Düşünce ve Kuram Dergisi

Ulus Devlet Krizi ve Demokratik Ulus Çözümü

Rıdvan Çelik

  1. Giriş

Son birkaç yıldır Ortadoğu’da devrimler karşı devrimler peşi sıra yaşanmakta, bölge kaosa girmiş bulunmaktadır. Kimilerinin üçüncü kuşak demokrasi hareketleri, kimilerinin de Arap baharı dedikleri aslında halkların baharı olan bu süreç, ilk anda yarattığı umuda rağmen maalesef iç açıcı sonuçlar vermemiştir. Öyle anlaşılıyor ki bölgenin kaotik ortamdan çıkması epey zaman alacak, bu coğrafyalar on yıllara sarkan bir savaş durumu yaşayacaktır.

Libya’da kaos, Suriye’de kanlı iç savaş, Mısır’da siyasi gelgitler neyi ifade ediyor. Halkların özgürlük, adalet, demokrasi ve daha iyi bir yaşam uğruna verdikleri mücadeleler niçin sonuca ulaşmıyor?

Ortadoğu tarihi irdelendiğinde görülecektir ki bu halk hareketliliği önemli bir kırılmayı ifade ediyor. Yüzyıl önce Kapitalist Modernite tarafından şekil verilen, adeta masa başında çizilen sınırlar, oluşturulan sistemler, bugün artık çatırdamaktadır. Halklar, kendilerine deli gömleği giydirilmiş bu elbiseleri yırtma atma kararlılığındadır. Buna rağmen halkların mücadelesinin sonuca ulaşmamasının en önemli nedeni bölge diktatörlüklerinin onlarca yıldır halkları örgütsüz ve politikasız bırakmalarından kaynaklanıyor. Politikleşmemiş, örgütleşmemiş halklar, otoriter rejimleri bir bir devirmesine rağmen alternatif demokratik rejimler yaratamıyorlar.

En önemli sorun da bu halk hareketlerine öncülük eden örgütlerin ideolojileridir. Kaynağını ulus-devletin etnik milliyetçiliği, dinciliği ve mezhepçiliğinden ve tekçi otoriter zihniyetinden alan bu ideolojilerin, toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeleri mümkün görünmemektedir. Çünkü bu zihniyetler kapsayıcı değil dışlayıcıdırlar. Halkları özgürleştirmeyi değil, kendilerini iktidar yapmayı esas alırlar. Demokrasiye pragmatist yaklaşırlar. Aslında ‘demokrasi bizim için bir trendir zamanı gelince inmesini biliriz’ anlayışındalar. Oysaki Kürdistan’da Demokratik ulus anlayışına dayanan Radikal bir demokrasi yükseliştedir. Çoğulcu, özgürlükçü, evrensel hukuk ilkelerini esas alan bir anlayışa sahiptir ki, bu artık Kürtlerle sınırlı olan bir proje değil. Tüm toplumsal katmanları, en başta da kadınları, farklı mezhep ve dinsel inançları; etnik ulusal ve kültürel yapıları kapsayan bir anlayışın Ortadoğu’da gittikçe gelişebileceği görülüyor. Tüm bunları değerlendirdiğimizde, Ortadoğu’da iki temel eğilimin mücadele içinde olduğunu görürüz. Bu Kapitalist Modernite’nin yerel(statükocu) ve küresel kanatları ile Demokratik Modernite arasındaki mücadeledir. Bu mücadele aynı zamanda ulus-devlet ile Demokratik Ulus’un farkının ortaya konulmasıdır.

 

  1. Ulus-Devlet ve Ulusal Bilincin Gelişimi:

a. Ulusun sosyolojik anlamı

Öncelikle kavramlardan başlamak gerekirse; aslında ulus kavramının iki farklı anlamı vardır. Birincisi sosyolojik, diğeri ise siyasal olmak üzere iki yönlüdür. Bu iki anlam çoğu kez iç içe değerlendirilmektedir. Bundan dolayı birçok karışıklık yaşanabilmektedir. Sosyolojik anlamda ulus, kabile, aşiret ve kavim aşamalarından geçmiş bir etnik grubun, dil ve kültür benzerliği temelinden oluşturduğu bir toplumsal formdur. Yani doğal evrimleşme sonucunda ortaya çıkan sosyolojik aşamadır ulus. Din, sanat, vatan, tarih ve gelecek tahayyülü ve unsurlar da ulus toplumunda rol oynarlar. Bunların yanında ulus oluşumunda mit ve sembollerde son derece önemli unsurlardır. Belki de daha önemli olmaktadır. Garip gelebilir ama mit ve semboller, ulusal kimliğin ortaya çıkışında kimi durumlarda yukarıda saydığımız unsurlardan daha önemli olabilmektedir. Toplumların metafizik inşalar olduğunu izah eden bundan daha çarpıcı örnek olamaz. Bu sadece ulus için değil, bütün toplum biçimleri için geçerlidir. Totemik toplum aşamasında bile toplumsal semboller hayli önemlidir. Totemik semboller önemli bir toplumsal inşa aracıydı. Totemik toplum o semboller temelinde kimliğini inşa ediyor. Günümüzde, birçok ulusun da ulusal mitlere ve sembollere sahip olduklarını görüyoruz. Yahudi kabilesinin maceraları, Türklerin Ergenekon mitosu ve Kürtler ’in Demirci Kawa Destanı vb. birçok örnek verilebilir. Mitler, semboller ve kimliğe ilişkin kavramlar rastgele ortaya çıkmazlar; çıktıkları zaman da kimliğin en temel unsurları olurlar. Türkiye’de yürütülen ulusal kimlik ve vatandaşlık tartışmaları bununla bağlantılıdır.

