Düşünce ve Kuram Dergisi

Ümmet; Öznelerin Farklılığı ve Birliği

Muhammet İnan

  1. “Asra yemin olsun!” Asr-l

Zamanın ikili karakteri ile karşı karşıyayız. Birincisi; küresel çapta adil toplum kurma imkanı. İkincisi tüm insanlık ruhunun küresel çapta savaş ve imha tehdidi altında olması.

  1. Savaş ve direniş sorunu: Günümüz dünyasında en açık ve yakın sorun; küresel çatışma halidir. Bu bir risk değil şu anda devam eden bir vakıa ve gerçekliktir. Küresel adil ve eşit  toplum talebimiz barış yurdu kurma özlemimiz, bu gerçekliğe karşı ve bu gerçeklik içinde  şekilleneceğinden hakim güçlerle çatışma durumunun mutlaka göz önünde bulundurulması gerekir. Her ne kadar idealimiz ve istemimiz, adalet inşasındaki stratejimiz, karakter olarak tümüyle barışçıl eksende olsa da karşımızdaki küresel güçlerin varlığı ve karakteri, bir çok noktada çatışmayı bir risk olarak önümüze koyuyor. Akılcı bir değerlendirmeyle yaklaşmalı  ve buna da gözümüzü kapatmamalıyız.
  2. Ancak burada iki yanlışa düşmekten kaçınmak gerekir.
  • a- Çağın temel sorunu,çatışma olarak ortaya koyan inşa hareketinin stratejisini tümüyle veya  ağırlıklı olarak karşı taraflı askeri bir çatışma ekseninde konumlandırmak
  • b- Diğer yandan inşa için bazen yıkımın da gerekli olduğunu ve var olan karşıt gücün emperyal askeri gücünü ve saldırıların görmezden gelerek savunmayı terk etmek
  1. Mücadele stratejisi ne çatışmayı görmezden gelen pasifist yolu kabul eder ne de her şeyi kaba bir çatışmaya endekseyen, mücadeleyi bir ideal, bir ruh, fikir ve içtimai hayat oluşumu olarak değil de basitçe silahlı çatışmaya indirgeyen yolu kabul eder. Esas yol; sirat-ı mustakim direnişi çok boyutlu bir zihniyet ve ictimai inşa, yeni alternatif yaşam ve insan tarzımız güçlendirmek üzere olurken bunların gerektiğinde silahlı savunmasını da bunların emrine verebilmek gerekir.
  2. Emperyal sistemi basit olarak sadece sömürü toplumu olarak tanımlamak yetersizdir. Bunu daha fazlası sömürüyü gerçekleştirmek için sürekli savaş haliyle iktidarını sağlama olmak zorunda olan bir zorbalık sistemidir. Dünyanın birçok yerinde halen devam eden fiili savaş ve çatışmalar, sistemin ürettiği çatışmalardır. Savaş toplumsal zeminde yürütüldüğünden  tahakkümün kurumlaşması ve toplumsal düzlemi işgal edebilmesi için toplumsal dinamikleri parçalayan bir iktidar aygıtı olarak da kullanılır.Bu nedenle savaş modern dönemde bir istisna hali değil, bir kaide halini almıştır. Bu esnada görülen kimi barış dönemleri de ya toplumun direniş güçlerinin güçlendikleri denge durumudur ya da bir soluklanma evresi olarak sahte barış dönemleridir.

 

Yeni Sistemin Kurucu Öznesi; Ortak Payda

  1. Egemen sisteme karşı yeni adil toplum sisteminin kuruluşu bu şartlar altında üç boyutu içermek zorundadır;
  • a- Sistemin yapısı, biçimi ve özellikleri
  • b- Sistemin kuruluş biçimi, mücadele stratejisi ve taktikleri
  • c- Kurucu özneliğinin tanımlanması
  1. Sistemin kuruluş biçimi ve stratejisi kadar önemli olan kurucu öznenin tanımlanmasıdır. Modern dönem sistem kuruluşlarının öznelik sorununu ortaya koymuştur. Ve aynı zamanda geleneksel ve modern kurucu özne denemelerinin başarısızlığını da ortaya koymuştur. Sınıfa dayalı öznellik iddiası, reel(gerçekleşen) sosyalist teori ve pratiğin başarısız ve yozlaştırıcı sonuçlarıyla ortadan kalkmıştır. Bu aynı zamanda burjuvazinin de çöküşü olarak ortaya çıkmıştır. Yapay bir unsur olan modern ulusa dayalı milliyetçi öznellik iddiası da geçmişte ve günümüzde milliyetçiliğin ortaya çıkardığı vahşet, sınıfçılık vahşetini de geride bıraktığından çökmüştür. Hanedanlık ve kast gibi yarı-geleneksel formlar, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde başarısız olmuş ve yeniden kuruluşta olumlu rol oynayacak durumda değillerdir. Dini bir iktidar ideolojisine dönüştüren ve egemenin hizmetine veren teokratik yaklaşım da  bir çözüm sunmaktan uzaktır.

