Düşünce ve Kuram Dergisi

Yabancılaşmanın Çirkin Yüzü: Emeğin Metalaşması ve İşsizliğin Kaynakları

Mazhar Söylemez

İşsizlik günümüzde birey ve toplumu en çok etkileyen olguların başında gelmektedir. Toplum kadar birey için de oldukça maliyetli sonuçları olmaktadır. Bireyleri intihara sürüklemekte, aile başta olmak üzere toplumsal bağların ve değerlerin çözülmesi ve dağılmasına neden olmaktadır. Maddi ve manevi yönden giderilmesi imkânsız hasarlara sebebiyet veren işsizlik olgusunun ortaya çıkış nedenlerini esas nedenleriyle ele almadan anlamlandırmak da mümkün olmayacaktır.

İş, insanın bir ürün meydana getirmek amacıyla yaptığı çalışmadır. Bu çalışma ile yaşamını idame ettirmek için ihtiyaç duyduğu bir gereksinimini karşılamaya çalışır. Ekonomik açıdan insanın yaptığı iş’lerin tamamı gereksinimlerini karşılama saikiyle yapılmaktadır. O halde şöyle bir önermede bulunmak yanlış olmayacaktır; işsizlik insanı toplum dışı yapar ve sosyal bakımdan ölümdür. Şimdi bu durumun üzerinde daha geniş durmakta fayda var.

Kendi ihtiyaçlarını gidermek için yapılan ekonomik faaliyetler esasta kullanım değeri yaratan bir çalışma olmaktadır. Üretim olanaklarını bir araya getiren bir kişi bu durumda bir üretim sağlayabilir ve bu üretimin sonunda bir ürün elde eder. Bu mahsulü pazara sunar ya da kendisi kullanır veya ikisini de yapar. Burada kendi üretim araçları ile yapılan basit usul bir üretim söz konusudur. Üretimin sonuçlarını değerlendirerek gereksinimleri karşılamaya gitmektedir. Her şeyden önce kendi emeği ile bir kullanım değeri yaratmaktadır. Bu kullanım değerine rağmen üretilene meta demek mümkün değildir. Çünkü Pazar için, değişim değeri üretmemektedir, kullanım değeri üretmektedir. Ama bu kullanım değeriyle yine ihtiyaçlar giderilmekte, bir ürün, mahsul üretilmiş olmaktadır.

O halde ‘meta’ için ayırıcı tanım ya da anlam başka nerede aranmalıdır? Ya da üretilene meta diyebilmek için başka ne gibi koşullar gereklidir. Pazar için üretim meta için bir ölçüdür. Üretilenin pazara sunulması gerekir ki bu da başkaları için kullanma değeri üretmek demektir. Demek ki meta, başkası için kullanma değeri üretmek ve bu amaçla üretileni pazarda değişime sunmak için üretilmiş olandır. Ya da başka bir söylemle belirtilen amaçlarla üretilen mal’dır. Bu mal her bakımdan ticari bir maldır. Bu da kapitalist üretimde gerçekleşen bir durumdur. Kapitalist üretimin ayırıcı özelliği kar için üretim amacı taşıyor olması ve bu amaçla değişim değeri oluşturmak için üretim yapmasıdır.

Emeğin metalaşması bu anlam çerçevesinde, insan emeğinin Pazar için bir kâr sağlayan bir ticaret nesnesi haline gelmesi ya da getirilmesidir. Bunun için kapitalist üretimde emek de diğer tüm mallar gibi pazarda alım-satım konusu olan bir meta niteliğindedir. Bu amaçla emek piyasasından ve emek borsasından başlayarak günümüze kadar emeğin sömürülmesi için her yol ve yöntem uygulanmıştır. Nedeni ise kapitalist üretim esas gayesi olarak ‘kâr’ dediği getirinin bu emekten sağlamasıdır.

