Düşünce ve Kuram Dergisi

Yaratıcı Kadın Dünyasından İktidarcı Erkek Devletine Tarihsel Yolculuk

Fatma İzol

Tarihte kadının düşürülüş hikâyesini doğru temeller üzerinden aramazsak, ulaştığımız sonuçlarda her daim yanılgılı olacaktır. İşte tam bu nedenden dolayı Jîna Amînî’yi çağdaşları üzerinden tanımaya çalışmak gerekmektedir. Kuran-ı Kerim’in temellendirmediği ancak Kutsal Kitap İncil’in yaratılış bölümünde; ‘RAB Tanrı Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı.[1] Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem’e getirdi.[2] Âdem, “İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir” dedi, “Ona ‘Kadın’ denilecek, çünkü o adamdan alındı.’[3] Olayı bu kutsal ayetler üzerinden değerlendirdiğimizde kadının, erkeğe yardımcı olması için yaratıldığının, kanıtlı olarak belgelendirildiğini, “Sonra, ‘Âdem’in yalnız kalması iyi değil’ dedi, ‘Ona uygun bir yardımcı yaratacağım.’”[4] şeklindeki devam ayetlerde olduğunu görmekteyiz.

Şimdi hemen tarih şeridi üzerinde gidiş gelişlere başvurarak konu hakkında Jinekolojik değerlendirmeler yapalım.Aslında Hristiyanlık dini ile birlikte kadın gerçekliğinin tek başına neleri başarabileceğine de tanık olmaktayız. Yeter ki tarihsel gelişmelerin kritiğini gören gözlerle yapabilelim. Bu anlamda Hz. Meryem’in hayatı birçok konuda önemli doneler vermekte. Al-i İmran Suresi, 45. ayet: Hani melekler, dediler ki: “Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir.” “Al-i İmran Suresi, 47. Ayet: “Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?” dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona “ol” der, o da hemen oluverir.”Bu iki tarihsel kadın üzerinden değerlendirme yapacak olursak, güncel tıp homomorfik kadınların kendi ürettikleri spermler ile erkeksiz ve bakire olarak çocuk doğurabileceğini kanıtlarken, bir erkeğin kaburgalarından doğum yapabildiğine dair herhangi bir belge bulunmamaktadır. Sümer dini tarihi kayıtlarında ise açgözlü Enki’nin yasak bitkilerden yemesi sonucu Kadın Ana Ninhursag tarafından lanetlenmesi olayında kaburgalarından rahatsızlandığını ve yine Ninhursag’ın izni ile başka bir tanrıça olan ve bilgelik alanı kaburgalar üzerine yoğunlaşan Ninti tarafından tedavi edilmiş olması olayı vardır. Bu bağlamda kutsal kitap Eski-Yeni Ahit’in kaynakları ile ilgili tarih şeridi bize önemli işaretler veriyor olabilir.

 

Tekten Var olundu!

Ayrıca yine Kuran-ı Kerim Âl-i İmrân Suresi 59. Ayetinin diyanet işleri tarafından yapılan çevirisi de bize önemli veriler sunmaktadır. ‘’Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi.’’ İşte bu veriler ışığında mitolojik anlatımlara bir göz atacak olursak gaia-toprakta yine kadın ile özdeşleşmektedir. Yani tıpkı İsa’nın bir annesi olduğu gibi Âdem’in de bir annesi olduğu varsayımı, bu ayet ile güç kazanmaktadır. İlksel yaşamdaki kadının bedeninde yaratılışı itibariyle var olan doğurma özelliği, kendisinden sonra kendisine verilen bir tür var etme, yaratma yeteneği insanlığın ana çekirdek yapısının kadında olduğu varsayımını güçlendirmektedir. Bazı kaynaklarda yer alan önemli belgeleri de göz önünde bulunduracak olursak, önümüzü daha net görmemiz mümkün. Yapılan DNA araştırmaları sonucu insanlığın tekten var olduğu sonucuna ulaşılmıştır.[5]  Gerisi ise bizim seçimimize kalmaktadır. Kendi bedenlerinden insan yaratma yeteneğine sahip bu ‘erkeksi’ kadınlar, tarihsel süreçler içerisinde kutsanmış ya tanrıça olarak ya da yine aynı kategoride kutsal ve ermiş kişilikler olarak toplumsal kabul görmüşlerdir. Bu geleneğin günümüze yansımasını Hindistan’da, kadınsı erkeklerin kutsal sayılması olarak görmekteyiz. Ki, işte tam da bu noktadan tarihsel olayların belli dönemeçlerde nasılda tersyüz edilerek hayatımızın içine sistematik olarak bilinçli bir plan dâhilinde sokulduğunu anlamlandırmamız çokta zor olmamakta.

