Düşünce ve Kuram Dergisi

Ütopyayı Gerçekleştirmek, Onu Canlı Tutmakla Mümkündür 

Haskar Kırmızıgül

Sosyalizm için bugüne kadar pek çok tanım yapıldı. Devletler ve iktidarlar kendi sonlarını gördüğü bu ideolojiye düşman oldu. Eşitsizlik ve haksızlığın mağdurları ise geleceklerini gördükleri için umutla sarıldı. Sosyalizmi bir ütopya olarak görenler var. Onun bir toplumsal yaşam biçimi olarak gerçekleştiğine inananlar da. Ancak bu sorulara vereceğimiz cevaplar bizi hakikate götürmez. Hakikat adı düşünce, teori, ütopya ya da yaşam biçimi her ne olursa olsun istisnasız dünyanın her ülkesinde milyonlarca insanın sosyalizm uğruna savaşması, direnmesi, hapis, işkence, infaz ve daha nice bedel ödemeyi göze almasında saklı. Sosyalizm mücadelesine katılmayı, sistemin deyimiyle “bu tehlikeli yola” koyulmayı göze alanları en çok ikna eden şey ise bu fikirle birlikte tasavvur edebildikleri gelecek. Birçok insanın sosyalizmde karar kılma sürecini anlattığında mutlaka somut olaylardan etkilendiğini görürsünüz. Yani insanları bu karar süreçlerinde devrimin objektif ve subjektif koşulları, üretim ilişkileri, antagonizma vb. konularda okudukları kitaplardan daha çok Maksim Gorki, Tolstoy ve Dostoyevski romanlarında kendileriyle bütünleştirebildikleri karakterler daha etkili olmuştur. Sosyalizm mücadelesi verenleri etkileyen temel dürtünün ne olduğunu Abdullah Öcalan “Bütün dünya yanlış veya hakikat payı zayıf olan düşüncede birleşse dahi, bir kişi bile temsil etse, hakikat payı daha üstün olan bir düşünceyi hepsine karşı başarıyla savunabilir ve sonuçta bu düşüncenin zaferini sağlayabilir.” sözleriyle açıklıyor. Bu durumda adını ne koyarsak koyalım -tecrübe, ütopya, mücadele- incelenmeye değer olan tek şey bu fikirin insan yaşamına nasıl nüfuz ettiği oluyor. Üzerinden bir asır geçtikten sonra ve şimdi kendini tarihin sonu ilan eden kapitalizmin krizlerinin yol açtığı yaşanamaz hale gelen bir dünyada umudun peşine düşenleriz. 25 Ekim 1917 Rusya’da gerçekleşen “Büyük Ekim Devrimi” halen tecrübeleri daha çok yetmezlikleri ile başka bir gelecek düşü kuranlar için bir umut kaynağı olmaya devam ediyor. Bu nedenle yetmezliklerinin kaynağını tespit etmek oldukça önemli. Kaynağı sadece teorik tespitler yaparak ve meseleyi bir tarihçi gibi ele alarak tespit edilemeyeceğini düşünüyorum. Emma Goldman’ın deyimiyle “tarih eski bilgilerden oluşan bir tür derleme değildir. Tarihçinin aktardığı dönemin çağdaşlarından almak zorunda olduğu insani elementler olmaksızın tarihin hiçbir değeri yoktur” (Emma Goldman, Rusya’daki Hayal Kırıklığım, Önsöz). 

1917 Ekim Devrimi’nin kalıcılaşmamasının nedenlerini tespit etmeye çalışırken Goldman’ın dikkat çektiği bu noktaya odaklanacağız. Yani insan odaklı bir tarihsel bakışla ele almaya çalışacağız. Değerlendirmeye geçmeden önce devrimin ezilen halklar, sınıflar ve özgürlük arayışçısı her insan için bir gelecek umudu olduğunu ve bu umudun bugün de devrimcilerin ilham kaynağını olduğunu peşinen belirtmekte yarar var. Rus Devrimi’ndeki yönetimsel değişiklikler de devrimin kaderini belirleyen bir diğer etkendir kuşkusuz. Ancak yazıda bunlardan çok devrimin kurgulanışındaki temel yetmezliklere değinmenin bize daha fazla hakikat payı bırakacağı kanısındayım. 

