Düşünce ve Kuram Dergisi

Yeni Osmanlıcılık Türk Devletinin En Yozlaşmış Halidir

Aysun Genç

Toplumların, sistemleri ya da kültürlerin kendi gelişim seyri içindeki yolculukları, siyaset bilim ve sosyoloji araştırmalarının konusu olmuştur. Her iki bilim açısından yeterli değerlendirmeye konu olmayan ya da sonuçlar oluşturulmayan sistemlerde, eksik ya da fazla birçok tartışmanın konusu olmakla birlikte kendi mecrasında akarak belli nehir yatakları da oluşturmuştur. Toplamda hepsinin toplumsal gelişim üzerinde etkisi olduğu, toplumları inşa ettiği, olumlu ya da olumsuz, toplumun gelişim seyrini belirlediği bilinmektedir. Bundan dolayı da yapılacak yorumların ahlaki sorumluluğu önemlidir.

Türkiye’de son yıllarda belli tartışma konusu olan kavramlardan biri Yeni Osmanlıcılık kavramıdır. Bu kavram belli tartışmalara da konu olmuş, kiminin şiddet eylemleriyle andığı, korkup uzak durduğu, kiminin küçümseyip inandırıcı bulmadığı, kiminin çaresiz özleyişle anımsadığı bir kavramsallaştırma olarak Türkiye toplumlarının algısına yerleşmiştir.

Bugünün Türkiye’sinin şekillenmesinde belirgin dönemlerden biri 12 Eylül 1980 darbesidir. 12 Eylül darbesi, ABD’nin Türkiye’ye şekil vermesi, NATO’nun Türkiye politikalarına müdahil olması itibariyle ülkenin Kuzey Atlantik stratejisine tabi kılınması için önem atfedilmiş bir saldırıdır. Saldırının büyüklüğü, politik olarak ülke hedeflenmesinden öte, tüm Türkiye ve Kürdistan toplumlarının bu durumdan kırım temelinde etkilenmiş olmasındandır.

12 Eylül bir yıkım yolculuğudur. Tüm Türkiye halklarına, inançlarına, kültürlerine, insanlık değerlerine karşı bir soykırım, yok etme ve hiçleştirme saldırısıdır. Öyle bir saldırıdır ki, fiziki anlamda özgür olan insanlar darbeye karşı direnecek güç, irade ve argümandan yoksun kılınmıştır. Tüm direnme argümanları toplumun elinden alınmıştır. Venüs ne ki, kollarıyla birlikte toplumun ayakları kesilmiş, gözleri oyulmuş, kulakları koparılmıştır. Bu yönüyle de erkek egemen zihniyetinin bir saldırısıdır. Toplum, 12 Eylül darbesiyle birlikte faşizmin sürüleştirmesine tabi kılınmıştır. Bu darbeye karşı direnen, zindanlarda her şeyleri elinden alınmış olan tutsaklar olmuştur. Zindan direnişçileri, her şeyi bitirilen insanın iradesinin elinden alınamayacağının da bir göstergesi olmuş, Kürt halkının öncü kadro duruşları ortaya çıkmıştır. Amed Zindanlarında PKK’li tutsakların geliştirdiği direniş, darbenin toplum kırım yönünün zayıflamasına, darbenin toplum üzerindeki hakimiyetinin kırılmasına, özdeyişle toplumun nefes almasına da yol açmıştır. Bu anlamıyla 14 Temmuz direnişi, Türkiye ve Kürdistan toplumlarının nefes alarak özgür yaşama tutunmasını sağlayan akciğerleri olmuştur. İradenin zaferi kazanılmıştır ancak darbe Türkiye halklarına büyük zararlar vermekten geri durmamıştır.

12 Eylül Darbesinin yıkımları zindanlarla sınırlı değildir. Yeni Osmanlıcılık kavramı 12 Eylül Darbesi ve sonrası ortaya atılmış, darbenin kırımdan geçirdiği toplumun tüm değerlerine karşı yeni bir inşanın habercisi olarak da kurgulanmıştır. Sorulması gereken sorular hazır beklemektedir: Kırılan nedir, yapılması öngörülen nedir? Öte taraftan Yeni Osmanlıcılık kavramı, Osmanlı İmparatorluğuna atıfta bulunmakla birlikte mevcut rejim olan Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkım ilanı da olmaktadır. Diğer deyişle mevcut rejimin sürdürülemezlik seyrinde olduğu dillendirilmiş, bir rejimin yıkılıp başka rejim arayışının ortaya çıkması anlamında da, pandoranın kutusu açılmıştır.

