bu güçler sistem içinde eritilerek, birer yedeği ve parçası haline dönüşmüştür. Sistemin can damarları olan dincilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik ve bilimcilik doğru bilince çıkarılmadan “karşıt” demekle karşıt olunmaz. Nitekim devletçi akıl çarkında öğütülerek kapitalizmin mezhebi haline gelen reel sosyalizmin vardığı nokta çöküş oldu. 20. yüzyılın özellikle ikinci yarısında iki kutuplu dünyadan çok söz edildi. Neydi bu iki kutuplu dünya? Biri başını ABD’nin çektiği blok, diğeri Rusya’nın (SSCB) başını çektiği blok. Güncel itibariyle özellikle Ukrayna-Rusya savaşından sonra bu iki blok tekrardan gündeme geldi. İki bloka da bakalım, çıkar kavgasının dışında tepeden tırnağa devletçi akılla kuşanmıştır. İki blok da sistemsel olarak aynı karakteri taşımaktadır. Tek farkları giydikleri gömleğin renk tonlarıdır. Özellikle devlet dışı toplumlara/topluluklara yaklaşımları tıpatıp aynıdır. Ha Atlantik ha Pasifik, al ötekini vur ötekine.

Kürtler buna iyi bir örnektir. Kürt siyasetinde yaygın bir söylemdir: “Tüm dünya bize karşı.” Karşı derken, devletler kastediliyor. Doğru, hepsi Kürtlere karşı. Bu düşmanlığın kökeninde tarihsel ve toplumsal gerçeklik yatsa da, esas olarak sistemseldir. İster sağda ister solda duran bir devlet olsun, hepsi devlet dışı bir halk olan Kürtlere karşıdır. Çünkü, Kürtler demokratik modernite paradigmasıyla kapitalist moderniteye alternatif olmakta ve bunun mücadelesini bedel ödeyerek yürütmektedir. Kapitalist modernitenin tüm güçleri bu hesabı gözetmekte ve tercihini hep devletli karakterlerden yana yapmaktadır. Zaten tersini beklemek eşyanın tabiatına aykırı olur.  Yeryüzünde hala Kürt sorununun çözümsüz bırakılmasının temelinde bu küresel akıl bulunmakta, bunda ısrar edilmekte ve nemalanılmaktadır. Kürt sorununun çözümü demek, sistemin çözülüşü, çöküşü ve bitişi demektir. Bunu en iyi, Kürt sorununun “yaratıcısı” olan kapitalizmin merkez üssü Avrupa hegemonyası bilmektedir. İmalathanesinde üretip geliştirdiği ulus-devlet kazığını 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Ortadoğu’nun tüm coğrafyasına çöktükten sonra “devletsiz bırakılan” Kürdün payına da “soykırım” düştü. Ortadoğu’ya kurduğu Kürt kapanıyla tüm yerel ve bölgesel güçleri dizayn etmektedir; Kürt sopasını her zaman başlarında sallandırmakta, siyasal, ekonomik ve askeri olarak kendine bağımlı hale getirmektedir. Kürt sopası aynı zamanda terbiye etme ve yola getirme aracı olarak da kullanılmaktadır. Bu yıl yüzüncü yılını dolduran Lozan Antlaşması’ndan bu yana bunca iktidarlar değişti ama devletin Kürt zihniyeti hiç değişmedi; soykırım politikaları elden ele devredildi ve bugüne dek getirildi. Kürtler hala soykırım kıskacında ve bunun tehlikesini yaşamaktadır. Emperyalizmin vazgeçilmez üçlemesi böl, parçala ve yönet politikası Kurdistan’da tüm canlılığını korumaktadır. Kapitalist modernitenin de demokratik modernitenin de kaderi Kurdistan’da düğümlenmektedir. Ortadoğu’da fitili ateşlenen Üçüncü Dünya Savaşı’nın sonucunu da bu düğüm belirleyecektir.