O zaman bizi hakikate taşıyacak sorularımıza başlayalım:

Rus devriminin esas amacı ne idi? İktidarı parçalamak mı yeni bir iktidar kurmak mı? Toplumsal doğanın özünde olan demokrasiyi ne kadar işletebildi? Devrim toplumu oluşturan tüm sınıflar, toplumsal kesimler ve en önemlisi “toplumun tortusu değil özü olarak aydınlatılmayı bekleyen kadın” varlığını, özgürlüğünü ne denli geliştirdi. Dönüşüm ve inşayı hangi esaslar (maddi ve manevi yapılar anlamında) üzerinden geliştirdi? Tüm bunların toplamı olarak an’da gelişen özgürlüğü devrimsel gelişme yahut ilerleyiş olarak görebildi mi? 

Sosyalizm devlet ve iktidarın oluşmasıyla birlikte bozulan toplumsal doğayı eski işleyişine kavuşturmak ise amacı da iktidarı ele geçirmek değil onu parçalamak olmalı. 

Tarihsel olarak Şubat 1917’de 350 yıllık monarşik rejimin, 25 Ekim’de ise burjuvazi öncülüğündeki geçici hükümetin devrilmesinde Lenin’in Finlandiya’dan sürgünden döndüğü kendisini karşılayanlara yaptığı konuşmada dile getirdiği ‘barış, ekmek, adalet, tüm iktidar Sovyetlere’ sözleri adeta devrimin sloganı haline geldi. Bu sözlerin dile getirildiği o zaman dilimini “yaratılış anı” olarak tanımlayabilirdik. Lakin Lenin amacının iktidarı kısa vadede değil uzun vadede elinde tutmak olduğunu açıkça ifade etmemiş olsaydı. Tarihçi Alexander Rabinowitch’un anlatımına göre 20 Haziran’da gerçekleşen Bolşevik Askerî Konferansı’nda Lenin şöyle söylemişti:

 “Eğer şu an iktidarı ele geçirmeye yetenekliysek, iktidarı almış olduğumuz için onu elde tutmaya da yetenekli olduğumuzu düşünmemiz saflık olur” 

 

Bir İnsan Bir Ulus Kadar Değerli

“Devletleşerek sosyalizm amacına ulaşamaz. Devletleşmek sosyalizmin basit bir amacı olarak anlaşılırsa daha doğrudur.” (5. Kongreye Sunulan Politik Rapor, s.25) 

İktidarın devletten daha sinsi bir olgu olarak toplumsal çatlaklardan sızdığı düşünülürse devrimin iktidarı elde tutmaya bu kadar meyilli olması büyük tehlikeler arz etti ve esasında kendi sonunu hazırlayan bir senaryoya dönüştü. Rusya’da gerçekleşen devrimin en temel yanılgısı bu basit amacı nihai bir hedefe dönüştürmek idi. İktidar devrim inşası tamamlandıkça parçalanan bir olgu olmaktan ziyade giderek kurumlaşan bir hal aldı. Bolşevik partisi eleştirileri toplumsal dönüşümün itici gücü görmek yerine devrim karşıtlığı altında yargılamaktan çekinmedi. Bu anlamda devrim sürecinde işçi, köylü örgütlenmesinde aktif yer alan, bedel veren ancak “Tüm iktidar Sovyetlere” sloganındaki Sovyetler ibaresinin yerini zamanla Bolşevik Partisi’nin aldığını gören ve itirazlarını geliştiren anarşistlerin yaşadıkları oldukça öğreticidir. 

Lenin tarafından Aralık 1917’de kurulan ÇEKA (karşı devrim ve sabotajla savaş olağanüstü komisyonu) 1918’de Moskova’da daha sonra birçok kentte anarşist merkezlere baskınlar düzenledi. Eleştirilerin ve devrim sürecindeki emeklerinin karşılığı en hafifinden örgütlenememek, düşüncelerini açıkça ifade edememek daha ötesi sürgün, hapis oldu. Karşı devrime karşı kurulan bu gizli örgüt zamanla rüşvet, baskı, yolsuzluk gibi birçok uygulamayla Sovyetler karşıtı bir örgüt haline geldi. 