Darbeyle tüm toplumu kırımdan geçirerek kendini dünya imparatorluğu olmaya meyletmiş olan Amerikanın himayesine bağlamış bir rejimin, imparatorluk olamayacağı açıktır. Bu açıklığa rağmen böyle bir iddianın olması da ütopik de olsa bir hedefi, zihniyeti, geliştirilecek siyasal çizgiyi ve eylemler dizisini ortaya koymaktadır. Osmanlı’nın millet kavramlaştırması çatısında İslamı birleştirici unsur olarak ele alışı, Yeni Osmanlıcılık argümanları etrafında yeniden biçimlendirmek istenmektedir.

Faşizm, Sünni Türk tekçiliği ile tüm ülkede büyük katliamlar gerçekleştirmiş ve darbe mekaniği, tüm toplum üzerinde uygulanan bir kitlesel zihinsel mühendislik aracına dönüştürülmüştür. Bu durumdan, yıllar sonra Erdoğan tersten de faydalanmaya çalışacak, darbe söylemine biçimsel bir karşıtlık oluşturarak toplumun duyargalarına hitap edecek, toplumsal acıları sızlatarak karşı darbe yapacak, darbeden öğrendiklerini her yönüyle kullanarak topluma ve rejime karşı bir darbe yapacak ve büyük yıkım yaratacaktır. 12 Eylül darbesi Türk-sünni tekçiliği ekseninde bir yeni durum ortaya çıkarmıştır. Bilinmektedir ki Recep Erdoğan, 12 Eylül darbesinin en parlak siyasi çocuğudur. ABD ile ilişkisi, İslamcı-Türkçü yanı ile tam bir darbe ürünüdür. Bundan dolayı benzer saldırılar geliştiren her saldırgan erkeği de “iyi çocuk” olarak adlandırmaktadır.

12 Eylül ile başlayan ve Erdoğan dönemiyle ustalığa geçen sistem, Osmanlı İmparatorluğunun yenilmişliğine bir atıftır, bir tür, çöplükte yeni yapı malzemesi aramadır. Türkiye Cumhuriyetinin yıkıldığının, çöküşe geçtiğinin, Cumhuriyet rejiminin bittiğinin itirafıdır. 12 Eylül sonrası Turgut Özal dönemiyle belli açılımlar yapılmış, darbeyi hazmedecek bir kültürel ortam yaratılmıştır. Esas darbenin Erdoğan üzerinden gerçekleşmesi de, Erdoğan’ın sınıfsal-zihniyet olarak cumhuriyet ilan edilirken dışlanan, mağdur edilen kesimleri temsil etmesi, en azından islami kimliğinden dolayı böyle gösterilmesi, özünde de ABD tarafından yetiştirilmiş olmasıdır.

ABD tarafından Erdoğan’a salt Türkiye ile sınırlı olmayan bir rol verilmiştir. Erdoğan’a ABD’nin verdiği rol, İslam dünyasını kontrol altında tutmak, siyasal İslam adı altında radikal gruplara karşı ılımlı İslamı geliştirmek, bu yolla makul olanı ılımlı şemsiyesi altında sunmak, kabul edilir kılmak, resmileştirmek, adeta ideal olanı inşa etmektir. Bu durum belli bir dönem sürmüşse de son yıllarda radikal unsurlara karşıtlık rolü, alternatif olamayan Erdoğan siyasetinin çeteleşerek radikal unsurların hamiliğine dönüştüğünün, pek beklenmeyen bir sonucudur. İslami gruplar, tam istendiği türden bir kontrole gelmemiş, geri bir kökene de dayansa, toplum mühendisliği tutmamıştır. Bu durum, Yeni Osmanlıcılık kavramının dıştan içe yönelmesinin önemli bir parametresini oluşturmuştur.