 

Siyam İkizleri: Dincilik-Milliyetçilik

Öcalan’ın 21. yüzyılın en başında bir sisteme kavuşturduğu kadın özgürlükçü, ekolojik, demokratik toplum tohumu üzerinde filizlendirdiği demokratik modernite paradigması bu düğümü çözmeye adaydır. Stratejik olarak da Üçüncü Yol’u önermektedir. Bir ve ikinci yollarlar, toplumsal, bölgesel ve küresel hiçbir soruna çözüm getirmemektedir. Tam aksine sorunları daha da derinleştirmekte ve çıkmaza sokmaktadır. Nedir bu iki yol ve neden toplumsal ihtiyaçları karşılayamamaktadır? Cumhuriyet’le yaşıt olan Kürt sorununda bu iki eğilim nerede durmaktadır? Kökeni Osmanlıcılığa dayanan ve günümüzde Neo-Osmanlıcılık olarak kendini sürdüren İslamcı eğilim ile modern çağın üretimi olan Türkçülükten beslenen milliyetçi eğilim birer kamplaşma gibi görünseler de hep simbiyotik bir ilişki içinde olmuşlardır. İki eğilim de atbaşı gitmiştir. Cumhuriyet’in tüm iktidarlarının en kullanışlı kartları olmuşlardır. Çoğu kez de eğilimler harmanlanıp toplum zehirlenmiştir. Dönemin karakterine ve toplumun reflekslerine göre Türk-İslam ya da İslam-Türk diye sentezlenmiştir.  İki eğilim de toplumlara kandan başka bir şey vermemiştir; faşizmin kurumsallaşmasına zemin olmuştur. İki eğilimin damarında da faşizm vardır. Faşizmi de milliyetçilik ayakta tutmaktadır. Cumhuriyet’in kuruluşunda yer alan ve daha sonra İttihat Terakki ekibinin sosyalistleri, muhafazakârları ve Kürtleri tasfiye ettikten sonra CHP’de vücut bulan Beyaz Türkçü hegemonya toplumun üzerinden silindir gibi geçmiştir. 1952’de Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle NATO Gladiosu’nun güdümüne giren Beyaz Türkçü hegemonya 1960, 1970 ve 1980 darbeleriyle miadını doldurmuş, görevini Yeşil Türkçü hegemonyaya devretmiştir. AKP’de somutlaşan bu zihniyet, yeni İslamcılıktır yani yeni Osmanlıcılıktır. Yüz yıldır denenen iki eğilimin de başarı şansı yoktur; toplumlara dönüşü daha fazla savaş, daha fazla göz yaşı, daha fazla kan ve daha fazla kutuplaşma olmuştur. Halklar ve toplumlar bunu yaşayarak deneyimlemiştir.

 

Üçüncü Eğilim: Demokratik Ulus

Üçüncü eğilim ise, demokratik eğilimdir; sistem dışına itilen, ötekileştirilen, yok sayılan halklar, emekçiler, kadınlar, gençler ve tüm toplumsal kesimlerdir. Türkiye halklarının bu üçüncü siyasal eğilime ihtiyacı var. Üçüncü eğilimde ne ulus-devlet anlayışı ne de reel sosyalizm vardır. “Ulus-devlet anlayışı ile reel sosyalizmi bir süre önce hızla terk ettim. Belki 2000’e kadar ben de halen bunların etkileri mevcuttu, fakat ikisini de hızla terk ettim. Açıkça belirtiyorum: Ulus-devlet anlayışı ve modeli kandan başka bir şeyle sonuçlanmaz. Reel sosyalizm de modernizmin bir parçasıdır. Bunların hepsi kapital modernizminin parçaları, kavramları ve sistemleridir.”[1]

Öcalan, dünyanın yapısal durumunu üçe ayırıyor: Birincisi, ulus-devlet ve onun etrafındaki güçler; ikincisi, küreselleşmenin etkisiyle küresel finans güçleri (uluslar üstü büyük şirketler); üçüncüsü, mağdurların, mazlumların, ezilen kesimlerin ve halkların oluşturduğu sivil toplum yapısıdır. Tüm toplumsal kesimleri bir seçime kurban edilmeyecek derecede önemli olan Üçüncü Yol’da buluşturan Öcalan, Üçüncü Yol için de demokratik yol, demokratik konfederalizm, demokratik cumhuriyet, demokratik vatan ve demokratik ulus tanımlamalarını yapmaktadır. Toplumun bütünü için bunu önermekte ve güçlerin birleştirilmesini şu örnekle izah etmektedir: “Türkiye’de herkesin sırtındaki tüpte ya oksijen var ya da hidrojen. Ama kimsenin aklına bu hidrojenle oksijeni bir tüpte uygun şekilde birleştirip su oluşturmak gelmiyor. Artık tüplerimizin içindekini birleştirme zamanı gelmiştir. İhtiyacımız olan suyu oluşturup kana kana içmeliyiz. Bunu başarabilirsek hepimiz susuzluktan kurtulabiliriz.”[2]