Yaratma yeteneği dışında spritüal güçleri de olan ilksel kadınların cadı kazanlarında yakılması, engizisyon mahkemelerinde yargılanarak idam veya çeşitli işkence yöntemleri ile öldürülmesi-kadın soykırımının hedeflenmesi, kadının güçlerinin elinden alınarak gerçekten erkeğin hizmetçisi ve odalığı konumuna indirgenmesi, cinsel kırılma noktalarının kaçıncısına denk gelmektedir? Doğrusu bunun tespitini yapamadık. Doğum, evlilik ve ölüm törenlerini yönetme yetkisine sahip olan kadınların bu görevlerinin teker teker ellerinden alınmış olması ve önemli bir ilahi önderlik tahtından indirilerek sıradan, kırılgan bir kişilik modeline sokulmaya çalışılması, çaresiz ve erkeğe muhtaç kadın profili eril devlet modelinin vazgeçilmez planıdır. Bu bölümü biraz açalım:

27.Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı’nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı.

28.Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğalın” dedi, “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun.[6] Tanrının bu emirleri doğrultusunda kutsanmış olan insanların dünya üzerinde çoğalmaları, kadın bedeni üzerinden olacağı için kadın bedeni dönemin bilge kadınları olan Pir’ler ( Yaptığım Jineoloji çalışmalarında çok sayıda bilgi-belgeye ulaştı, yayınlanacak kitabımda onlara yer vereceğim.) tarafından korunmaya alındı ve eş seçme yetkisi kadınların tercihine bırakıldı. Bu gelenek ile ilgili tarihsel örnekler o kadar çoktur ki, bu dönemler hakkında bizi bilgilendiren kişilikler ya kırılma noktalarını oluşturmaktadır ya da kırılma noktalarından çok sonralarında bile bu geleneğin devamı olan izlere rastlamaktayız.

Abdullah Öcalan’ın haklı olarak 1.Cinsel kırılma şeklinde adlandırdığı tarihi örnek ile birlikte; İnanna’nın Kutsal Evlilik teklifini ‘önceki sevgililerine neler olduğunu biliyorum’ diyerek reddeden Gırgamêş-Gılgamêş kadın dünyasına önemli bir darbe vurarak erkeğin kadın seçme aşamasına adım atmıştır. Bu bilebildiğimiz örnek üzerinden başka tarihi yaşanmış öyküleri inceleyecek olursak; Zembîlfroş Kürt efsanesinde de Benê Xatun’un kutsal evlilik teklifini reddeden bir kişilikle karşılaşıyoruz. Bu efsanenin kahramanı da ‘’Xatunê ez tobedarim, tobedarê Zerdeştê Kal’im,’’ diyerek rengini belli etmektedir. Ana kadın dünyasından Zerdeştê Kal (Yaşlı Zerdüşt) erkek dünyasına geçişin ayak seslerinin yükseldiği bu dönemler kadınların tanrıçalık tahtından aşağılanarak düşürülmeye çalışıldığı, kutsal kadınlıktan fahişe kadınlığa hızla sürüklendiği aşamaya girildiğini bizlere göstermektedir.

Hz. Züleyha’nın hikâyesini de bu bağlamda değerlendirmek mümkündür. Oysa çok sonraki tarihlerde kadın dünyasının hala toplumsal kabul gördüğüne dair en önemli işareti Hz. Hatice’nin Hz. Muhammed’e yapmış olduğu evlilik teklifinde görmekteyiz.Doğum ve çocukların vaftiz edilme törenlerini yöneten kadınların orta çağda Avrupa’da yaşanan hazin olaylar sonrasında erkeklerin hegemonyasına geçmiş olması, yine kadın dünyasına vurulmuş önemli darbelerden ikincisidir.

Oysa bu gelenekler Mezopotamya’da hala Kırk Çıkarma adı altında kadınların yönettiği törenler olmaya devam etmektedir. Hititlerde 14 gün süren ölü gömme törenlerini Pir kadınların organize etmesi ve yönetmesi yine tarihi kayıtlarda dikkatlerimizi çekmektedir. Günümüzde ise kadınların mezarlığa bile gitmesine izin verilmemesi kadının tarihsel düşürülüşü ve toplumsal tecridine verilebilecek en önemli örnekler arasına girebilecek öneme sahiptir. Kutsal mekânlara kadınların sokulmaması, kadınların “kirli ve pis” olduğunun bilinçaltında yaratılmaya çalışılan algı değil de ne olarak görülmelidir?Kadınların doğayı yönetebilme yeteneklerine dair işaretlere tarihi kayıtlarda rastlamaktayız. Belli dönemlerde anlamlandıramadığımız bu olayları, hayatımıza az zaman önce giren kuantum fiziği ile daha kolay anlayabilmekteyiz.