“Bolşevik cezaevleri anarşist kaynıyordu; dahası, pek çok anarşist öldürülmüş ve tüm yasal anarşist eylemler bastırılmıştı. Çeka, eski Çarlık yöntemlerine, işkenceye dahi başvuruyordu.” (Emma Goldman, Rusya’daki Hayal Kırıklığım, s. 79) 

“Sosyalizm en eleştirisel ideolojilerin başında gelir. Çünkü uğruna hareket ettiği emek sahibi sınıfın üzerine kurulu baskı, sömürü, onun alt ve üstyapısı ancak çok büyük bir eleştiri gücüyle açığa kavuşturulabilir, aşılabilir. Yenisi de ancak ve ancak aynı eleştiri gücüyle kurulabilir” (5. Kongreye sunulan Politik Rapor, s.103) 

O halde Rus devriminin temel yanılgılarının başında eleştiriyi devrim karşıtlığı olarak yargılamasının geldiğini söyleyebiliriz. Bu zihniyet, devrimin koruyucusu olduğunu iddia eden ÇEKA’nın evlere baskın yapıp sakıncalı bulduğu belgeleri toplamasından sansüre uzanan geniş bir baskı ağını kurmuştu. Üstelik devrimin koruyucusu olduğunu iddia eden bu örgütün sadece eleştirilere ve karşıt düşüncelere değil tabandan gelen demokrasiye karşı da tahammülü yoktu. 

Elleri silahlı Çekacıların sendika toplantılarına katılmaları adettendi ve bu, komünist adayı seçmezlerse işçilerin başına neler gelebileceğini açıkça gösteriyordu. Ancak, güçlü ve kararlı bir örgüt olan Fırıncılar Sendikası bu sindirme politikasına pabuç bırakmamıştı. Kendi seçtikleri aday kabul edilene değin, Moskova’da tek bir ekmek üretilmeyeceğini açıklamışlardı. Toplantı sonrası, Çeka seçilmiş adayı tutuklamaya çalışmıştı ancak fırıncılar onu aralarına alarak korumuş ve evine kadar bırakmıştı. (Emma Goldman, Rusya’daki Hayal Kırıklığım, s.100) 

Ekim devrimi topluma vaat ettiği eşitlik, adalet nihayetinde özgür bir yaşamı verebildi mi? Bu soruya vereceğimiz cevaplar bize devrimin başarı ya da başarısızlığı konusunda önemi veriler sunabilir. Toplum devrime ancak ekonomik refah, emek sömürüsü, kültürlerin yaşatılması, bireyin toplum içindeki varlığı ve bağı konusunda eskisinden ileri bir yaşam biçimini bir düşünce olarak sunuyor ve bunun somutlaşmasına dair örnekleri yeni yöntemlerle geliştirmeye çalışıyorsa inanır. Devrimin inşa sürecindeki sıkıntılar da ancak bu şartla hoş görebilir. Oysa Bolşevik devrim ‘devrimin bekası’ için gerçekleşebilecek hedefleri belirsiz bir zamana erteledi, toplumsal talepleri öteledi bazen de görmezden geldi. 

Öcalan’ın “Bir insan bir ulus kadar değer ifade eder” (5. Kongreye Sunulan Politik Rapor, s. 56 ) tespitiyle devrimin insan odaklı olması gerektiğini ifade ediyor. Yani devrim hiyerarşik bir düzenleme değil hiyerarşinin ortadan kaldırılmasıdır, merkezinde de insanın idealleri, beklentileri olmalıdır. Oysa kurulan hiyerarşinin adı her ne kadar proletarya diktatörlüğü olsa da aslında ortada Bolşevik partisi üyelerinin ayrıcalıkları ve iktidarları vardı. Dışarıdan gelen uluslararası heyetlere verilen şaşalı ziyafetler ile bir ekmeğe muhtaç işçi sınıfı arasında bir çelişki vardı. Oysa devrim mallarına el konulan (devrim öncesi bir apartman sahibi olan 8 kişilik bir aile 2 odada kalmak zorunda bırakılıyordu ) burjuvalardan, ürünlerine hatta bir sonraki yılın tohumlarına el konulan köylüleri de düşünmek zorundaydı. İktidarın işçi sınıfının elinde olduğu da gerçeği yansıtmıyordu. Merkezi ulusal denetim ve kapitalizmle rekabet adına birer robota dönüşen işçilerin de diğer sınıflardan farkı yoktu. 

 

“Kadınlar Yeniden Mutfağa Döndü!” 