Öcalan, 15 Ağustos 2009’da bitirip teslim ettiği, ancak bir buçuk yıl sonra dışarıya verilen ve daha sonra “disiplin cezası” almasına neden yapılan “Türkiye’de Demokratikleşme Sorunları, Kurdistan’da Çözüm Modelleri” başlığı altında hazırladığı “Yol Haritası”nda üç yolu da genişçe açımlamış ve on ilke şeklinde demokratik çözümün nasıl olacağını açıklamıştır: “Demokratik ulus, ortak (demokratik) vatan, demokratik cumhuriyet, demokratik anayasa, demokratik çözüm, bireysel ve kolektif haklar, ideolojik bağımsızlık ve özgürlük, tarihsellik ve şimdilik, ahlak ve vicdan, demokrasilerin öz savunması.”

Demokratik bir anlayış ve geleneğe sahip olan Üçüncü Yol, toplumun demokratik yönetimini esas almaktadır; aynı zamanda toplumu demokratik bir şekilde örgütleyen özgürlükçü yaklaşımdır. Diğer yollar gibi devlet içi bir çözüm değil, kesinlikle devlet dışıdır. Öcalan, Üçüncü Yol’a şöyle açıklık getirmektedir: “Bugüne kadar Türkiye’de iki hegemonya var. Birinci hegemonya İttihat Terakki hegemonyasıdır. CHP ve MHP’yle ulusalcı-milliyetçi güçlerin temsil ettiği İttihat Terakki hegemonyasıdır. Bu hegemonya 80-90 yıldır varlığını sürdürmektedir. İkinci hegemonya ise Türk-İslam sentezli hegemonyadır. Bu hegemonyanın temsilini ise AKP şu anda yapmaktadır. Bizim bu iki hegemonya karşısında geliştirdiğimiz Üçüncü Yol ise demokratik çözüm yoludur. İşte demokratik cumhuriyet dediğim budur. Bizim demokratik çözüm anlayışımızda üç ilke var. Birincisi demokratik ulus, ikincisi demokratik vatan, üçüncüsü demokratik cumhuriyettir. Demokratik ulus, hiçbir ulusun başka bir ulusa tahakküm kurmadığı, üstünde olmadığı, zorla asimile etmediği ulus anlayışıdır. Halklar, kültürler birbirleriyle gönüllü bir şekilde ilişki kurarlar, iç içe geçerler, birbirlerini yok etmezler, birbirlerinin yaşamsal varlıklarına saygılı karşılıklı birbirlerini beslerler. Demokratik ülke veya demokratik vatanda ise sınırlara takılmadan, herhangi bir sınır problemi yaratmaksızın birlikte yaşama vardır. Demokratik cumhuriyet ile bu tamamlanır. Bu anlayışımız Ortadoğu’nun demokratikleşmesi için de geçerlidir.”[3]

 

Seçim Değil Demokrasi İttifakı

Bu kadar stratejik ve kritik öneme sahip kapsamlı proje dar ve parçalı ele alınamaz. Bir dönem ve sürecin içine hapsedilemez; seçim gibi bir an’a da sıkıştırılamaz. Böyle bir algının oluşmasında seçimden seçime gündeme getirilmesinin payı büyüktür. Kürt siyasetinin de bunda payı belirleyicidir; hatta “sorumsuzluk” düzeyindedir. Dilde, söylemde, tartışmalarda Üçüncü Yol’un önemine vurgular yapılsa da pratik bunu tamamlamamıştır. Söz ve eylem birliği oluşmamıştır; haliyle dilde başka eyleme de başka olmuştur. Toplumda Üçüncü Yol’un bir seçim ittifakı olarak algılanmasının değirmenine su taşınmıştır. Kuşkusuz Üçüncü Yol, seçim ittifaklarına karşı değil. Üçüncü Yol’un ana eksenini oluşturan demokratik ulus çerçevesinde ittifaklar yapılabilir. Haliyle bu ne seçimlerin ne bireylerin ne grupların ne de salt siyasi partilerin ittifakı olur. Demokrasi İttifakı, tarihi bir ittifaktır. Kökleri ikinci yüzyılına giren cumhuriyetin kuruluş dönemlerine dayanmaktadır. Temelleri 1920’de atılan ancak bir türlü yapılamayan bir ittifaktır. O dönem ulusalcı-milliyetçi ve liberal blok tarafından engellenen ve anayasanın dışına itilen Kürtler, azınlıklar, sosyalistler, muhafazakarlar, ezilenler ve emekçiler, o süreci kaldığı yerden ele alıp, tamamlaması göreviyle karşı karşıyadır. Anayasa dışında kalan tüm bu unsurlar bir üçüncü blok olarak yani demokratik ulus bloğu çatısı altında tüm haklarının anayasal güvenceye alınmasının mücadelesini daha koparıcı ve sonuç alıcı bir noktaya taşıyabilir.