Fizik ötesi yeteneklere sahip kadınların maddeyi yönetebilmeleri, onların sihir yapan cadı kadınlar olarak tanıtılmalarına neden olmuştur. Aslında üstün yeteneklere sahip olan bu kadınların, güçleri zorba yönetimler tarafından bir tehdit unsuru olarak görüldüğü için cadılıkla suçlanmış ve birer birer zalimce avlanarak katledilmiş, kadınlar spritüal magic (büyü) güçlerinden yoksun bırakılmış ve bu bilgelik alanın kırıntılarını Zerdeşti Magiler kullanmaya devam ederek, mucizeler gösterebilen peygamberlik kurumlarını oluşturmuşlardır.

Tam bu konu üzerinden Hz. Sara’yı tanımaya çalışalım; Tekvin, bap: 12’de;‘(…) Mısır’a yaklaştıklarında karısı Sara’ya ‘’güzel bir kadın olduğunu biliyorum’’ dedi. ‘’Olur ki Mısırlılar seni görüp, ‘Bu onun karısı’ diyerek beni öldürür, seni sağ bırakırlar, lütfen ‘onun kız kardeşiyim’ de ki, senin hatırın için bana iyi davransınlar, canıma dokunmasınlar.” Abram Mısır’a girince, Mısırlılar karısının çok güzel olduğunu fark ettiler. Kadını gören Firavun’un adamları, güzelliğini Firavuna övdüler. Kadın saraya alındı. Onun hatırı için Firavun Abram’a iyi davrandı. Abram davar, sığır, erkek ve dişi eşek, erkek ve kadın köle, deve sahibi oldu.

RAB Abram’ın karısı yüzünden Firavun ile ev halkının başına korkunç felâketler getirdi. Firavun Abram’ı çağırtarak, “Nedir bana bu yaptığın?”, “Neden Sara’nın karın olduğunu söylemedin? Niçin Sara kız kardeşim diyerek onunla evlenmeme izin verdin? Al karını ve git!” Firavun, Abram için adamlarına buyruk verdi, böylece Abram ve karısını sahip olduğu her şeyle birlikte geri gönderdiler.’ Firavun ve ailesinin başına neler gelmiş olabilir, siz de merak etmiyor musunuz? Bazı önemli kayıtlarda Firavun’un siz bana bir şeytan getirdiniz diyerek Sara’yı suçlaması, onu önemli kazanımlarla birlikte geri göndermesi, Hz. İbrahim’in de Sara’nın üstün magic yeteneklere sahip olduğunu bildiğinin göstergesi olmalıdır. Kim bilir belki de ‘Tanrının vaat ettiği topraklar’ olarak bildiğimiz olay, zaten Sara’ya ait olan ancak Firavun tarafından el konulmuş kadın yönetimindeki topraklar mıydı? Benim için önemli soru işaretidir. Kanaatimce anlatılan olaylarda ‘silik kişilik’ gösteren İbrahim’in Sara’nın eşi olmaktan fazla öğrencisi olma olasılığı çok yüksektir. Zira o dönemlerde mabetlerde rahibelere öğrencilik yapan erkekler, bu kutsal kadınlara ‘kızkardeş’ unvanı ile hitap etmişlerdir. Bu konuyu ayrıntılandırmak başka bir yazının işi olsun. Yine Tanrı Enki’yi kaburgalarını kırarak cezalandıran Tanrıça Ninhursag hikâyesini burada da değerlendirecek olursak, Sara’nın büyü-magic-mucize yaratma yetenekleri olduğu inancı bizde güç kazanmaktadır.