 

b. Ulusun siyasal tahayyülü

Ulus kavramının sosyolojik anlamının dışında bir de siyasal anlamı var. Bu daha çok modernizm ile birlikte ortaya çıkmış bir anlamdır. 17. yüzyılda toplumsal sözleşme, egemenlik eksenli tartışmalarda, bir siyasal birliği/topluluğu tanımlamak için ulus kavramı kullanılmaya başlandı. Daha çok da bir devletin dayandığı siyasal topluluğu tanımlamak için kullanılır.

Zamanla ulus devletli olmakla özdeşleşti. Devletsiz uluslar günümüzde neredeyse ulus olarak kabul edilmiyor. Siyasete, topluma yönelik bu bakış açısı iktidarcı ve devletçidir. Siyasete sadece devlet ve iktidar açısından bakmak, tarihi devletlerin tarihine indirgemek, Kapitalist Modernite’nin bir çarpıtmasıdır. Bu anlamda devletlerin, Kapitalist Modernite’nin dayandığı siyasal toplulukların yanında, Demokratik Modernite’nin devlet dışı toplumun da dayandığı siyasal topluluklar var. İşte Demokratik Ulus bunu ifade ediyor.

 

  1. Devlet Tipleri ve Ulusallık

Literatürde devletler üç tür siyasal topluluk aşamasından geçmiştir; Site, imparatorluk ve ulus. Bunlar devletlerin dayandığı siyasal topluluk ya da birliğin yapısını tanımlayan kavramlardır. Yani o devletin nasıl bir siyasal topluluğa dayandığını tanımlıyor. Direkt yönetim şeklini ifade etmiyor. Örneğin, bir ulus-devlet, monarşi de olabilir, cumhuriyet de, federal ve üniter de olabiliyor. Site-devletler, yani kent devletleri ilkin Mezopotamya’da ortaya çıktı. En gelişkin yapısına Yunanistan’da ulaştı. Yunanistan’da siyasal topluluk yapısı site-devlet olarak hayat buldu. Site-devlet bir veya birkaç kenti kapsayan bir devlet modeliydi. Aynı etnisiteden olan kentlerin siyasal birliğin devletleşmesini ifade ediyordu. Devlet iktidarının büyüyüp yayılmasıyla birlikte sitedevletten imparatorluğa geçildi.

İmparatorluklar daha geniş egemenlik eğilimindeki evrensel yönetimler olma iddiasındaki çok etnikli, çok uluslu siyasal birliği ifade ediyor. Ulus, coğrafya vb. açılardan, imparatorluklar sınırsız olma iddiasındaydılar. O dönemdeki belirsiz sınır anlayışları bundan kaynaklanıyordu. Site-devlet ile site ulusdevlet, ulus ile sınırlı iken imparatorluk “sınırsız”dı. Bu anlamda imparatorluk yayılmacıdır. Zaten emperyalizm ile imparatorluk aynı kökenli kavramlardır, yayılmacılığı ifade ederler.

Kapitalist Modernite ile birlikte imparatorlukların gerilediğini görüyoruz. Çünkü imparatorluklar hem içte sürekli imparatorluklarını koruma mücadelesi veriyorlar, hem de dışa karşı yayılma savaşlarını geliştiriyorlardı. Sistem buna dayanıyordu. Yayılmacılık sistemin bekası için kaçınılmazdı. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğunun dışa karşı yayılması durduğunda kısa süre içinde önce gerileme, sonra da duraklama dönemine girmiştir. İmparatorluklar için bisiklet teorisi geçerlidir. İmparatorluklar duramazlar; durdukları zaman gerilemeleri ve yıkılmaları kaçınılmazdır. Bu anlayışa dayalı egemenlik sistemi ve yönetim Kapitalist Modernite ile birlikte aşılmaya başlandı.

Antik ve feodal dönem imparatorlukları kendilerini cihan devleti olarak adlandırıyorlardı. Çok karmaşık, dağınık devletlerdi. Her ne kadar gelişkin bir bürokrasileri olsa da var olan yönetim sistemi bu dağınıklık, karmaşıklık ve çeşitlilikle baş edecek durumda değildi. Yönetim krizi baş göstermişti. 17-18. yüzyılda imparatorluğun dağınıklığı, karmaşıklığı sorunlu hale gelmişti. Yönetim krizi ona bağlanıyordu. Artık imparatorluklar tipi siyasal yapıların etkin bir egemenlik anlayışını ortaya koyamadığı sonucuna ulaşıldı. Tartışmalar site devletleri üzerinde yoğunlaşmıştı. İmparatorlukların siyasal yapılarının zaaflı yönleri site-devletlerde yoktu. Örneğin, Yunanistan’daki site-devletler daha homojen az karmaşık ve derli toplu düzenli devletlerdi. Site devletler kent devletleri olmalarının yanında aslında teknik devletlerdi. Oysa o dönemdeki toplumsal uluslar çağını yaşıyordu. Yunan etnik devletleri olan site-devletinin siteleri esas alınamayacağına göre etniğe benzer ulus esas alınırdı. Bu ulus hem bir siyasal topluluğu ifade ediyordu hem de ulusun kendisini yeniden tanımlamasına olanak sağlıyordu. Bu anlamda ulus-devlet iki yönlü bir kavaramdır. Hem bir devlet tanımıdır hem de devlete dayanarak inşa edilen ulusu tanımlar. Buna da ulusdevlet denilmektedir.

O dönem Avrupa’da baş gösteren devlet yönetimi krizine kafa yoran Hobbes’a göre devletin kökeninde sözleşme yapan kitlelerin ortak iradesi vardı. Ona göre bu sözleşmedeki yetkilendirme sayesinde, bireylerden oluşan sıradan bir kitle önce siyasal bir topluluğa ve sonra tek bir kişi gibi konuşan güce ve oradan da ölümlü bir tanrı olan Leviathan’a yani devlete dönüşür. Böylece tek bir kişide bir araya gelen kitleye ulus denir. Söz konusu kişi egemen iradedir. Ve ona yetki vererek tabi olanlar da uyruktur.