Ruslar, diyordu kadın arkadaşım ağılların da sarayların da ortadan kaldırılması gerektiğine inandılar bir kere. Artık onlara devrimin amacının zenginleri ağıllara, yoksulları saraylara yerleştirmek olduğuna inandıramazsınız. Kaldı ki yoksulların saraylara yerleştirildiği falan da yoktu. Onlar sadece devrimin amacının bu olduğuna inandırılmak isteniyorlardı. Gerçekte ise halk eskiden neredeyse, yine aynı yerdeydi. (Emma Goldman, Rusya’daki Hayal Kırıklığım, s.124 ) 

Devrim sadece sınıflara değil toplumsal bütünlüğün her parçasının maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılaması itibarıyla bir çekim merkezi olabilmeli. Nitekim Büyük Ekim Devrimi’ne giden Şubat 1917 (Eski Rus takvimine göre 23 Şubat, miladi takvime göre 8 Mart) devrimi Kışlık Saray’a yürüyen kadın tekstil işçileri ve savaşın yol açtığı kıtlık nedeniyle saatlerce ekmek ve gaz yağı için kuyruklarda bekleyen kadınların öncülüğünde gerçekleşti. “Halklar hapishanesi” denilen Çarlık rejiminin yıkılmasında aktif rol oynayan kadınlar, Lenin’in geçici hükümeti teşhir eden yazısındaki “tüm kadın ve erkeklere eşit oy hakkı” talebinin peşinden ilk gidenler oldu. Sekiz saatlik iş günü, kadın erkek eşitliği gibi temel taleplerinin karşılık bulduğu devrim saflarına kendiliğinden aktılar. 

Kadınlar politik, ekonomi, kültürel, basın yayın, eğitim ve örgütlenmede hem devrim inşasının aktif yürütücüsü hem de bir alanı olarak önemli bir ilerleme sağladı kuşkusuz. Tirajı milyonları bulan kadın gazetelerin yanı sıra, (Delegetka: Delege Kadın) üretimde aktif yer almaları, okur yazar oranındaki artış (Çarlık Rusya’sında okur yazar olmayan kadınların oranı yüzde 80 iken 1930’larda yürütülen kampanyalarla, sonra hızla düşmüştür), 1929’da kabul edilen 7 saatlik iş yasası, 1934’te seçimlerde oy kullanma oranının ortalama (şehir ve köylerde) yüzde 85’i bulması kadının toplumsal yaşamdaki etkinliğini artıran uygulamalar oldu. Ancak toplumsal dönüşümün salt yasal ve kurumsal düzenlemelerle gelişeceğini düşünmek devrimin bir diğer yanılgısı oldu. 

Nadia Krupskaya’nın “Kadınların yasa önünde var olan eşitliği, yaşamda da gerçekleşmiş olsaydı, o taktirde Sovyetlere seçilen kadınların oranı %50 civarında olurdu. Durum böyle değildir. Eskinin mirası halen çok güçlü’ tespiti önemli. Ancak gelenek ve toplumsal doğayı birbirinden ayırt etmeden üstten yapılan değişimlerin topluma nüfuz etmediği ortada. Özellikle İslam dininin etkisi altında olan Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Azerbaycan gibi bölgelerde merkezin dayatmasıyla değil ihtiyaçlarına ve güçlü toplumsal analizlere göre bir dönüşüm sürecinin başlatılması dışarıdan gelişecek müdahalelere karşı da toplumun direncini artırabilecek bir rol oynayabilirdi. Nitekim Stalin’in dönemiyle birlikte kürtajın yasaklanması, boşanmaların zorlaştırılması, beşten fazla çocuğu olan kadınlara ödüller verilmesi Aleksandra Kollontai’nin deyimiyle ‘bir tüketim olmaktan çıkınca yıkılıp gidecek’ diye umut ettiği aileyi kutsallaştırdı. Klişe deyimle kadınlar yeniden mutfağa döndü! 