Bu boyutuyla şu ana kadar kendilerine öznelik rolü atfedilen kesimler, tarihsel ve güncel başarısızlıkları göz önünde bulundurulduğunda yeni adil toplum inşasında özne olarak yer alamazlar. Aksi takdirde eskinin tekrarı gibi bir anlamsızlık olur.

  1. Her şeyden önce toplumsal dokuyu parçalayan her tür sınıflandırmayı kast, sınıf, ulusçuluk veya din eksenindeki özneleştirmeler, uygarlık döneminde şekillendirilen ve toplumsal yapıyı sömürmeyi amaçlayan elit tekelci tabakanın çıkarınadır. Burada geleneksel veya  modern hiçbir sosyal birimi mücadelenin öznesi olarak kabul etmediğimiz ve dolayısıyla bir tür kaba anarşizmi savunduğumuz anlaşılmamalıdır. Peki kimi temel özne olarak kabul  ediyoruz?
  2. Bugüne kadar ki mücadele hareketlerinin temel başarısızlık nedenleri; toplumsal gövde içinde bir kesimi temel özne kabul edip gövdenin diğer parçalarının tabiyetini yani diğerlerine üstünlüğü savunmalarıdır. Toplumsal gövdeyi oluşturan bir kesime temel öznelik rolü verip ve diğerlerini dışlamak, dokuyu parçalamak anlamına gelir. Diğer yandan eğer ki mücadele zulme ve adaletsizliğe karşı ise tek kesimin özne olarak alınması sadece bunların baskıya maruz kaldığı anlamına gelir ki en baştan yanlış bir tahayyüle yol açar. Üçüncü bir sonucu da mücadele stratejisinde özneliğin bir kesimin inhisarına verilmesi, yani toplumsal inşada başat rolün sadece bir kesime verilmesi; iktidar gücünün sadece bu kesime verilmesi anlamına gelir. Ki bu da henüz kurulmadan toplumsal kesimlerin ötekileştirildiği bir sistem anlamına gelecektir. Sovyet Rusya örneği bunu göstermiştir. İşçi sınıfı tek özne olarak yani tek iktidar gücü olarak alındı. Bunun sonucu olarak da en baskıcı ve totaliter bir rejim inşa edilmiş oldu.
  3. Fakat bu belirlemeler mücadele stratejimizde öznesizliği savunduğumuz anlamına gelmez. Emperyal sistemi tahlil ettiğimizde gördük ki, bir avuç tekelci sömürücü kesim dışında toplumun ağırlıklı kesimi çeşitli düzeylerde baskı, sömürü ve köleliğe maruz kalmaktadır.  Sömürülen sadece işçi sınıfı değildir; bütün toplumsal kesimlerdir. İnanç yönünden ezilenler sadece Müslümanlar veya sadece Hristiyanlar veya başka bir din mensubu değildir; bütün inanç kesimleri bir şekilde baskı ve zorbalığa maruz kalmaktadır. Kadınlar her tarafta nesneleştirme-metalaştırılma ve hiçleştirilmeye maruz kalmaktadırlar. Köylüler, etnik yapılar, yerel kültürler ve bütün insanlık değerleri bir bütün olarak yok olma ve baskı ile karşı karşıyadır. Kapitalist endüstriyel üretim biçimi ve yaşam tarzı, tüm insanlığın içinde yaşadığı tabiatı, eko-çevreyi, yok ediyor ve bundan bütün insanlık zarar görüyor. Modern  sistemin kapitalist ve sosyalist yapılarıyla çıkardığı sorunların hiçbiri bir diğerinden daha az önemsiz değildir. Dünya üretimi bütün nüfusu iki kat daha fazla doyurabilecek iken şu anda dünya nüfusunun üçte ikisi açlık sınırında yaşıyor.
  4. Bütün bunlara maruz kalan insanlık herhangi bir sınıf, din, ırk veya etnik yapı farkı olmadan kapitalizmin ve reel sosyalizmin modern zorbalık sisteminden zarar görenler olarak direniş yelpazemizin özneleri olarak ele almak zorundayız.
  5. O halde mücadele stratejimizde tekil öznelik yerine bütün bu kesimleri içinde taşıyabilen bir  çoğul ve bütünlüklü öznelik hali kabul edilmelidir. Şu anda herhangi bir sorun bir diğerinden daha az önemsiz değildir. Ve hepsi birbiriyle bağlantılıdır. Dünyanın ciğerleri olan ormanlar örneğin, Yağmur ormanları son 100 yılda % 50 oranında tahrip edildi. Aşırı avlanma yüzünden dünya çapında balık miktarı ve çeşitliliği son 50 yılda % 70 azaldı. Vahşi kapitalizm nedeniyle dünya atmosferinin koruyucu tabakası olan Ozonosfer delindi ve halen kendisini tamir edebilmiş değil. Dünya içilebilir su rezervlerinin 96-75’i sanayi üretimi nedeniyle kirletilerek kullanılamaz hale getirildi. Tabiatın bu muazzam tahribi, herhalde işçinin sömürülmesinden bağımsız ve daha az önemli değildir. Ya da kadınların yaşadıkları sorunlar ve katliamlar işçi veya ulus haklarından daha önemsiz değildir.
  6. Bu noktada öznelik tanımımızı çok kısaca şöyle tanımlayabiliriz.