Dikkat edersek Hobbes’un ulus dediği siyasal topluluğun tek bir kişi gibi konuşup eylemesi gerekmektedir. Adeta torna tezgâhından çıkmış bireyler tahayyül edilmektedir ki, o kitleye dayanan devlet yönetimi etkin olabilsin. Kuşkusuz Hobbes’un hayal ettiği, hatta inşa ettiği ulus araçsal bir ulustur. İktidarı biriktirip güçlendirmek için ulus bir araç olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda homojen bir ulus tasarlanmaktadır. Tek dil, tek devlet, tek millet vb. söylemler bu homojenleştirme ihtiyacından kaynaklanıyor.

Kapitalist Modernite ile birlikte, uzun mücadele ve savaşlar sonucunda imparatorluklar çağı kapandı, ulusdevletler çağı başladı. Günümüzdeki tüm devletler kendilerini ulus-devlet olarak tanımlar. Bu ulus-devletler aynı zamanda ulusal inşa süreçlerini de yaşadılar. Bu inşalar değerlendirildiğinde çok farklı anlayışların ortaya çıktığını görüyoruz. Kimi dile, kimi kültüre, kimi de ortak coğrafya (teritoryal) dayalı bir uluslaşma sürecini yaşadı. Bunların içinde en katı örnek Almanya olurken; ABD daha esnek teritoryal bir uluslaşmayı esas aldı. Ama şu da bir gerçek ki, tüm ulus-devlet inşalarında etnik bir köken esas alındı; o etnik köken temelinde ulus inşa edilip diğer etnikler, kültürler eritilmeye çalışıldı. Mesela en sancısız gibi görünen Amerikan uzlaşması bile diğer etniklerin asimilasyonu temelinde geliştirilmiştir. Kızılderililer üzerindeki İspanyol ve Amerikan politikalarını karşılaştıran Aleksis de Tocqueville“Amerika’da Demokrasi” adlı yapıtında şöyle demektedir: “Daha önce benzeri görülmemiş korkunçlukta edimlerde bulunan İspanyollar, unutulmayacak ayıplarına rağmen, ne Kızılderili ırkının kökünü kazımayı ne de kendileriyle aynı hakkı paylaşmalarını engellemeyi başarabilmişlerdir. Amerikalılar ise bu çifte sonuca müthiş bir yol izleyerek ulaştılar. Sessizce, yasal yollardan, yardım faaliyetleriyle, hiç kan dökmeden ve dünyanın gözünde ahlak kurallarının bir tanesini bile ihlal etmeden bu sonucu elde ettiler. Bir insan diğerlerini insanlığın yasalarına daha saygılı olmadan yok edemez”.

Demek ki İspanyollar, soykırımlara varan katliamlara rağmen Kızılderilileri yokedememişler ama Amerikalılar fiziki katliamlar da uygulamışlar ama esas olarak asimilasyonla yani beyaz katliamla bu amaca ulaşmışlardır. Tarih göstermiştir ki, uzun vadede bir halkın, ulusun geleceği açısından asimilasyon hatta oto-asimilasyon en tahripkâr sonuçları ortaya çıkarabilmektedir. Gerçekten soykırım uygulayan ulus-devletler çoğu kez asıl amaçlarınabir halkın yok edilmesi amacınaulaşamamışlardır. Hatta tersinden soykırımlar, ona maruz kalan halklar açısından ulusal kimliğin önemli bir inşacısı olabilmiştir. Ama dilini, kültürünü, kimliğini geliştirmemiş, asimilasyon, oto-asimilasyondan geçmiş halklar tarih sahnesinden silinmişlerdir. Örneğin, Asurlular tarihin en büyük imparatorluklarını kurmalarına rağmen; o halktan geriye pek bir şey kalmamış, adeta yok olmuştur. Bunun temel nedeni, kültürlerini geliştirememeleri, Sümer ve Babil medeniyetlerini taklit etmeyi esas almaları, devlet sistemlerinde kendi dillerini kullanmamalarıydı.

Ulus-devletler, devlet-ulus inşa etme adına halklara büyük trajediler yaşattılar ama sanılanın aksine ulusal bilincin gelişip yaygınlaşması, bir anlamda asıl ulusun ortaya çıkması, ulus-devletlerin uyguladığı ‘’uluslaşma’’ politikalarına rağmen geç bir tarihtedir. Tabi burada ulusal bilincin ortaya çıkması ile ulusal bilincin toplumsallaşmasını, halklaştırmasını karıştırmamak lazım. Abbas Vali bu sürece ulusal bilincin demokratikleşmesi demektedir. Yani sıradan insanların bile söz konusu ulusa ait olarak ortaya çıkan aidiyeti daha sonra toplumsallaşır. Bu hemen hemen tüm halklar açısından geçerlidir. Aslında ulus-devletler ancak modern araçlar sayesinde radyo yayını, basın, ,okul sistemi, askerlik vb. ulusal bilinci toplumsallaştırmışladır; uluslarını inşa edebilmişlerdir. Mesela bir Fransız ulusunun inşası bile epey geç bir zamanda tamamlanmıştır. Bir araştırmaya göre 19. Yüzyılın ortalarında bile Fransız toplumunun ancak yarısı kendisini Fransız olarak tanımlıyordu. Fransız köylüler kendilerini ya köyleri ile ya da aileleri ile tanımlıyorlardı. Fransızlığın ne olduğunu bilmiyorlardı. Aileyi, köyü aşan bir kimlik bilinçleri yoktu.