Yukarıda belirtilenler bu istatistiki veriler bize bir hakikat payı sunabilir. Ancak somut anlatımlar ve yaşanmışlıkların bizi daha çok hakikate yakınlaştıracağına inanıyorum: “Kadınlar, Sovyet Hükümeti’nin serbest hareket etmelerine izin verirmiş gibi göründüğünü, öte yandan, her bağımsız çabanın engellendiğini, inisiyatiflerinin yok edildiğini belirttiler” (E.G., Rusya’daki Hayal Kırıklığım, s.136) 

Bu nedenle devrim öncesinde parti örgütlerine bağlı kadın komisyonlarının, devrim sonrasında özerk yapılanmalara dönüşememesi devrimin köklerinin zayıf kalmasına neden oldu. Bu durumda kadınların geleceği her şartta devrimin geleceğine bağlandı ve nedense onlar hep belirlenen oldu. Her ikisi arasındaki simbiyotik bağ görülebilseydi belki de devrimin sürekliliği bu yolla sağlanabilirdi. Oysa tarihin ‘ilk ezilen sömürgesi, sınıfı ve ulusu’ olarak tanımlanan kadın toplumsal dönüşümün temeli olarak görülmedi. Kanımca esas sorun da burada yatıyor; anda yaratılan özgürlüğün toplumsal dönüşüme etkisinin küçümsenmesi ya da hiç görülmemesinde… 

Ekim Devrimi’ni incelerken sorgulanması gereken bir diğer nokta tüm toplumsal kesimlerin varlığını kabullenmesi, koruması konusunda yaşadığı yetersizliktir. Farklılıkları, ötekileştirilenleri ezilen cins, ulus ve sınıfları ortak bir ruhla örgütleyememesidir. Sovyet vatandaşlarına ‘bu ülkeye aitim, geleceğim buna bağlı’ hissiyatını hep tek yönlü vermeye çalışmasıdır. Verdiği emeğin yaşamında bir karşılığının olmamasıdır.

“Sosyalizm kavram düzeyinde insanın toplum ilişkilerini en özgür belirleme yöntemi olarak da tanımlanabilir. Toplumsal gerçeklikten kopan, onun üstünde yer alan, bastıran, sömüren ne varsa ona karşıdır.” (5. Kongreye Sunulan Politik Rapor, s.24 ) Oysa devrim sürecinin insan ilişkilerindeki özgürlük düzeyinin çok fazla açığa çıkarmadığı ortada. Bunun başında Sovyet Rusya’daki yöntem eleştirisi olanların ‘karşı devrimci’ ilan edilmesi geliyordu. Oysa her insanın devrimden temel beklentisi ‘ifade özgürlüğü’ dür. Belki ekonomi, sosyal ve güvenlik politikaları açısından düzenlemeler koşullara göre ertelenebilir ya da inşa sürecindeki gecikmeler ve yetersizlikler anlayışla karşılanabilir. Ancak ifade özgürlüğü devrimin korunması, geliştirilmesi ve inşasının biricik yöntemidir. Bunun “karşıtlık” düzeyine ulaşması riski de ancak eleştiri yapanları karşıtlıkla yargılanırsa başlar. Eleştiri ve düşünce özgürlüğü toplumun temel gelişim dinamiğidir. Oysa Lenin başta olmak üzere Rus devrimi esnasında Sovyet yönetiminde aktif rol oynamış birçok kişi bu düşünceyi savunuyordu. Goldman’ın 1918 Nisan’ında Lenin ile yaptığı görüşmeden aktardıkları şöyle:

“Moskova Anarşist Konferansı’nda alınan kararları da kendisine ilettim. Beni büyük bir sabırla dinledikten sonra, bu konuyu parti gündemine alacağına söz verdi. Ancak “ifade özgürlüğüne gelecek olursak, bu, burjuva hurafesidir. Devrim sürecinde, bundan söz edilemez” dedi. (E.G., Rusya’daki Hayal Kırıklığım, s.47) 

“Ben devrimden insanlık ve adaleti anlarım. Bugün Rusya’da bunlar yok, ne yazık ki. Ülkenin yeniden inşası için tüm entelektüel ve içsel güçlerin en yoğun ifadelerini bulmasının, bunların birbiriyle eşgüdümlü ilerletilmesinin gerektiği bir dönemde, tüm insanlar susturuluyor. Sözde proletarya diktatörlüğündeki mantığı ve verimliliği sorgulama cüretini göstermek komünist liderlerin gözünde büyük bir suçtur. Sosyal bir devrimin en basit gerekliliklerini dahi yerine getiremezken, kendimizi bir dünya devriminin merkezi olarak görüyoruz.” (Vladimir Korolenko’nun mektuplarından bir alıntı, E.G., Rusya’daki Hayal Kırıklığım, s.47) 