 

Evrensel Jin, Jiyan, Azadi

Tarihte Kürt kadınlarının dini ve askeri öncülükleri dikkat çekici özelliktedir. Örneğin Êzîdî bilge kadınların kaçırılarak (Çıra TV, Vezir Namoyan) saraylarda bilgilerinden faydalanmak istenmesi, savaşlar için öngörülerine başvuruluyor olması Êzîdî kadınların ki, ben Sara’nın da dininin Êzîdîlik olduğunu düşünmekteyim. Çünkü o dönemin tek tanrılı dini Êzîdîliktir; astronomik bilgilerin de kadınların yönetiminde olduğunu düşündürtmektedir. Dini önder kadınların savaşları yönetmesi geleneğini Komagene ya da bana göre Koma Jina Krallığında görmekteyiz. Plutarch Kürt Pontus Kralı Büyük Mitridates’e eşlik eden kadın, bir danışmanın yöresel Kürt kıyafetleri ile Roma Generali Pompey tarafından Pontus başkentinin savunmasında etkileyici bir askeri kahramanlık gösterdiğini bildirmektedir.[7] Adı Hypsicrateia olan bu kadına Plutarch Mitridates’in eril bir isim verdiğini düşünmektedir. Oysa yaptığım jineolojik araştırmalar göstermektedir ki, kadınına ait dini önerlik unvanı olan Pir’lik makamı ile birlikte Kraliçelik makamını da yöneten kadınlara Kal unvanı da verilmiştir. Hypsi-crateia birleşik ismi Tanrıça Hepat’ın Kızı anlamında kullanılan tanrıça Hepeta bağlıdır (yolundan giden Kraliçe anlamına gelmektedir). Anlaşılan odur ki bu kadın hem dini önder, bilge Pir kadın olmakla birlikte bir kraliçedir de. İşte kadınların eril zihniyetler tarafından hedeflenmesi, bu örneklemelerle çok anlaşılır bir özellik kazanmaktadır. İnanna’nın kadın kurumsal yapılarını korumaya çalışmasına dair en dikkat çeken anlatıyı Tanrı Seth’in Osiris’i parçalayıp bulunmaması için de her birini başka bir yere atması olayında İnanna’nın Kız kardeşi Nephthys ile birlikte bu parçaları bulması ve bulamadığı erkeklik organını kendisi üreterek ondan hamile kalması, Osiris’i doğurarak yeniden kadının seçiminde bir kralın yönetime gelmesi anlatısında görmekteyiz. Bu mitolojik anlatım kadının henüz yenilgiye uğratılamamış olduğu süreçleri bize anlatmaktadır.

Oysa Troya-Truva efsanesinde hikâyenin tersyüz olduğunu görmekteyiz. Buradaki bazı anlatımlarda Aşil’in yenilgisine uğrayan Amazon Kraliçesi Penthesilea öldükten sonra Aşil’in tecavüzüne uğramış ve ondan bir çocuk doğurmuştur. Böylece kadın hem ölüme mahkûm olmuş hem rızası dışında dünyaya çocuk getirmiştir. Bu olaylar silsilesi kadının düşürülüş öyküsünün basamaklarını oluşturmaktadır. Sonraki aşamaların günümüze yansımaları ise töre cinayetlerine, namus cinayetlerine ve daha sayabileceğimiz birçok cinayetlere uzanmaktadır.

Kadınların kendi bedenlerini diri diri yaktıkları ya da en ucuz zehir olan fare ilacı ile intihar ettikleri noktaya gelinceye kadar süregelen baskıcı zihniyetin aslında kadını köleleştirmeye gücünün yetmediğine tanıklık etmekteyiz. Devleti temsil eden kocaya-babaya-erkeğe ya da kadın renginden uzaklaşmış iktidar kadına karşı kendini yakmak direnişin en katmerlisi olmalıdır. Onurlu yaşamak için bedenini ortaya koyan kadınlara güncelin iyi örneği Leyla Güven olsa gerek. Öcalan şahsında cezaevlerindeki tecride karşı uzun açlık grevi direnişinin simgesi Leyla Güven, kabul etmediği bir tecriti, açlığa yatarak protesto etmiş ve narin bedeninden başka hiçbir kaba kuvvete sahip olmayan bu kadının direnişi egemen güçleri derinden ürkütmüştür. Devletin nezdindeki ‘terörist’ olan Leyla Güven Kürt halkının kalbinde taht kurmuştur.Türkiye’de gerçek muhalefet yapan kadınların siyaset yapmasına olanak tanınmıyor olması, kadın rengini koruyanların karar mercilerinden ekarte edilmesi anlamına gelmektedir. Doğrusu ‘yiğidi öldür hakkını yeme’ mantığı ile güncel siyaseti takip ettiğimizde mümkünse hiç kimsenin konuşmaması eğer konuşması gerekiyorsa da sistemi övmesi salık verilmekte. Çocuk tecavüzlerinin devletin gözetimindeki kurumlarda gerçekleşmesi ve kadın vekilin ‘bir kereden bir şey olmaz.’ diyebiliyor olması, bu bir kere mi? Bizim bilmediğimizi; o kişi bildiğine göre olayın tanığı ve sanığı sıfatını taşıdığı anlamına gelir mi? Erkekleşmiş kadınların toplum üzerinde oluşturdukları dejenerasyon, erkeğinkinden daha zorlayıcıdır. Sistemin öz evlatları bu kadınlar ne yazık toplumun sadece çantalarını, ayakkabılarını ve şaşalı düğün törenlerini acınası gözlerle izlediği kişiliklerden daha fazla bir şey olamayacaklardır.