Türk ulusal bilinci aydın ve üst tabakada, batıdaki milliyetçi akımların etkisiyle gelişti. Buna rağmen ancak

20. Yüzyıl ile birlikte yaygınlaşmaya başladı. Kurulan yeni ulus-devletin kurumları sayesinde Türk ulusal kimliği hızlı bir gelişim gösterdi. Bu ulus inşası süreci aynı zamanda soykırım, toplum kırım, dil kırımlarla iç içe geçen bir tarihtir.

Kürt ulus bilincinin ortaya çıkışı daha eski olmasına rağmen bir devlete dayanmadığı için ancak 20. yüzyıl’ın ikinci yarısında gelişme göstermeye, toplumsallaşmaya başlamıştır. Kürt ulusal bilincinin (Kurdayeti) kökeni eskidir. Şerefxan, Şerefnamede Kürt ulusunun tarihini yazma iddiasındadır. Ama ilgi alanı daha çok Kürt feodal sınıfıdır. Kurdayeti, Ehmedî Xanî’de daha belirgindir. Kürt halkı kavramını kullanır. Hasanpour’a göre feodal bir ulusal bilinçtir ki, Avrupa’da ortaya çıkan modern ulusal bilincin erken ortaya çıkması, örneğin Fars ve Türklerden önce ortaya çıkması çelişki gibi görülebilir ama anlaşılırdır. Yabancı egemenlik altında olmaları Kürtlerde ulusal bilincin erken ortaya çıkmasına neden oldu. Türklerin ya da Farsların buna ihtiyaçları yoktu çünkü zaten devletleri vardı.

19. yüzyılda Haci Qaderî Koyî, Kurdayetinin modern temsilcisidir. Buna rağmen Kurdayeti’nin halklaşması epey zaman alacaktır. Örneğin, Birinci Dünya savaşında, Osmanlı İmparatorluğunun doğu cephesinde, zorunlu askerliğini yapan ve o dönemde Kürtlük propagandası yapmaya çalışan Ekrem Cemilpaşazade, anılarında şöyle diyor: “Ama ne yazık ki bizim Kürt aşiret reislerimiz Kürt olduklarını öğrenmek istemediler. Sultan, cihat ilan etmiş ve onlar da kendilerini her şeyden önce Müslüman olarak gördüler. O Müslümanlık propagandası bizim söylediğimiz Kürtlük propagandasından çok daha güçlüydü’’. (Bruinessen)

Ulus-devlet kavramları Kürtler açısındanfarklı bir uluslaşmayı gündeme getirmiştir. 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren, siyasal mücadelelerle birlikte, Ortadoğu’da demokratik bir Kurdayeti’nin ulus-devlet ve egemen ulus-devletlere rağmen yükselişte olduğunu ifade edebiliriz. Kurdayeti’ninen önemli aktörü Kürt Özgürlük Hareketidir. Kürt Özgürlük Hareketinin en temel başarısı Kurdeyeti’yi toplumsallaştırmış olmasından kaynaklanıyor. Dört parça Kürdistan’da ulusal birlik bizzat Kürt Özgürlük Hareketinin yapısında hayat bulmuştur. Çünkü dört parçada Kürtleri mobilize edebilen tek hareket Kürt Özgürlük Hareketidir. 2013 Newrozu’nda Sayın Öcalan’ın yapmış olduğu çağrı da buna işaret ediyor. Kurdayeti bir toplumsal zihniyete ulaşmış, bu süreç tamamlanmıştır. Bundan sonrası bu zihniyet temelinde bedenleşme süreci olacaktır.

 

  1. Ulus Devlete Karşı Demokratik Ulus:

Kürt siyasal hareketinin geliştirdiği Demokratik Ulus anlayışı ulus-devletten farklıdır. Devletçi bir siyasal yapı değildir. Devlet olmayan toplumun demokratik sisteminin (Demokratik Konfederalizm, Demokratik Özerklik) siyasal birlik yapısını ifade eder. Aynı zamanda alternatif bir ulusal inşayı da içeriyor.

Ulusal-devlet tipi siyasal yapılar artık çağımızda toplumsal ihtiyaçlara cevap veremez. Aslında günümüzde Ortadoğu’da yaşanan siyasal toplumsal krizlerin kaynağında ulus-devlet anlayışı var. Kaldı ki ikinci dünya savaşından sonra Avrupa’da ulus-devlet anlayışının reforme edilmeye başlandığını, kısmen de olsa Demokratik Ulus eksenli gelişmeler yaşandığını görüyoruz.

Demokratik Ulus, tüm bu gelişmeleri dikkate alan, çağa uygun bir projedir. Burada demokratik ulusun siyasal birlik yapısını önermesi devletçi anlamda değildir. Dikkat edersek hakim literatür siyasi yapıyı devletle özdeşleştiriyor. Sanki tarihte devletleşmeden siyasi yapılar kurmuş hiçbir topluluk yokmuş gibi. Oysaki bu yanlış ve tarihe de uymayan bir anlayıştır. Esasta tarihi, devletçi uygarlık ile demokratik uygarlığın bir mücadelesi olarak değerlendirmek daha doğrudur. Devletleşememiş birçok topluluk tarih içinde kendi alternatif siyasi yapılarını hâkim devletlere rağmen kurabilmişlerdir. Tarihteki etnisite, inanç ve kültür hareketlerinin çoğunu bu temelde değerlendirebiliriz.