 

Anda Özgürlüğü Yaratmak

“Sosyalizm sadece devrim demek değildir; topluma demokratik katılım ve kapitalizme karşı bilinçli ve eylemli yaşamdır” (5. Kongreye sunulan Politik Rapor, s. 59) O halde en fazla işletilmesi gereken şey toplumsal doğanın özünde saklı olan demokrasi ilkesidir. O halde demokrasinin göz ardı edilmesi devrimin sonunu hazırlamıştır demek abartı olmayacak. Bireyin iradesi, itirazları, olumlu ya da olumsuz eleştirileri ve gözlemlerinin inşa sürecine dahil edilmemesi büyük bir sıkıntıdır. Bu durumda devrim inşası sadece maddi yapılanmalar üzerine kurgulanır hale gelir ki bu da toplumun manevi ve moral çöküntüye uğramasına neden olmuştur. 

“Sosyalizm ideolojisindeki tıkanıklık da moralden kaynaklanmıştır. Dini ve moral sorununu doğru ele alamaması reel sosyalizmin çözülüşünün en temel nedeni olsa gerek. Yani ne kadar bilimsellik, bilimsel düşünce gerekliyse de, hala bunu kaba materyalizmde olduğu gibi “her şey reçeteye göre gelişir” demek, insanı tanımamak demektir. Reel sosyalizmde biraz kaba materyalizm uygulandı. Ortaya çıkan sonuç, oldukça kötü bir çözülüştür. Hiç şüphesiz bundan çıkarılacak çok fazla ders olacaktır.” (5. Kongreye Sunulan Politik Rapor, s.19) 

O dönem Rusya’ya gelen uluslararası heyetleri karşılamak için hazırlanan törenler ve resmi kutlamaları izleyenler devrimin görkeminden şüphe duymayabilir. Ancak bu insan denizindeki damlaların söylediklerine kulak vermek, gözlerindeki ışığın neden söndüğünü anlamak devrimin toplumla ne kadar bütünleştiğine dair bize daha güçlü veriler sunabilir. Bu törenler sırasında hazırlanan 1917 devrimini anlatan bir tiyatroya ilişkin kızıl ordu askerinin söyledikleridir. 

“İnsanlar, 1917 Ekiminden bu yana o kadar büyük hayal kırıklıkları yaşadılar ki devrim onların gözünde anlamını yitirdi. Bu oyun, insanlara hayal kırıklıklarını anımsatmaktan başka bir şeye yaramadı.” (E.G., Rusya’daki Hayal Kırıklığım, s. 63 ) 

Kuşkusuz bu anlatımdan yola çıkarak kesin bir yargıya ulaşmak niyetinde değilim. Çünkü devrimsel süreçler her bireyde büyük beklentiler yaratır. Birey adeta bir sihirli değnek dokunuşu gibi hayatındaki her şeyin değişeceğini sanabilir. Öcalan’ın “Aslında her ideoloji bir ütopyadır ve sosyalizm de öyle bir ütopya olmak zorundadır. Reel sosyalizm bunu aşmak istedi veya sosyalizmi ütopyasız, moralsiz götürmek istedi, fakat sonuç çözülüş oldu.” (5. Kongreye Sunulan Politik Rapor, s.24) sözü bu yanılgıya işaret ediyor. Yani hayal kırıklıklarının devrime inançsızlığa dönüşmemesinin devrim öncesi süreçte ütopyaları canlı tutmamakla, devrim içinde devrim olgusunu göz ardı etmekle bağlantısı güçlü. Esas olan koşulların elverdiği an ve mekanda inşwayı gerçekleştirmek ve böylesi koşulların olmadığı zamanlarda ütopyaları canlı tutmaktır. Yani geçmiş, bugün ve gelecek arasındaki bağları canlı tutmaktır ki Rus devriminde gerçekleşemeyen budur. Çünkü devrimin inşası toplumsal doğa üzerinden değil, iktidar üzerinden kurgulanmıştır. 