Öznelikten kastımız, zulme karşı mücadelede yer alabilecek aktif kesimlerdir, Bunun yanı sıra; düşünce ve eylem hattının belirlenmesidir. Modern sisteme karşı direniş bu nedenle yeni bir özne tanımına ihtiyaç duymaktadır. Bu; öncelikle ortak paydanın tespitini gerektirmektedir. Bu öznelik tüm toplumsal kesimleri ortak payda etrafında toplayacak ve modern sistemin bütünlüklü baskı rejimine karşı bütünlüklü bir karşı mücadeleyi örgütleyecek olan “toplumsal direniş” öznesidir.

  1. Ortak payda, ne basit olarak bir işçi çıkarları ideolojisi, ne tekil dini bir grup; ne tekil bir etnik yapıdır. Bu özne içinde çok farklı kesimler, ve toplumsal yapılar farklılıklarıyla yeni  bir gövde oluşturarak ortak paydayı kendileri üreteceklerdir. Bu ortak paydanın temel ilkesi  zulme ve sömürüye karşı mücadele etmektir.
  2. Bugüne kadar İslami muhalefetteki temel yanılgı, farklı toplumsal kesim ve inançların adalet ve insanca yaşam taleplerinin birbirine zıt olmadığını yeterince güçlü bir biçimde haykıramamalarıdır. Bu çarpıtma, sistem rahiplerinin oluşturdukları bir zihinsel yanılgı idi.  bu yüzden İslami muhalefet çok dar gettolara kapandı. Kadın sorununu göremedi; tam tersine geleneksel toplum kalıpları içinde kadın sorunun ağırlaştıran tutumlara girdi. Kadın sorununu feministlere bıraktı. Etnik yapıların ulusal özgürlük taleplerini ve sorunların Ümmetçilik adına görmezden geldi ve meydanı milliyetçiliklere bıraktı. Sömürülen işçi ve emekçilerin sınıfsal çelişkilerini göremedi ve burada da meydanı reel sosyalistlere bıraktı. İslam’ı, egemen ulus-devlet sisteminin lehine bu mücadele sahalarının dışına itti. Çevre sorununu tartışma konusu yapabilecek bir kapasite geliştiremedi. Kendisini yüzlerce yıllık kuru kelami tartışmalara hapsettiğinden kendisine, İslam’a ve insanlığa haksızlık yaptı.
  3. Şunu net bir şekilde vurgulayalım: İslam sadece müslümanların değil, tüm insanlığın eşitliği, refahı ve özgürlüğü için çabalayan bir dindir. Hatta itikadımız gereği sadece insanlığa değil, tüm mahlukata karşı Allah’ın halifesi olma tanımı gereği sorumludur. Bu nedenle bütün bu sorunlar da sözü ve eylemi olmak zorundadır.