 

Yeni Osmanlıcılık Bir Propaganda Aracıdır

Yeni Osmanlıcılık kavramı salt coğrafi bir terim midir? Osmanlı İmparatorluğunun ulaştığı sınırlara göz dikme, iştah kabartma, bu yolla milliyetçiliği tahrik etme, sınır boylarında çeteleşen grupları makul gösterme, her tür tezkereye onay verme sağlanmaktadır. Tüm bunlara rağmen Yeni Osmanlıcılık salt bir coğrafi terim değildir. İmparatorluk hayali denmesi de zordur, zira böyle bir hayalin gerçek olamayacağını en iddiasız olanlar dahi bilmektedir. Bu söylem, bir propaganda aracıdır. Orta sınıfı etkilemek, kendi etkinliğinde yönlendirmek, böyle bir sınıfa dayanarak var olmak için inşa edilmiş bir kavramdır. Kendisiyle beraber yaşamsal, toplumsal, kültürel alana taşırılması da giderek orta sınıftan taşarak alt sınıflara doğru yayılan, kitleselleşen bir yanı olduğunu da göstermektedir. Av kıyafetleri, Osmanlı filmleri-belgeselleri, Ertuğrul’dan başlayıp Fatih ve Süleyman’la süren sinema alanından topluma yayılan, aklı güncelin sığlığından kurtulamayan ve şekli de tarihten fırlamış ucube tipler, ok-yay ritüelleri, saray inşaları, saç sakal giysiler üzerinden bir hafıza geri getirimi, bir anlamda retrosu, “reis” gibi halkın tebaaya dönüştürülmesinin söylemlerinin icat edilmesi… hepsi bu propagandaya hizmet eden adımlardır. Birçok insanın bunun bir geriye dönüş, tarihin yeniden yaşanması olarak değil, günün modası olarak geçmişle alakasız olarak ele alıp benimsemesi de kapitalist modernitenin içini boşaltıp posa haline getirdiği insan gerçeğiyle bağlantılıdır.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda dışlanan İslami kesimlerin Erdoğan etrafında tutunarak iktidar olma, bastırılmışlığın ortaya çıkararak yaşama, imparatorluğa atıf yapan bir ütopya ile duygusal tatmin yaşama istemi de, AKP elitlerinin iktidar elitlerine dönüşme hırsının sonucudur. Osmanlı devletinin tüm tarihine genişleme arzusu hakim olmuştur. Bu arzu, göçebe olmaktan kaynaklı yurtsuzluğa ve yerinden edilme korkusuna dayanmaktadır. “Bizi kabul eden ev sahipleri, ya gerçekten bizi evlerinden kovacak kararlılığa ve güce kavuşursa?!” sorusu tüm hegemonyalarına rağmen akıllarından çıkmamaktadır. Osmanlı’daki göçebelik ve yıkılma korkusu onu sürekli yayılmaya yöneltmiş, nihayetinde yıkılarak batı hegemonyasının belirlediği sınırlar temelinde bir devlet modeline sıkıştırılmıştır. Bu durum, kimi kesimlerde Batıya, laikliğe(!) öfke yaratmıştır. Tüm bunlara rağmen, Yeni Osmanlıcılık, bu kesimlerin öfkesinin örgütlenmiş ve atağa geçmiş hali sayılamaz. ABD’nin 12 Eylül darbesi olmasa böyle kesimlerin değil Osmanlıya dair kendi yaşamlarına, inançlarına dair hayal kurmaları dahi mümkün değildir. Bu kesimlere, bir hayal kurma şansını, hegemonik çıkarları ve dünya hegemonu olma hırsını yaratmanın aracını bulma serüvenindeki ABD vermiştir.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Orta Asya’da patır patır Türki devletler bağımsızlıklarını ilan etmiştir. Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan… Tarım ve yeraltı zenginlikleri iştah kabartan bu ülkeler 90’larla birlikte Türkiye’nin dikkatini cezbetmiş, ekonomik açılım yapmaya yöneltmiştir. Coğrafi olarak Asya ile Avrupa arasında köprü konumundaki Türkiye’nin bu zengin hammadde ve mamül madde kaynaklarından faydalanmamasını düşünmek mümkün değildir. Bunu sağlamak için Türki cumhuriyetler, kardeş ülkeler mottosu giderek daha fazla kullanılır olmuş, 2000’lerle birlikte AKP’nin temel argümanlarından birine dönüşmüştür. Türkiye’deki milliyetçi damar, yavru vatan, mavi vatan gibi icat edilen söylemlerden de hoşlandığı gibi, bu tür söylemleri de taşıyabilecek kıvamdadır. 12 Eylül’de fikirsel olarak var olan, 90’larda zemini güçlendirilen ve 2000’lerde pratiğe konulan AKP politikaları, Arap Baharıyla birlikte önemli bir siyasal kılıfa bürünme fırsatı da yakalamıştır. Zira AKP’nin fıtratı fırsatçılığıdır.