“Toplumsal gerçeği hep dolu yaşamak, onu tüm geçmiş birikimini içinden geçilen anın oluşum heyecanı ve geleceğin engin umutlarıyla yaşamak, hakikate en yakın yaşam gerçeğidir. Sosyalizmi sadece geleceğe ilişkin bir proje veya program olarak görmek yerine, anlık özgürleştiren, eşitliği ve adaleti gözeten, estetik değeri olan ahlaki ve politik bir yaşam tarzı olarak hakikatleştirmek gerekir.”(Abdullah Öcalan, Kürt Sorununa Demokratik Ulus Çözümü, s.58-59 ) 

Bu tespit bireyin devrim içindeki rolünü ve sorumluluğunu görmesi açısından oldukça önemli. Sosyalist bir yaşamın inşasında anın özgürleştirilmesini ertelemek bir bakıma çözümü iktidara devretmektir. İktidarın yaratacağı çözüm de birey iradesini hiçe sayar. O halde yapılması gereken temel şey devrimin reel halini ilkelerle tutarlı bir hale getirmek için geliştirilecek anlık müdahalelerdir. Rojava’da devrimin onlara istediği şeyleri vermediğini söyleyen çok kişiyle karşılaştığım için benzer risklerin var olduğunun farkındayım. Doğrusu Özgürlük Hareketinin kuruluşundan bugüne dek temel dönüşüm diyalektiği olan eleştiri-özeleştirinin varlığı rahatlatıyor. Gerekçelerimden biri de devrimin temel dayanağı “demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü” toplum paradigması… İnşanın yerel yönetimlerin (halk meclisleri, komünler, kooperatifler) güçlenmesini teşvik eden, kadın özgürlüğünü zihniyet (akademiler, jineoloji, eğitimler) ve kurumlaşmalar (akademiler, öz savunma örgütleri, eşbaşkanlık) geliştirmeyi toplumsal dönüşüm hedefinin temeli yapan, birey ve toplum dengesini güçlü kuran ve tabana dayalı örgütlenmenin komiteler ve komisyonlar aracılığıyla geliştirerek oluşturulan konfederal yapılanmalara dayalı devrim anlayışı var. Bu paradigmanın Rojava’daki gibi diğer Kürdistan parçalarında da uygulanma ihtimali güçlü. Yine devrimin ve sosyalist yaşamın iktidarı ele geçirmekle ilgisi olmadığını gösteren bir yaşam tarzını örgütlü olunan her sahada benimsenmesi ve uygulamasıdır. İşte bu nedenle Kürdistan devrimi içinde yer alan bireylerin önünde geçmiş zamanların ışıklı anılarının özlemiyle yaşamak ve geleceğin ütopyalarına sarılmak seçeneklerinin dışında üçüncü bir tercih var. O da anda özgürlüğü yaratmak, “anın gereklerini yerine getiren bir devrimcilik”tir. 

Bütün bunları gerçekleştirecek olanlar devrimin sorumluluğunu üstlenmiş bireyler. İşte bu nedenle ‘ne varsa sende gizli’ söylemini bir erdem haline getirmek gerekiyor. Bilenler bu paradigmayı uygulayacak olanlardır. Sonuç olarak Rojava’da yaşanan bir diyaloğu anlatmayı yeterli görüyorum ve anlatıdaki hakikat payını almayı okuyucuya bırakıyorum. 

Rojava’da YPG ve YPJ güçlerinin lojistik ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan bir fabrikada çalışan Arap bir sıva ustası fabrika yönetimindeki YPG’li arkadaşa şöyle demiş: “Fransızlar geldiğinde ben sıvacıydım. Baas rejimi geldiğinde ben yine sıvacıydım. Şimdi siz geldiniz, ben halen sıvacıyım. Sizin tek farkınız bizimle birlikte yemek yiyor oluşunuz” Devrimin geleceği, o sıva ustasına farkın sadece onunla aynı masada yemek yiyor oluşu olmadığını anlatıp anlatılmamasına bağlı… 

 

Kaynakça 
  • Emma Goldman, Hayatımı Yaşarken, 2. Cilt, Metis-Kaos Yayınları, 1997 
  •  Emma Goldman, Rusya’daki Hayal Kırıklığım, Karşı Yayınları
  • Abdullah Öcalan, PKK 5. Kongresi’ne Sunulan Politik Rapor, Weşanen Serxwebun 73
  • Abdullah Öcalan, Kürt Sorununa Demokratik Ulus Çözümü, Mezopotamya Yayınları
  • Marksist.org, anarsistbakis.wordpress.com, ozgurlukcusol.com adlı siteler 
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.