Kapitalist üretim bir meta üretimidir. Toplumun ihtiyacından ziyade, kâr sağlayacağı, hem de en fazla kârı sağlayacağı alana yönelir ve buralarda üretim yapar. Kapitalizmin bu özelliği onun toplum dışılığını gösterir. Üretim sürecinde temel üretim faktörlerinden olan emek, toplumsal niteliği ile sermayenin özel mülkiyetçi niteliği ile açık bir şekilde çelişki gösterir. Bir emekçi, herhangi bir işte çalışmaya başladığı andan itibaren aslında kendi emeğini o işin sahibi olan kapitaliste satmış olmaktadır. Bu emekçi ya da işçinin emeği üzerinde sağlanan artı-değer kapitalistin kasasına kâr şeklinde toplanırken, aynı zamanda o emekçinin ya da işçinin aleyhine olarak kapitalistin sermayesini ve iktidarını büyüterek kendi aleyhine bir durumu meydana getirmektedir. İşçi kendi emeğinin mahkûmu durumuna gelmektedir. Emeğin sahibi emekçi iken, üretim sürecinde bu emek kapitalistin olur ve kapitalist lehine emekçi üzerinde hâkimiyet kurar. O nedenle de bu andan itibaren emek sahibine yabancılaşmıştır. Üreticinin olması gereken ürün de kapitaliste geçmektedir. Bunun sonucu olarak emek ve emekçiler üzerinde sermayenin hâkimiyeti gelişir. İşbölümü, uzmanlaşma, kafa ya da kol emeği biçiminde bölümlenir. Üretimde söz ve düşünce hakkı olmadığı gibi, emeğin ücretlendirilmesiyle bu yabancılaşma her yönüyle derinleştirilir.

Emeğin yabancılaşması, emeğin metalaşmasıdır. Üretim süreçlerinin hiçbir aşamasında bulunmayan, üretimin sonuçlarıyla da ilgili olmayan bir işçi ürettiğine de yabancıdır. İşbölümü, uzmanlaşma vb. çalışma biçimleri bir işçinin aslında çoğu zaman neyi ürettiğinin bile farkında olmasını engellemektedir. Pazarda karşılaşması durumunda kendi üretiminin farkında da olmayacaktır.

Emek, insana has bir özelliktir. Toplumsaldır. Toplumsallığı, insan bireyinin tüm beceri ve yeteneklerinin yanında sosyal ve moral dünyasının da toplumun binyılları bulan emeğinin bir sonucu olmasıdır. Emeğin metalaşması bunun içindir ki aynı zamanda toplumsal değerlerin metalaşmasıdır. Herkesin ve her şeyin artık kâr konusu olması kapitalizmin ‘meta toplumu’ olarak gelişir.

Kapitalist üretimin tümüyle meta üretimine dayanıyor olmasından dolayı, toplumun asıl gereksinimlerini karşılamaya dönük üretim yerine, daha fazla kâr getiren sektörlerde daha fazla üretime götürmüştür. Daha fazla üretim için ise üretimin temel faktörlerinden biri olan emek faktörünü, dolayısıyla emekçileri üretim sürecine katması gerekmekteydi. Kapitalizm daha ilk gelişme gösterdiği dönemlerde bunu sağlama yoluna gitmiştir. Kapitalizmin ilk gelişme aşaması olarak merkantilizm ile yeni keşfedilen coğrafyalardan ve sömürgelerden kan ve katliamlarla sağlanan sermayenin Avrupa’ya taşınması, özellikle ticaret yoluyla İngiltere’de birikmesi ile oluşan ticaret burjuvazisi bir yandan da manifaktür üretimle ilk kapitalist üretim biçimini geliştirmiştir. Ticaret kapitalizmi manifaktür sermayeye dönüşmüştür. Evlerinde ya da işyerlerinde el gücü ve becerileriyle yapılan üretim yeni gelişmekte olan manifaktür merkezlerde daha örgütlü ve sistemli bir şekilde yapılmaya başlanmıştır. İlk başlarda manifaktürlerde çalışanlar yanlarında iş aletlerini de alırlarken, daha sonraki dönemlerde bu aletlerin sahipliği de kapitaliste bırakılarak, sadece emek güçlerini kapitaliste satarak üretime katılmaları aynı zamanda kapitalist üretimin ilk şekillenişi de olmaktadır.

Merkantilizm, gelişmekte olan yeni kapitalist sınıfın ideoloji olarak devleti ele geçirip ulusal sınırlar içinde yüksek gümrük vergileri ile korumacı ekonomik kuralları geliştirip sermaye birikimi için uygun siyasal iklimi de yakalamaları ile sanayi alanında hızlı bir gelişim içine girdiler. Manifaktür üretim işbölümü ve uzmanlaşma esaslarına göre örgütlendirildi ve burada emeğin verimliliği geliştirilerek daha büyük kârlar elde ettiler. Devleti, küçük prensliklerden çıkararak ulus devlet biçiminde örgütleyip bu sömürü sisteminde onun zor gücünü kullandılar. Dinleri millileştirdiler ve yeni mezhepler geliştirdiler. Kapitalizm kendi devletini ve dinini yarattı, bunlar eliyle de sermayenin büyümesini ve güvenliğini sağladı.