Demokratik Ulus anlayışında ulus, öncelikle zihniyet, bilinç ve inançla ilgilidir. Öcalan’a göre ‘’ulus, ortak zihniyet dünyasını paylaşan insan topluluğudur’’. Ulus’u en genel anlamda bir kültürel oluşum olarak ele alabiliriz. Topluma ait her türlü maddi ve manevi değer, kültürü oluşturur. Öcalan, kültür için yapı ve anlam bütünlüğü ifadesini kullanır. Bir kültüre ait kurumlar onun yapısını oluştururken, bu kurumların içeriği, işlevi de onların anlamını ifade eder. Anlam-zihniyet-bilinç kültür oluşumunda önemli olsa da ayakta kalmak için yeterli değildir. Yapıya, kurumlaşmaya bir nevi bedenleşmeye ihtiyaç duyar. Nasıl ki bir kaba doldurulmuş su, kap kırıldıktan sonra formunu koruyamayıp dağılıp akıyorsa bedenleşmemiş zihniyet de öyledir.

Bu anlamda Demokratik Ulus zihniyet ve beden birlikteliğine dayanır. Demokratik Ulus hem bir zihniyettir hem de ona bağlı bedenleşmeyi ifade ediyor. İşte Demokratik Ulusun bedenleşmesi de Demokratik Özerkliktir. Demokratik Ulus’un kurumları Demokratik Özerkliği oluşturuyor. Burada Demokratik Özerkliğin iki temel işlevi ön plana çıkar. İlki, Demokratik ulus ile ulus-devlet arasındaki ilişkiyi düzenler. Diğeri de Demokratik Ulus’un siyasi statüsünü ve yönetim işlevini görür. Bu anlamda devlet olmayan toplumun siyasal sistemi Demokratik Özerklik iken onun dayandığı siyasal topluluk Demokratik Ulus’tur.

Demokratik Ulus’un bedeni, kurumlaşması olan Demokratik Özerklik statü olarak hayat bulur. Statü, kelime anlamı olarak mevki, durum, hal anlamlarına gelmektedir. Örneğin, bir insan açısından statü, onun bir topluluk içerisindeki yerini, mevkiini izah eder. Hukuk literatüründe de statü (Özerklik Statüsü) benzer bir anlama gelir. Yani statü bahsedilen özerk yapının genel sistem içerisinde nasıl bir mevkiye sahip olacağını belirtir. Özerkleşmiş kültürlerin, inançların, etnisitelerin, ulusların ve toplumsal grupların, onların farklılığına has haklarını izah etmektedir.

Diğer taraftan statü, özerkliği tanıyan devletlerde, özerk yapının çerçevesini, yetkisini çizen bir anayasa niteliğindedir. Statüler genel anayasaların altında yerel anayasaların da üstündedir. Örneğin, İspanya’da Özerklik statüleri, özerk bölge halkı ve meclisi tarafından hazırlanıp kabul edilmiştir. Ama yürürlüğe girmesi İspanya ulusal meclisinde onaylanmasıyla olmuştur. Mesela Katalan statüsü, Katalan Özerk bölgesi açısından tamamıyla bir anayasa niteliğindedir. Öz ve biçim açısından da öyledir. Katalan statüsü incelendiğinde, bu statünün Katalonya’nın hangi alanlarda özerk olduğunun, hak ve yetkilerinin çerçevesinin ne olduğunu çok somut olarak tarif edildiği görülür. Katalan Ulus’u bu özerklik statüsü ile kendi kaderini tayin etmiştir.

 

Demokratik Ulus, Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nın devletçi olmayan demokratik yorumunu ifade etmektedir:

Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı, ezilen, sömürülen devlet dışı toplumların özgürlüğünü, eşitliğini savunan bir içeriğe sahiptir. Nasıl ki özgür bir birey kendisi yaşamı hakkında karar alma hakkına sahipse, bir nevi kendi kaderini tayin edebiliyorsa, kolektif bir grup, toplum olan ulusların da, bu hakka sahip olması, kendi kaderlerini tayin edebilmelerini dile getirebilmektedir.

Yani bir ulusun hangi statüde yaşayacağına, haklarının hangi çerçevede olacağına, dışarıdan egemen bir gücün karar vermesinin yerine ulusun bizzat kendisinin yetkili ve iradeli olmasını ifade etmektedir. Bu ilke pratikte devletsiz ulusların kendi ulus-devletlerini kurma hakkı olarak ele alındı. Hem Marksizm hem de Liberalizmde, ulusların kendi kaderini tahin etme hakkının devletçi yorumunu benimsenmişti. Farklı gerekçelerle de olsa ulus-devlet konusunda uzlaştıkları da tarihsel bir gerçektir. Marksizm’in ve Reel Sosyalizm ’in en büyük handikabı da ulus-devlete bu yanılgılı yaklaşımından kaynaklanıyordu.

Liberalizmin ulusların kendi kaderini tayin hakkına (UKKTH) sahip çıkmasının nedeni ise kaba klasik sömürgeciliğin iflas etmesidir. Bu anlamda (UKKTH), aslında daha çok askeri zorla dayatılan sömürgecilikten yeni sömürgeciliğe geçmeyi ifade ediyordu. Sisteme yeni sömürgecilikle bağlanan uluslar, özgürleşmiş yanılgısına kapılacak, diğer yandan da sömürü ilişkileri değişik bir şekilde devam edecek, bu da Kapitalist Modernite’nin meşruluğu açısından önemli bir avantaj sağlayacaktı. Kuşkusuz bu anlayış temelindeki kurtuluş gerçek bir kurtuluş olamaz. Klasik sömürgecilikten yeni bir sömürgeciliğe geçmek bir kurtuluş stratejisi olarak görülemez. Devletçi kurtuluş değil, Kürt Siyasal Hareketinin gündeme getirdiği Demokratik Kurtuluş Özgür Yaşam’ın inşasını mümkün kılabilir.