 

Ümmet: Öznelerin Birliği ve Farklılığı

  1. “De ki; ey ehli kitap! Sizinle bizi aramızda şu ortak ilkeye gelin; Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceğiz, ondan başka hiç kimseye ve hiçbir şeye ilahlık atfetmeyeceğiz. Ve Allah’ın yanı sıra birbirimizi rabler edinmeyeceğiz.” Âl-i İmran 64

Öznelerin birliği ve ortak payda derken tüm özneleri özdeşleştirdiğimiz ve aynılaştırdığımız anlamı çıkmamalıdır. Tam tersine toplumsal yapıyı tekilliklere indirgeyen tüm toplumsal hakikati tek bir sınıfın veya zümrenin egemenliğine veren ve farklılıkları yok sayan totaliter ideoloji ve sistemlere karşı; her bir toplumsal kesimin kendi özgünlüğünü ve tabiatını yaşayabileceği bir sistemi esas alıyoruz. Toplumsal yapı bütünlüğünü; sadece sınıf, halk veya ulus ile tanımlayamayız. Sadece din ile de tanımlayamayız. Ümmet kavramı da şu anki anlamları ise bunu karşılayamamaktadır. O halde ümmet kavramını da yeniden yapılandırmak ve öze uygun şekillendirmek gerekiyor.

  1. Ümmet, arapça ümm kelimesinden gelir. Anne, valide, asıl, başlıca anlamlarına gelir. Ümm, bazen saflığı, doğallığı, bozulmamışlığı ifade eder. Hz. Muhammed’e ümmi denilmesinin bir nedeni de budur; o, saftır, dimağı çağın kirli bilgileriyle kirletilememiştir.  Yine farklı bir kullanımda ümm; zar, koruyucu tabaka, bir şeyi dış etkilerden koruyan etene olarak tanımlanır. Ümmet bu tanımlar eşliğinde; insanları bozulmamış, eşitsizleşmemiş,  kendisini kaybetmemiş ve koruma altında olan af halini ifade eder.
  2. Bununla beraber Kur’an-ı Kerim’de ümmet kavramı sadece insanlar için kullanılmaz; aynı  zamanda hayvanlar için de ümmet tanımı yapılır.

“Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve uçan hiçbir kuş yoktur ki sizin gibi bir ümmet olmasın” Enam 38