Hatırlanacağı üzere Arap Baharı adı verilen süreçle birlikte nedense en fazla sevinen, Arap olmayan, milliyetçi Türk devleti oldu. Arap Baharını, Arap toplumunun mevcut rejimleri sarsarak yeni bir hamiye ihtiyacını dillendirmesi için fırsat olarak gören Erdoğan’ın, Yeni Osmanlıcılık hayalinin zirve yaptığı dönem olarak tanımlamak çok yanılgı sayılmaz. Erdoğan’ın bu dönem çok öne çıkarılması, bölge lideri olarak tanımlanması-tanıtılması, hatta kendini halife ilan etmenin kıyısına gelmesi, ütopyanın kişisel hırsa dönüştüğü, giderek evrildiği bir eşik olmuştur. Şüphesiz bu rolü Erdoğan’a veren yine ABD’dir. Erdoğan da kendini Abdülhamit ile kıyaslayarak yeni bir dönemi başlatma gayretinden geri durmamış, Hamidiye alaylarına karşılık o da Reisin milis ordusunu, çete gruplarını kurmuştur. Arap baharıyla beraber Erdoğan atağa geçmiş, bölgede yayılma gösteren ve örgütlü olan Türkiye merkezli dini örgütlenmeleri tasfiye ederek tüm İslami mahreçli toplumsal dinamikleri kendi denetimine almış, bunu halifeliğin bir adımı olarak görmüş, giderek Türkiye’yi islami grupların çeteleşerek bölge halkına düşmanlaştığı kavşağına dönüştürmüştür. Bununla birlikte Yeni Osmanlıcılık kavramını daha yaygın kullanmıştır. Arap Baharı adı verilen sürecin Arap camiasındaki gelişim seyri başka bir konu olurken, Rojava Kürdistan Kürtlerinin de bu süreçte kendilerini savunma ve yönetme amaçlı giriştikleri mücadele, Yeni Osmanlıcılık hayallerinin kalın bir duvara çarptığı bir dönem olmuştur. Rojava Devrimi adı verilen sürecin giderek Kuzey ve Doğu Suriye’de demokratik özyönetim sistemiyle sonuçlanması da söz konusu hayalin geriye ket vurması sürecini başlatmıştır. Bu dönem AKP’nin ne kadar yozlaştığının, Türkiye toplumlarına yönelik iktidar uygulamalarının hangi düzeyde toplum kırım yarattığının, iradesi kırılan toplumun ülke sınırları içinde adeta kısa bir sürede nasıl kültürel-tarihsel değer yitimine uğratıldığının da açığa çıkmasını sağladığı için, aynı zamanda Türkiye devrimidir de. Zira devrim yapmak için önce içinde bulunulan durumu görmek, ayıkmak gerekir.

AKP’de Yeni Osmanlıcılık kavramı ilk dönemlerde siyasal ve kısmen de coğrafi bir kavram olarak kullanılsa da, giderek toplumsal-kültürel olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ki, tüm politik amaçlar güç kullanmak kadar toplumları etki altına almalıdır ki güçlenebilsin. PKK Lideri Abdullah Öcalan iktidarların zora ve iknaya dayalı iktidar oluşlarına sıkça değinerek zihniyet inşalarının rolünü ortaya koyar. AKP pratiğinde de bunu görmek mümkün. Türkiye’nin Yeni Osmanlı hayalleri derken bir bütün olarak Osmanlı sınırları akla gelmemesi işin mahiyetini açıklamaktadır. Kimi uçuk marjinal adımlardan öte akla gelen bir Osmanlı sınırı, balkanlara yönünü veren bir Türkiye yoktur mesela. Sınır ötesi denince akla Kürtler gelmektedir. Bu anlamda Kürtlerin içinde olduğu çağ bilinci, direniş ve yeni uluslaşma modeli olarak demokratik uluslaşmayı seçmesi, bu amaçla demokratik özerklik sistemlerini esas almasına bir karşıtlık olarak AKP’nin Yeni Osmanlı söylemine fazla sarılması anlaşılmaz değildir.