UKKTH, hem etik hem de evrensel hukuk gereğidir. Ama bunu salt ulus-devlet kurma hakkı olarak yorumlamak doğru değildir. Birincisi,eğer amaç bir ulusun özgürleşmesiyse buna ulus-devlet kurarak ulaşılamaz. Çünkü toplumun özgürlüğü ile devlet tezatlık teşkil eder. Ulus-devlet kurmak, egemen ulus yerine kendi ulusunun egemen sınıfının toplumu sömürmesine onay vermek demektir. Sömürenlerin, ezenlerin etnik kimliğini değiştirmek biçimde farklılık arz etse de içerik olarak çok fazla bir şey değiştirmemektedir.

Diğer bir konu da ‘’ulus-devlet kurma hakkı’’ tüm etnik ulusal gruplar tarafından esas alındığında, binlerce devlet kurulması gerekir ki, bu pratik olarak hem gerçekçi değil hem de anlamlı değildir. Günümüzde ortak etnik, ulusal ve her türlü kültürel sorunlara çare aramak devlet alternatifinin dışında başka arayışlar temelinde olmalı. Halklar arasına yeni sınırlar inşa ederek var olanları tahkim etmek yerine; hem halkları, ulusları, kültürleri özgürleştirecek hem de yapay sınırları, engelleri ortadan kaldıracak ve hakların birlikteliğini sağlayacak projeler üretilmeli ki bilimsel-teknik devrimlerin, toplumsal evrimin yönü de ona göre evrilebilsin.

Kendi kaderini tayin hakkı ilkesi aslında özgür iradeye dayanır. Elbette özgür irade son derece önemli ve anlamlıdır. Ama ulus-devletler iddia edildiği gibi özgür bir irade ile kurulmazlar. Hobbes ve benzerlerinin dile getirdiği özgür iradelerin sonucu oluşan toplumsal sözleşmeler, gerçek tarihte çok sınırlıdır. Ulus-devletler bireylerin, grupların özgür iradeleriyle kurulmazlar. Aksine hâkim etnik grubun üst sınıfının askeri ve siyasi mücadeleleriyle kurulurlar. Tarihte askeri mücadele sonucu kurulmamış ulus-devlet çok azdır. Toplumsal sözleşme denilen sözleşmeler de hep tarihe havale edilir. Bizler hep ulus-devletlerde doğarız. Tarihin bir döneminde “özgür iradeye” dayanan ‘’Toplumsal sözleşme’’ ile senin kaderin belirlenmiştir. Seçme hakkın yoktur. Artık tarihin, geçmişin ve kimliğin belirlenmiştir. Kendi kaderini tayin belirsiz bir “fi” tarihine havale edilmiştir. Bu anlamda ulus-devletin sana dayattığı kimliği kabul edip benimsemekten başka çaren yoktur.

Eskiden Gündüz Aktan isminde yaman bir ülkücü yazar vardı. Yazdığı gazete yazılarında “Kürtler, Cumhuriyetin kuruluşunda kendi kaderlerini tayin ettiler. Türkiye ile yaşama kararını verdiler. Bundan sonra başka bir şey istemeye hakları yok”, yönlü yazılar yazıyordu. Kendi kaderini tayin hakkını öyle son derece çarpık bir şekilde yorumluyordu. Ama bunu dile getirirken tarihi çarpıtıyordu. Kürtlerin çoğunluğunun Cumhuriyetin kuruluşunda, Kürt-Türk birlikteliği temelinde mücadeleye destek verdikleri doğru ama başlangıçta Kürt-Türk birlikteliği temelinde sağlanan desteğe sonradan ihanet edildi. Kürtlere verilen sözler Kürtlerin özerklik temelinde haklarını kullanacağı, Cumhuriyetin ortak yönetim olduğu sözü tutulmadı. Bir anlamda imzalanan sözleşmelerin hükümleri tek taraflı olarak ihlal edildi. Yetmezmiş gibi Şark Islahat Planı gibi bir halkı yok etmeyi amaçlayan bir plan devreye kondu. Aslında nasıl ki İspanyollar ile Amerikalılar Kızılderilileri ya da yerlileri yok etmeyi amaçlamışlarsa ve başarılı olmuşlarsa, Şark Islahat Planı da aynı şeyi Kürtler için öngörüyordu. Bunun gerçekleşmemesinin en önemli nedeni Kürtlerin onca yokluğuna rağmen sergilediği direniştir. Kuşkusuz Gündüz Aktan’ın bahsettiği gibi bir kendi kaderini tayin hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Kürtler Ortadoğu’da Demokratik Ulus anlayışı temelinde öz iradeleriyle kendi kaderini tayin etme sürecine girmiştir.

 