Canan Kaftancıoğlu üzerinden Türkiye sol siyasetindeki kadınlara verilen gözdağı, toplumda kadınlar arası yarılma, ayrışma, itibarsızlaştırma geleneğinin bir parçasıdır. Canan’ın belirlemelerini radikal bulan zihniyet Cananların çoğalmasını engellemek için kendilerince hızlıca önlem almışlardır.Demans hastası Aysel Tuğluk hatırlayamadıkları ile hatırlayanların korkulu rüyasına dönüşmüş, mecliste görev yapan HDP’li tüm kadınlar ‘terörist’ ilan edilmişlerdir. Her birine sudan sebeplerle davalar açılmış, hareket alanları daraltılmış, nefes almaları yasak hale getirilmiştir deta. Sistem tarafından cinsiyetçi küfürlere maruz kalan vekiller kötüleştirilmeye çalışılmakta; tıpkı ortaçağ Avrupa’sındaki gibi cadı avlarına tabi tutulmaya benzer uygulamalar ile karşı karşıya kalmaktadırlar.

‘Gülmek devrimci eylemdir’ diyerek gülmeye ve bildiklerini okumaya devam eden Türkiye halklarının kadın vekilleri  güttükleri -halk için siyaset- ilkelerinden dolayı taşlanmayı hak eden kişilermiş algısı ile gözden düşürülmeye çalışılmaktadır. İran’da Jîna Amînî’nin saç telleri kendi bedenlerini terbiye edemeyen düşkün birilerinin tahrik olmasına neden olurken, O, binlerin elinde toplumsal özgürlüğe açılan yolun sembolü olarak direniş bayrağa dönüşmüştür. Eşitlikçi toplum anlayışına giden yolun taşlarını döşeyen şehit kadın bedenleri, Kobani’de yeni umutların dünya üzerinde yeşermesi için en değerli tohumlara dönüşmüştür.

Mezopotamya’da Havva-Heyva’nın kızları yeniden kız kardeşlik kurumlarını oluşturmak için birleşmiş, adeta gerçek kutsal ilahi toplum düzenini oluşturmak için erkeklere öncülük eden önemli figürlere ulaşmışlardır. Kadın sessizliğinden sonra kadın sesinin Jin Jiyan Azadî haykırışı Kürt toplumunun sloganı olmayı aşmış, dünya kadınlarının kullandığı ortak bir güçlü slogana dönüşmüştür. Hatta bu slogan kadınları aşmış, eşitlikçi toplumu savunan erkeklerin de sloganı haline gelmiştir. Tarihin derinliklerinde gizli bırakılmaya çalışılan, anlamamamız için manipüle edilen kutsal kitaplar, mutlaka kadınlar tarafından incelenerek sis perdelerinin aralanmasına ihtiyaç duymaktadır. Kendisini ideolojik bilgi birikim ile donatmış kadınlara artık ‘top kar etmez’ diyerek yazımı bitirmek istiyorum.

 

 

 

 

 

Kaynakça
  1. Kuran-ı Kerim
  2. Kutsal Kitap Eski Yeni Ahit İncil
  3. Turan Dursun,Kutsal Kitapların Kaynakları 1-2-3
  4. M. Sait Yıldırım, Uygarlığın Doğuşunda Kültür ve Kürtler
  5. Samuel Noah Kramer, Tarih Sümer’de Başlar
  6. M. Sait Çakar, Yezidilik
  7. Fatma İzol, Tanrıçalıktan Tanrılığa Kürtler (henüz yayınlanmadı)
  8. Mehrdad Izady, Bir El Kitabı Kürtler
  9. Abdullah Öcalan, DUM (Demokratik Uygarlık Manifestosu)

 

 

[1] Yaratılış 2:21 , Kutsal Kitap
[2] Yaratılış 2:22 , Kutsal Kitap
[3] Yaratılış 2:23 , Kutsal Kitap
[4] Yaratılış 2:18 , Kutsal Kitap
[5] M. Sait Yıldırım: Uygarlığın Doğuşunda Kültür ve Kürtler
[6] Yaratılış 1:27 , Kutsal Kitap
[7] Mehrdad Izad; Bir El Kitabı Kürtler
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.