Kapitalizm öncesinde bugün bildiğimiz anlamda bir işsizlikten söz etmek mümkün değildir. Çünkü toplum işsizlik diye bir şey bilmiyordu, tanımıyordu. İşsizlik kapitalist üretimin ve onun kârı esas alan zihniyetinin kaçınılmaz, zorunlu sonuçlarından sadece bir tanesidir. Devlet iktidarını ele geçirip kendi dinsel mezhebini yaratırken son derece özgürlükçü kesilmesi ve bu amaçla nutuklar atması sadece kendi üretim biçimine işgücü sağlamak amacıyla toplumun çözülmesini sağlamak ve ucuz işgücü temin etmekti. Nitekim şehir alanlarına yerleşen nüfus hem işgücü olarak hem de tüketici olarak bu sömürgen sınıfın avuçlarına düşmekteydi.

Kapitalist sistem hükmünü icra ettiği sürece işsizliğin varlığı da kaçınılmazdır. İşsizliğin kapitalizmin zorunlu bir sonucu olmasının başlıca nedeni yine sermayenin yapısından ve onun oluşum tarzından kaynaklanmaktadır. Teknik olarak bunun açıklamasını sermayenin organik bileşiminde aramak gerekir. Sermaye kendini sürdürmek için sürekli olarak kendini büyütmek zorundadır. Bunun yolu da kârını, yani artı-değeri sürekli oransal olarak yüksek tutması gerekmektedir. Kâr oranlarının düşme eğilimi sermaye sahibi sınıf içinde sürekli bir rekabete neden olmaktadır. Sermayenin organik bileşimi, yani sabit sermaye bölümü olan hammadde, bina, enerji vb ile değişken bölümünü oluşturan işçi ücretleri arasındaki oran, her zaman ve sürekli bir şekilde oransal olarak sabit sermaye lehine artmaktadır. Bu da işçi ücretlerini oluşturan değişken sermayeyi de oransal olarak düşürmektedir. Daha fazla teknik, daha az emek ile üretim kâr oranlarını da düşürmektedir. Çünkü kapitalistin kâr dediği artı-değer esasta emeğin ödenmeyen karşılığı olduğu için, az emekçi çalıştırmak ya da az emek gücü az kâr ya da az artı-değer anlamına gelmektedir.

Kapitalizmin bu durumu yapısaldır. Kâr etmek için toplumu çözmek ve işçileştirmek, bu işçilerin emekleri üzerinde sağladığı artı değer ile sermayenin büyümesini sağlamak kapitalist üretimin önemli ve temel esaslarından başlıcasıdır. Teknolojinin gelişmesi ve bunun üretim sahalarında kullanılması, değişik enerji kaynaklarının keşfi ile birlikte kapitalistler arasındaki rekabet sermayenin organik bileşiminde değişikliğe neden olmaktadır. Sabit sermayenin oranı artarken, değişken sermayenin oransal olarak düşmesi hem kâr oranlarının düşmesine neden olmaktadır hem de emekçilerin işsizleşmesine neden olmaktadır. İşçilerin üretim süreci içinde yaptığı birçok işi artık makineler yapmakta ve bu da insan gücüne, emeğine duyulan ihtiyacı azaltmaktadır. Bundan dolayı işten çıkarmalar ya da genel olarak istihdamda daralma sorunları yaşanmaya başlar ve işsizlik olgusu ortaya çıkar.

İşsizlik, kapitalizmin toplumu içinde bulunduğu ekonomik süreçten koparıp işçileştirmesinin, emeği meta haline, pazarda alınıp satılan bir emtia haline getirmesinin bir sonucudur. İşsizliğin esas ve belirleyici nedeni bu olmakla birlikte, yine kapitalizmin yapısal özelliklerinden kaynaklanan devrevi ya da genel kriz ve buhranlarda işletmeyi kurtarmak için ilk önce düşünülen ve alınan tedbir maliyetleri düşürmek, bunun içinde işçileri işten çıkarmaktır.Tarımda makineleşme ve endüstriyalizmden dolayı işgücünün büyük oranda atıl, işsiz kalması, değişen-gelişen teknolojiden dolayı daha da ilerleyen seri ve kütlevi üretimin oluşturduğu tekellerin, küçük çapta üretim yapan üreticiyi zayıflatması ve zamanla ortadan kaldırması, buna bağlı olarak özellikle zanaatçılığın ortadan kalkması belli başlı işsizlik nedenleri olmaktadır.