  1. Demokratik Ulus Ucu Açık ve Esnek Bir Kimlik Anlayışına Dayanır:

Demokratik Ulus, milliyetçi, etnisist bir ulus anlayışı değildir. Aynı ulustan olmak için dil, kültür hatta vatan gibi kategoriler belirleyici değildir. Önemli ve belirleyici olan ortak gelecek ideali için insanların öz iradeleriyle, gönüllü olarak ulus olmayı kabul etmeleridir. Demokratik Ulusta önemli olan, ulusu oluşturan bireylerin, toplulukların geleceğidir. Demokratik ulusta insan, toplum araç değil, amaçtır. Oysaki ulus-devlet anlayışında insanın dışında her şey kutsallaştırılır, devlet, vatan, vb. gibi. Bu kutsama da aslında ulus-devlete hâkim olan etnisitenin üst sınıfının çıkarlarını gizlemek amacıyla yapılır. Demokratik-ulus, insanı, toplumu güçlendirirken; ulus-devlet, devlete, iktidara ağırlık verir. Kaldı ki ulusdevlet inşası güçlü bir egemenlik yaratmak amacıyla yapılmıştır. Demokratik Ulusta önemli olan artık iyiye yönelebilmektir. Bundan dolayı Demokratik Ulus, ucu açık ve esnek bir kimlik anlayışına sahiptir. Aynı anda birden fazla kimliğe sahip olunabilir. Kimliği ulus mensubiyetini ulus-devlet gibi katı, kapalı sınırlara hapsetmez. Sınırlar bile belirleyici değildir. Farklı siyasi sınırlar içerisinde olunduğu halde aynı ulustan olunabileceği gibi birden fazla ulusa da üye olunabilir. Dikkat edilirse ulus-devlet, insanlara tek kimlik dayatmakta, onları katı değişmez, kalıplara sokmaya çalıştırmakta, farklılıkları yok saymaktır. Örneğin, şu anda bile Türkiye’de yaşayan herkese Türk Ulusuna mensubiyet ve Türk vatandaşlığı dayatılmaktadır. İster Kürt, ister Ermeni veya başka bir aidiyetten olsun, herkese sırf bu devlet içinde yaşadığı için iradesi hiçe sayılarak Türk kimliği dayatılmaktadır. Bunlar yetmezmiş gibi okullarda çocuklara her sabah ‘’Andımız’’ gibi son derece faşizan bir metin okutulmakta; dağlara, taşlara Türklük yazılmakta; velhasıl günün yirmi dört saati herkese, onların Türk olduğu “hatırlatılmaktadır”. Aslında bunlar zayıf bir uluslaşmanın, daha doğrusu kabul ettirilemeyen bir uluslaşma projesinin umutsuz çabaları olmaktadır. Bir kimliği kabul etmeyenlere, zorla kimlik dayatmanın akıl dışılığı kavranamamakta, adeta toplumsal doğaya karşı savaş açılmaktadır.

Demokratik Ulus anlayışında bir insan hem Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hem de Kürdistan Demokratik Ulusuna üye olabilir. Bu çelişki değildir. Esnek, ucu açık ulus anlayışı bunu mümkün kılabilmektedir. Türkiye’nin siyasi sınırları, Kürtlerin kendilerini dört parça Kürdistan’da, hatta tüm dünyaya yayılmış Kürdistanlılarla Demokratik Ulus olarak örgütlenmelerine engel teşkil etmez. Demokratik Ulus yaratmak var olan sınırları kaldırıp yeni sınırlar inşa etmek anlamına gelmez. Aksine var olanları bile anlamsızlaştıracak, halklar arasına köprü kuracak bir projedir.

Burada en önemli konulardan biri de Demokratik Ulus ile egemen ulus-devletlerin ilişkisidir. Ulus-devletlerin kendilerini Demokratik Ulus olarak inşa etmeleri akıldışıdır. Ama Demokratik ulus inşasına engel teşkil etmeyecek temelde reforme olmaları imkân dâhilindedir. Bu durum, Demokratik Ulus ile ulus-devletin hukuk zemininde uzlaşması demektir. Bu da tekçi, etnisist ulus-devlet anlayışından daha kapsayıcı, çoğulcu bir ulus tanımına geçmek demektir.

Yazının başında Ulus’un aslında tüm toplumsal kurumlar gibi metafizik inşa olduğunu ifade etmiştik. Sembol ve mitlerin, yine kimliğin ifade bulduğu kavramlar uluslaşma açısından hayli önemlidir, hayatidir. Her ulusun isimlendirilmesi içeriği kadar önemlidir. Kutsal kitaplarda bile insan türü Tanrı ol dediği için olmuştur. Tabi burada idealist yargıda bulunmak niyetinde değiliz ama kavramların, sözün anlamından. Örneğin, Türklük ve Türkiyelilik eksenindeki tartışmalara bu pencereden bakmalıyız. Kimileri bilim insanı kimliklerine rağmen ‘’ha Türk demişsin ha Türkiyeli demişsin ne fark eder’’ yönlü teoriler üretebiliyor. Bu tam bir çarpıtmadır. Türklük bir etnik kökene vurgu yapar. Oysa beğenelim beğenmeyelim Türkiye bir teritoryal yani coğrafik (siyasi coğrafya) kavramıdır. Aslında antik çağlardan beri kullanılan Anatolia (Anadolu) kavramı daha doğru olabilirdi. Ama Türkiyelilik bu çoğulcu, kapsayıcı ulus tanımını verebilir. Türk ve Kürt ulusları ile diğer etnik gruplar kendilerini bu kavaramın içinde bulabilir. Türkiyelilik, Türkiye’de yaşayan çok çeşitli halkların kendilerini içinde bulabilecekleri bir kavram olabilir. Oysaki Türklüğün öyle bir kapsayıcılığı yok. Belki en fazla Kürtlerin itirazı oluyor ama Türk kimliği diğer halkları da kapsamıyor. Kaldı ki Kürtler, tarihsel, sosyo-kültürel ve psikolojik nedenlerle Türk kimliği içinde kendilerini görmüyorlar. 21. Yüzyılda bile halen birilerine kimlik dayatmak kadar çağdışı bir şey olamaz. Kimlik ancak öz iradesiyle ve gönüllüce benimsendiğinde anlam bulabilir. Aksi halde anayasa ve yasalara yazılan ama gerçek yaşamda bir karşılığı olmayan anlamsız yazılar olmanın ötesine geçmeyecektir.