Öcalan, dinci ve milliyetçi anlayışlara karşı Üçüncü Yol anlayışını şöyle ifade etmektedir: “1920’lerde Mustafa Suphilerden itibaren bize kadar gelen demokratik örgütlenme, demokratik toplumsal anlayıştır. Bu anlayış gayet çok ekolojik, kadın özgürlükçü, toplumsal demokratik bir anlayıştır.”[4] Öcalan amaçlarının da bu Üçüncü Yol’un örgütlülüğünü belli bir düzeye çıkarmak ve temsiliyetini sağlamak olduğunu vurgulamaktadır. Öcalan, iktidarın tasfiye süreci olarak kullandığı 2013-15 tarihleri arasında İmralı’da yürütülen “çözüm süreci” görüşmelerinin özünün de “üçüncü bloğun anayasada yer alması” olduğunun altını her fırsatta çizmekteydi.

 

Seçimde Üçüncü Yol

Böyle tarihsel bağlamı olan Üçüncü Yol, seçimlerin de yol haritası yapılabilir. Seçim mi Üçüncü Yol mu ikilemine düşmeden, yine arabayı atın önüne koymadan, Üçüncü Yol ilkeleri çerçevesinde seçim toplumsal örgütlenmenin ve mücadelenin zemini haline getirilebilir. 2023 seçimleri kuşkusuz salt bir seçim değildir, seçimden ötedir; cumhuriyetin ikinci yüzyılında bir rejim kavgasıdır aynı zamanda. Yani bir “yönetim” kapışmasıdır. Türkiye yeni yüzyılında nasıl bir rejimle yönetilecek ve Türkiye’yi hangi akıl yönetecek? Bugüne dek kendini deklare eden üç ana ittifak var: Cumhur İttifakı (AKP-MHP); Millet İttifakı (6’lı Masa da denilen CHP, İYİP, Saadet, Gelecek, DEVA ve Demokrat Parti); Emek ve Özgürlük İttifakı (HDP ve bileşenleri, TİP, EMEP, EHP, TÖP, SMF). Kurdistanî İttifak da Emek ve Özgürlük İttifakı’nın önemli ayağıdır.

Nisan 2017 referandumuyla kabul edilen, “Türk tipi başkanlık modeli” de denilen, bir “tek adam rejimi” olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, AKP-MHP kaptanlığında Türkiye her yönüyle uçurumun kenarına sürüklendi. beş yıldır Türkiye, bir ağızdan çıkan lafla yönetiliyor. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana zaten problemli olan yargı, yasama ve yürütme bağımsızlığını yitirmiş, “tek adam” ne derse onu icra ediyorlar. Beş yılda tek adamla Türkiye’nin ne hale geldiğini herkes gördü ve yaşadı. 20 Eylül 1992’de Diyarbakır’da katledilen Kürt bilgesi Musa Anter (Apê Musa), yıllar önce “Türkiye’nin 55 yıllık girdisinin, çıktısının yeminli, canlı bir şahidiyim. Hem yalnız şahidi mi? Değil! Sanığıyım. Mahkûmuyum” demişti. Bu sözler bugünü de tanımlamakta ve özetlemektedir. Toplumun büyük bir kesimi, özelde son beş yılın, genelde AKP iktidarının yirmi yılının hem canlı şahidi hem sanığı hem mahkumu oldu! Tek adam rejimini anlatmaya gerek yok; çünkü yaşandı, yaşanıyor. Ve tarih böyle diktatörlerle dolu. Yakın tarihten de biliyoruz dinci-milliyetçi anlayışın varacağı son duraktır; faşizmin zirvesidir.