  1. Kur’an-ı Kerim’in özüne ve peygamberimizin uygulamalarına baktığımızda ümmet çok daha geniş bir kavramlaştırma olarak karşımıza çıkmaktadır. Ümmet; toplumsal ve siyasal alana uyarlandığında insan ve hayvan topluluklarının tabii-fıtri halini ifade eder. Ümmet bir inanç kesimini ifade edebildiği gibi en genel anlamıyla bir dönemin insanlık halini de ifade eder. Bu hal; insanlığın doğal, bozulmamış halidir. Bu ne demektir?.
  2. Toplumsal yapı değerlendirmelerinde modernist ideolojilerin toplum sınıflandırmalarını,  kapitalist, reel sosyalist, köleci veya feodal üretim biçimlerini esas aldığının; fakat bunların  toplumsal hakikati tam ifade etmediğini belirtmiştik. Bunlar belki toplumsal tarih değerlendirmelerinde bir boyuta müteallik olabilir. Fakat bize toplumsal hakikati vermezler.  Buna mukabil toplumun kendi iç haliyle, kendi içinde doğal ve fıtri halini koruyup koruyamadığıyla değerlendirilmesi gerektiğine işaret ediyoruz.
  3. Bu haliyle iki toplum biçimi tüm tarihte karşımıza çıkar; ya adil ve hür toplum vardır, ya da zalim köleci bir toplum sistemi vardır. Zalim köleci toplum; toplum içinde kast, sınıf,  zümre, cins vb. farklılıkların oluştuğu ve tahakküm düzeyinde olduğu bunlara dayalı olarak  çeşitli eşitsizliklerin meydana geldiği baskıcı bir siyasal sistemin oluştuğu, sosyal adaletin gözetilmediği bir yapıdır. Bu durum toplumun özü ile ilgili bir durumdur. Bu zalim köleci   toplum zaman içinde farklı siyasal veya ekonomik biçimler alabilir. Kapitalist olabilir, sermayedarlığı esas alarak sosyal ve siyasal ekonomik adaletsizlik üretebilir. Veya eşitsizliği feodal üretim ve siyaset organizasyonları altında üretebilir. Zulüm sistemini sosyalist formda kurumlaştırabilir. Bu farklı biçimler özün dışa vurumudur. Toplumun adil ve hür hali ise bizim daha çok tabii topluluklar olarak tanımladığımız çok farklı formalar altında yaşamsallaşabilir. Kendi içinde belli ölçülerde adalet düsturunda örgütlenmiş, bir kesimin bambaşka kesime tahakküm etmediği (hükmün yalnızca Allâh’a ait olduğu), hiçbir kesimin bir ötekine siyasi, içtimai ve iktisadi manada bağımlı ve tabi olmadığı (Allah’tan başkasını rab olarak tanımadığı), ve adalet ilkesinin hakim olduğu toplum formunun hakim olduğu toplum biçimleridir.
  4. İşte biz toplumun bu doğal, adil ve hür halini “ümmet” olarak tanımlıyoruz. Ümmet, bu nedenle sadece bir inancı, bir sınıfı veya bir ulusu değil, veya sadece bir üretim biçimini değil; bir halini tanımlar. Tek tek ve genel olarak bölünmemiş, eşitliği, adaleti ve özgürlüğü esas alan, maneviyata dayanan maddiyatı da adil bir şekilde düzenleyen toplum halini kastediyoruz.
  5. Ümmet bu haliyle en genel bir toplum adlandırmasıdır. İslâm ümmeti bu genel adlandırmanın bir parçasıdır. Afrika yerlilerinin kabilesi de bir ümmettir. Hakiki Budistler de bir ümmettir ve bizler aynı ümmetin parçasıyız. Karın doyurmak için mücadele eden işçiler, emekçiler de bu ümmetin asli bir bileşenidirler.
  6. O halde ümmet; ortak bir yaşam düsturunda bir araya gelen, farklı inanç, ırk ve yaşam kültür biçimlerine sahip olsalar da temel adalet, eşitlik ve özgürlük ilkelerinde bir araya gelmiş insan topluluklarının örgütlenmesinin sosyal-siyasal biçimidir.
  7. Ümmet yapısı, farklı toplumsal öznelerin farklı toplum yapılarının farklılıklarını koruyarak bir araya gelme halidir. İslâm tarihinde Medine Sözleşmesi bunu en somut pratikleşmesini ortaya koymuştur. Sözleşmeye göre Medine’de yaşayan Müslüman, Yahudi, Hristiyan ve putperestler, Medine’de yeni bir ümmet oluşturmuşlardır. Sözleşmenin bir başka maddesinde ise Müslüman ve Yahudiler kendi içlerinde birlik oluşturan bir ümmet olarak tanımlanır. Yani ümmet kavramı ilk başta kesinlikle sadece müslümanları kastetmemiştir. Müslümanları ve beraber yaşadıkları farklı inanç ve etnik yapılar beraber tanımlamıştır. Ortak ilke ise Medine’de beraber yaşamak, barışçıl ilişkiler kurmak, herkesin kendi inanç ve kültüründe özerk olması, bunun yanı sıra ortak savunma ve sosyal adalet kurumlarının oluşturulmasıdır. Bu haliyle Medine’de çok farklı inançlar, tam bir inanç hürriyeti içinde bir arada yaşamakta; kimse kimseye tahakküm etmemekte, ortak bir siyasal aidiyet oluşturmakta, şehri beraber savunmaktadırlar.
  8. İnsan cemaati; tabii ve fıtri bir oluşumdur. İçinde farklı inanç, yol, yaşam ve kültür biçimleri barındırması; onun doğal halinin bir sonucudur. Nebatat ve hayvanat aleminde tabiat tek bir cins ve türden müteşekkil olmadığı gibi insan toplumu da aynılık ve tekliğe mahkum değildir. Tek tiplik ve aynılık ancak totaliter faşist rejimlerin hevesi olabilir. Her bir topluluk kendi özgünlüğü içinde ortak ilkede buluşabilir.

“biz her biriniz için farklı bir sistem(şeriat) ve farklı bir hayat tarzı (minhac)  belirledik eğer Allâh dileseydi, hepinizi tek bir topluluk yapardı. Ama  indirdikleri vasıtası ile sizleri sınamak için başka türlü diledi(sizleri farklı topluluklar haline getirdi.) öyleyse hayırlı işlerde yarışın.” Made 48

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.