 

  1. Demokratik Ulus, Farklılık İçinde Birlik Felsefesini Esas Alır:

Farklılık içinde birlik, çağımızın yükselen bir değeridir. Butekçi, homojenleştirici, kısıtlayıcı, baskıcı siyasal, sosyal yapılardan farklıdır; özgürlükçü ve çoğulcudur. Demokratik Ulus’u oluşturan unsurların, birliği yaratan, onları ‘’biz’’ yapan değerler vardır ki,o da toplumun ortak iyisidir. Ama bu ‘’biz’’ homojen, tek tip bir biz değildir; çok renkli, çoğulcu bir bizdir. Demokratik Ulus’ta hem toplumsal hem de siyasal çoğulculuk esas alınır. Toplumsal doğa, hem çeşitliliği, birçok farklılığı hem de o farklılıkları ortaklaştıran değerleri kapsar. Bu anlamda toplumsal doğa farklılık içinde birliği kendi içinde taşır. Butüm toplumlar için geçerlidir. Demokratik Ulus, toplumsal doğanın bu temel özelliğine dayanır. Demokratik Ulus, yatay bir toplum projesidir. Ulus-devlet ise dikey ve hiyerarşiktir. En alttan en üstte kültürler arasında hiyerarşiler kurulur. Kültürler eşit ve özgür olamazlar, ulus-devlette tüm kültürler, Ulus-devletin hâkim ideolojisine yakınlık derecesine göre değer görürler. Kürtlerin özgürlüğü ve eşitliği ancak Demokratik Ulusta gerçekleşir. Demokratik ulus, tüm kültürlere özgürlük tanır; onların aynı zamanda kendilerini Demokratik Ulus olarak geliştirmelerine olanak tanır. Yatay olarak Demokratik Ulus anlayışı temelinde kendilerini örgütlemiş her türlü kültürel yapının toplamı, daha üst bir yapıda Demokratik ulus yapısını oluştururlar. Bir anlamda Demokratik Ulus, demokratik toplumlar ulusu olmaktadır.

Ulus-devlet, farklılığı kendi egemenliği açısından tehdit olarak görürken, Demokratik Ulus, zenginlik olarak ele alınır. İkinci doğa olarak toplumsal doğa, sınırlı bir kültürel kaynağa sahiptir. Kültürler, diller, etnisiteler ve diğer farklılıklar toplumsal doğanın kültürel kaynaklarını oluştururlar. Toplumsal, kültürel kaynaklar tüm insanlığın ortak değeridir. Bu değerler, tüm insanlığın ortak emeği ile yaratılmıştır. Dolayısıyla herkesin bu toplumsal, kültürel değerleri koruma zorunluluğu varken, bu değerlerden yararlanma hakkı da vardır. Kültürleri, farklılıkları baskılayan, asimile eden ve yok etmeye çalışan ulus-devletler, insanların ortak mirasını yok ettikleri için tüm insanlığı kültürel, toplumsal yoksulluğa, mahkûm etmekteler. Ulus-devletin şoven milliyetçiliği, kendine ait gördükleri dışında her şeye hakir yaklaşmakta; diğer toplumlarla simbiyotik ilişki geliştireceğine onları potansiyel tehdit olarak görmekte, farklı kültürleri horlamakta, hemen hemen diğer tüm kültürleri küçümseyip, kendisine ait gördüklerini de abartıp parlatmaktadır.

Demokratik Ulus, bir zihniyet ulusudur. Dilsel, kültürel, etnik milliyetçilik olmadığı için herhangi bir dili, kültürü topluma dayatma anlayışı da yoktur. Aksine başta ilk sömürge ulus olan kadınlar olmak üzere, dezavantajlı kültürel gruplara pozitif ayrımcılık temelinde yaklaşılır. Hatta yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan kültürler ve diller koruma altına alınır. Böylesi bir ortamda kültürler ve diller gerçek anlamda eşit ve özgür bir temelde gelişme olanağı bulabileceklerdir.

Ortadoğu’da ve Kürdistan’da ciddi siyasal, toplumsal sorunlar yaşanıyor. İnanç eksenli, kültür eksenli, sosyal adalet eksenli ve ulus eksenli bu sorunların kaynağında Kapitalist Modernite’nin kendisi ve işbirlikçi otoriter, totaliter ve diktatör rejimler var. Bu rejimler toplumsal farklılıkların kendilerini özgür ifade etmelerine engel olmakta, toplumsal doğa üzerinde katı bir iktidar uygulamaktadırlar. Ortadoğu’da çoğulcu, farklılıklara özgürlük tanıyan, çok kültürlü, toplumsal modellere ihtiyaç var. Ancak o zaman karmaşık inanç, etnik, kültür ve sosyal adalet eksenli sorunlara çözüm bulunabilir.

Ortadoğu gibi karmaşık bir coğrafya ’da ancak Demokratik Ulus anlayışı temelinde toplumsal sorunlar çözülebilir. Şoven milliyetçilik ve ulus-devlet anlayışı Ortadoğu gerçeğine, toplumsal doğasına terstir. Tarih boyunca sayısız medeniyete beşiklik etmiş Ortadoğu, Mezopotamya, Anadolu ve Kürdistan’da dünyanın hiçbir yerinde rastlanılmayan toplumsal çeşitlilik var. Evet, yüzyıllardır savaşlar, katliamlar, soykırımlar eksik olmadı Ortadoğu’da ama buna rağmen toplumsal, kültürel çeşitlilik tüm ihtişamıyla varlığını korumaktadır. Ortadoğu’da ancak Demokratik Ulus temelinde çoğulcu, farklılıkları esas alan, eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplumsal, siyasal bir proje ile sorunlara çözüm bulunabilir. Dayatma, bastırma ile belki sorunlar ertelenebilir ama çözülemez. Ortadoğu’ya dayatma, bastırma değil toplumsal sorunları anlayacak, toplumsal çeşitliliğin kendisini özgürce ifade edebileceği modellere de ihtiyaç var. Bu model Demokratik Ulus Çözümü’dür.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.