Kırsal bölgelerde üretimden ve toplumsal bağlarından koparılan büyük bir nüfus şehirlerin çeperlerinde büyük bir yoksullukla iç içe yaşamaya mecbur edilir. Bir yandan işçileştirme diğer yandan ise yeterli istihdamın olmamasından dolayı ya da teknolojik gelişme ve ekonomik krizlerden dolayı işten çıkarılmalar, toplumsal yaşamın kaotik bir hal almasına neden olmaya başlar. İşçileşmenin yanında büyük bir ‘işsizler ordusu’ gerçeği ortaya çıkar. Her durumdan istifade etmesini bilen istismarcı Kapitalist sistem, bunu da kâra dönüştürmeyi bildi. İşsizleri, çalışan emekçilere karşı kullanarak, onları daha düşük ücret karşılığında çalışmaya zorlamada bunu bir araç olarak kullandı. İş güvencesi olmadığı gibi, işten çıkarılma bir tehdit olarak sürekli kullanıldı. Böylece insanlar uzun ve sağlıksız çalışma koşullarına mecbur bırakıldılar.

Toplumun tepkisi ve işçiler arasında gelişen tepkilere, örgütlenme ve mücadeleye karşı ise ulus devletin tüm zor aygıtları kullanılarak, ideolojik araçlarla da desteklenerek toplumun geneli üzerinde, bu arada emekçiler üzerinde baskı oluşturup gerileterek, hâkimiyetlerini geliştirme yoluna giderler. Bu amaçla işsizlik üzerine ve ücret konusunda çeşitli teoriler geliştirdiler. Bunların en çok bilineni işsizliğin nedenlerini emek arz ve talebiyle açıklamaya çalışan teoridir. Buna göre sermaye birikimin bir sonucu olarak ücretler hızla yükselir. Yükselen ücretler işçilerin artmasına, dolayısıyla emek arzının artmasına neden olmaktadır. Bu artış, emek arzının emek talebini aştığı noktaya kadar devam eder. Emek arzının emek talebini aşması, emek piyasasında fazla işgücünün bulunması durumudur. Bu durumda talep fazlası emek, yani işsiz olacağından ücretler tekrar düşmeye başlar. Ücretlerin düşmesi emek arzını, iş arayan emekçi sayısını azaltacağından sermaye yeniden birikmeye başlar. Bu döngü bu şekilde devam eder.

Emek piyasalarında, tıpkı diğer ticari malların piyasasında olduğu gibi bir arz-talep vardır. Çünkü kapitalist üretim sisteminde emek de bir ticari mal-meta olarak ele alınmaktadır. Dolayısıyla bu zihniyetin insanı ve onun emeğini bir ticari mal, bir meta olarak görüp pazarlarda alım-satım konusu yapması olağan bir durum olmaktadır. Yine de burada her derde deva gibi sunulan arz ve talep teorisinin işsizliğin gerçek nedeni ve kaynağı olmadığı ve olamayacağını belirtmek gerekir. Teoride belirtilen sermayenin büyümesi istihdam yaratamaz, tam tersine işsizlik yaratır. Sermayenin büyümesi ile işsizliğin artması bu bakımdan bir paralellik gösterir. Büyüyen sermayenin aynı şekilde artan organik bileşimi işsizliğin ana kaynağıdır. Dolayısıyla emekçilerden sızdırılan artı değerin birikimi ile büyüyen sermaye, emeğe talebi, diğer bir deyişle iş imkânlarını yaratmazlar, iş imkânlarını, istihdamı daraltmış olurlar.

Emek gücü için kapitalistin ödediği ücret de emekçinin yaşaması ve tekrar çalışabilir duruma gelmesi için gerekli olan zorunlu ihtiyaçların karşılanması düzeyini aşmamaktadır. Bunun için sürekli yapılan yoksulluk sınırı ya da ekonomik alana ilişkin kimi istatistikî bilgi edinmeye dönük olarak yapılan, dört kişilik ya da beş kişilik bir ailenin asgari yaşam için gerekli zorunlu ihtiyaçlarının karşılanmasının parasal miktar olarak ifadesinin yer aldığı araştırmalar yayımlandığında dikkat çeken tek şey ücretlerin sürekli bu araştırmalarda belirtilen miktarların oldukça altında olmasıdır.

Vahşi kapitalizm söylemi boşuna söylenmiş bir söz olmanın çok ötesindedir. Gerçekte de vahşi bir sistem ve zihniyet ile karşı karşıyayız. Bunu anlamak için çok şeye gerek yok. Sadece Malthus’un nüfus teorisi yeterlidir. Yoksullara yardım edilmemesi, ölüme terk edilmesinden tutalım da, ücret artışlarının nüfus artışlarına neden olduğu için yeni ücretin yeni nüfus miktarı için değerinin aynı olduğunu belirtmesi, bundan ilham alanların ‘ücretin tunç yasası’nı geliştirmesi ve çalışan insanın, işçinin, emekçinin açlık sınırında tutulması vaaz eden tüm teoriler onun vahşi yüzünü göstermektedir.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.