 

En Büyük Zihniyet Dayanağı: Egemen Erkek İdeolojisidir

Kürt özgürlük devriminin tüm Kürdistan parçalarında ideolojik hakimiyetini göstermesi, ABD’nin kabullenmediği bir durumdur ve bundan dolayı ABD, Türkiye’nin sınır ötesi saldırılarını meşru görmektedir. Demokratik özerk Kürdistan gerçeği, dünya egemenliğinin sarsılması anlamında ABD’yi ürkütmekteyken, Türkiye cumhuriyetini de esasta Bakur Kürdistan bağlamında ürkütmektedir. Bakur Kürdistan toplumunun bilinçli ve yarım asırlık direnişinin Rojava devrimiyle derinleştirdiği özgüven çok büyüktür. Erdoğan bunun farkındadır ve bundan dolayı da Rojava’yı kırmızı çizgi olarak adlandırmakta, sınır ötesinden sınırları sağlamlaştırmak amaçlanmakta, bunun için de sınırın içindekileri buna uygun hale getirme hesapları yapılmaktadır.

Bir de sınırın içindekiler var. Türkiye toplumunun sınır ötesinde her tür uygulamayı yapan bir AKP’ye razı edilebilmesi için milliyetçi argümanların, beka söylemlerine dayalı felaket teorilerinin geliştirilmesi yeterlidir. Bu siyaset, MHP ile ortaklık içindeki AKP’ye hem siyaset zemini hem de toplumsal bir zemin yaratmaktadır. Milliyetçiliğin içe yansıması da Yeni Osmanlıcılık kavramıyla birlikte yeni boyutlar kazanmıştır. 2000’lerle birlikte Yeni Osmanlıcılık söyleminin sonuç alıcı olması için salt politik olmaktan çıkarak toplumsallaşması, kitleselleşmesi ve içe yönelmesi gerekmekteydi, ki AKP bunu belli oranda yaptı.

Ayrıca Erdoğan, siyaset dünyasında kötü, yanlış olan, ülkeyi geri konumda bırakan ne varsa hepsini Cumhuriyet rejiminin sırtına yükleyerek rejime olan toplumsal güveni sarsmış, temsil ettiği tarihsel çizginin intikamını da almıştır. Toplumun güncel, siyasal ve tarihsel olarak rejime güvensizliği üzerinden yeni rejim tartışmaları, ütopik söylemleri de toplumun özlemlerine kısmen hitap etmiştir. TC kuruluşunda esas alınan uygulamaların tersini yaparak, o döneme öfke duyan kesimlerin ve eğilimlerin gönlüne girmeyi başarmıştır. AKP, dağılan ve sistem karşıtı olan toplumu toparlayıp sistem içine çekmek için, müşterek ve müreffeh geçmiş anlatısına başvurmuştur. Toplum da zaten böyle bir şey istemektedir, çünkü toplumun ihtiyacı vardır buna. Yeni tür milli duygu tanımlaması gerekmektedir. Yeni Osmanlıcılık, toplum üzerinde duygu siyasetinin en temel aracı oldu. AKP’nin duygu siyasetinde en fazla rol yüklediği argümandı ve sonuçta aldı. Mustafa Kemal’in Cumhuriyet inşasında esas aldığı iki nokta vardı: Birincisi, geçmişi radikal bir şekilde unutmak-unutturmak, ikincisi de yeniye odaklanmak. Bundan dolayı yıldırım hızıyla devrimler yapılıyor, ordu, okullar, tüm resmi kurumlar, hatta şapkalar ve harfler bile devrim fırtınasından kurtulamıyordu. Erdoğan da Yeni Osmanlıcılık kapsamında bunu belli oranda uygulamaya çalıştı. Çocuklara okutulan “andımız” denilen faşist yeminin, 23 Nisan ya da 19 Mayıs gibi kutlamaların kaldırılması Cumhuriyete dair ulusal öğelerin hızla unutulmasını sağladı. Son 20 yılda doğan çocukların isimlerine bakınca eskinin nasıl unutulduğu ve yeninin nasıl inşa edildiğine dair veriler bulunabilir.

Tabi bununla birlikte giderek salt İslami kesimlere değil, çoğunluğa hitap etmeye başladı. Sınıf dışı kalmış unsurlar, rejime tepkili unsurlar gibi tüm kesimlere hitap etmeyi esas aldı. Bunu “çözüm süreci” adı altındaki tasfiye girişimiyle Kürtlere karşı da uyguladı. “Çözüm” kılıfı altında Kürtlere karşı uygulanan “Çöktürme Planı” bugün boşa çıkarılmıştır ancak bu planın tüm Türkiye halklarına karşı uygulandığı henüz tam açığa çıkarılmış ve aşılmış değildir. Unutulmaması gereken nokta, Erdoğan’ın darbe çocuğu olmasıdır.