Bunun karşısına dikildiğini iddia eden 6’lı Masa neyi savunuyor? Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi. Altı siyasi parti, bu sistemin mutabakat metnini 28 Şubat 2022’de imzaladı. Üzerine mutabakata varılan sistemde neler var? Kuvvetler ayrılığının tesis edilmesi, meclisin yetkisinin artırılması, başbakanlık makamının güçlendirilmesi, cumhurbaşkanının tarafsız ve sembolik olması… Eski parlamenter sistemde de bunlar vardı ama hiçbiri demokratik işlemiyordu. Bunun eskisinden tek farkı başına “güçlendirilmiş” kavramının konulmasıdır. Herkesin anladığı da eskiye bazı rötuşlar yapılarak, kaldığı yerden devam ettirmektir. 6’lı Masa’nın vaat ettiği rejim eskiyi aşamıyor. 6’lının cephesinde yeni bir şey yok! Zaten anlayış olarak da Cumhur İttifakı’nın kabuğunu kıramıyor. Tam bir karıştır barıştır masası. Zihniyet değişmediği müddetçe Kemalist-milliyetçi-dinci anlayışın Türkçü-İslamcı kodlarının varacağı nokta da faşizmdir. Kürt sorununa yaklaşım bu masa için turnusol kağıdıdır. Bu konuda bugüne kadar devletin resmi ideolojisini aşan bir söylem kullanılmamakta, hatta AKP-MHP iktidarını ayakta tutan savaşa koltuk değneği olunmaktadır. Bu anlayışla “Erdoğan tahttan düşürülür mü?” Demokratik anlayış özümsenmezse zor görünüyor. 6’lının karakterinde de zihniyet kodlarında da demokratik bilinç yok denecek kadar azdır. Buna bel bağlamak toplumu bir felaketten başka bir felakete sürüklemek olur.

Yüz yıldır kötünün yönettiği Türkiye toplumunun kötünün iyisine ihtiyacı yoktur. İkisinin de ürettiği düzen, bozuk düzendir. Türkiye’nin demokratik bir ittifaka/koalisyona ihtiyacı vardır. Cumhur ve Millet İttifaklarının çözümsüzlüğüne karşı demokratik bir ittifak elzemdir. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra anayasanın dışına itilen tüm kesimler, fırsat ayağa gelmesine rağmen neden bir araya gelip bu süreci değerlendirmiyorlar? Bunca krizle boğuşan Türkiye’nin önünü ancak ve ancak demokratik bir ittifak açabilir. Tüm toplumsal kesimlerin, sosyalistlerin, demokratların, muhafazakarların, emekçilerin, kadınların ve gençlerin yer aldığı büyük bir ittifak özgürlüğün yolu, geleceğin umudu olabilir. Emek ve Özgürlük İttifakı bunun ilk adımı oldu. Genişletilip, büyütülürse ülkenin yönetimine gelmesi işten bile değil. Birer demokratik ulus projeleri olan Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) bunun öncülüğünü rahatlıkla yapabilir. HDK ve HDP, Üçüncü Yol’un yoluna döşenen ilk taşlardı, toprağına ekilen ilk tohumlardı. Filizlenip ürününü toplama vaktidir. Önemli olan bu yolun yolcularını çoğaltmak ve yan yana yürümektir. Toplumu günümüzde güncel halini koruyan iki bloğa mahkum etmeden ve yine hiçbirinin kuyruğuna takılmadan Üçüncü Yol ile kuşanmış cumhuriyeti kendi ayakları üzerinde yürütmenin zamanı gelmiştir, geçmiştir. Cumhuriyetin, ne kara ne beyaz ne yeşil bir rejime ihtiyacı var. Cumhuriyet’in demokratikleşmeye ihtiyacı var. Yerel, yerinde demokrasiyle örülen, demokratik bir anayasayla yönetilen Demokratik Cumhuriyet, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın hedefi olmalıdır.

 

[1] Abdullah Öcalan, İmralı Görüşme Notları, 27 Ekim 2006
[2] Öcalan, İmralı Görüşme Notları, 27 Ekim 2006
[3] Öcalan, İmralı Görüşme Notları, 17 Şubat 2010
[4] İmralı Görüşme Notları, 01 Haziran 2011
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.