İktidarın ürettiği sembollere halkın sarılması, Zeus’un insanları yaratması öyküsüne benzemektedir. Tam bir tanrı kul ikilemi vardır burada. Sistem kendini, üretilmişlerin ürettikleri üzerinden süreklileştirmektedir. Türkiye’de yaşanan toplum kırım, savaştan daha ziyade, işte budur.

AKP’nin sosyolojik tahlili çokça yapılmaktadır. Aile olarak iktidara yapışmış bireylerin, tarihsel, kültürel olarak iktidar özlemlerinin derinliği, iktidar karşısında mağdur edilmiş psikolojisinin derinliği, Erdoğan ve ailesinde ortaya çıkan anlamsız, mantıksız, açgözlü uygulamalardan anlaşılmaktadır. Yeni Osmanlıcılık argümanlarının model tipleri Erdoğan ailesi olmuştur.

Erdoğan kendisi saray yaptırmış, Bilal ok ve yayla oyalanmış, kadınlar da başta türban olmak üzere belli oranda görünür olmuşlardır. Yine bürokraside saç-sakal reformlarıyla Kemalist inkılaptan da intikam alınmaya çalışılmıştır. Aile bireylerinin çabalarını Erdoğan çevresi, dostları tamamlamaya çalışmış, İbrahim Kalın gibi tiplerle “Külliye” ile başlayan cümlelerin sık sık kullanılması dikkat çekmiştir. Hızla Osmanlı giysilerinin belgeseller-diziler yoluyla topluma gösterilmesi, güzel kılınması, toplumun beğenisine açılması, Osmanlı söylemlerinin kadın ve erkek tiplerinin makul tip olarak sunulması da gözden kaçmamıştır.

Yeni Osmanlıcılık ya da zihniyet inşasına hitap eden başka bir argümanın karşılık bulması için kavramlara saldırması şart. Bu anlamda Yeni Osmanlıcılık da kavramları işgal ederek işe girişti. Tarih ve kültür başta olmak üzere tüm kavramlar yeniden yorumlandı, mühendisliğe tabi tutuldu. Tuğralar ortaya çıkıverdi. İsimler, giysiler, yüzükler, bol bol renkli kumaşlar, Osmanlı düğünü diye tabir edilen şölenler, giderek kişilerden ve dar zümrelerden taşarak kitlesel bir karşılık bulmaya başladı.

Duygular, kriz dönemlerinde bireysellikten çıkarak toplumsal imajlara dönüşürler. Dizilerdeki erkek saç-sakal modelinin giderek yaygınlaşması, adeta ağırlık kazanması, türbanın tek tük olmaktan çıkarak bir siyaset aracı olmaktan bile çıkarak, İslami gelenek gereği başını örtmeyen kadınların da kimi dönemler giysi-gün konseptine göre moda adına türban takması da bunlara örnektir. DAIŞ’in kafa kesme gösterileri dışında kılıç kullanan olmamasına rağmen Türkiye’de kılıç kullanımına dair belgeseller yapılması da örnek olarak gösterilebilir. Yeni Osmanlıcılık hem fetihçi dış politika hem de gündelik hayatta karşılığı olan, toplumun beğenilerine, algılarına, modasına uyarlanan kendini dayatan siyaset aracı semboller dizisidir. Erdoğan, canının istediğini söyleme kıvamına gelmiştir. İktidar, Bahçeli-Erdoğan ikilisinin bunamışlığındadır! Bunamış bir iktidar her şeyi söyleyebilir. Bu durum, Yeni Osmanlıcılığın sınırlarını da loş bırakmaktadır. İstenirse teknik gelişim, istenirse av partileri, istenirse at binip kılıç kuşanmalar, istenirse beceriksizce uzaydan söz etmeler, istenirse at-avrat-silah alıp satmalar, öldürüp atmalar vardır. AKP milletvekillerinin genç kadınları hizmetçi diye yanlarına alıp cariye gibi kullanıp katletmeleri bu zihniyete dayanmaktadır. AKP, haremlik kurmayı da bir tahrik unsuru olarak tüm geri ve köle erkeklere anlatarak Yeni Osmanlıcılığı cazip kılmıştır. Bu durum üstten alta doğru, elitlerden tebaaya doğru yayılmakta, katliamlar, yozluklar giderek artmaktadır. Çünkü toplumsal zemin buna göre şekillendirilmiş ve kabul edilirlik sınırlarına çekilmiştir. Faşizmin topluma en büyük eziyeti budur.

Osmanlıya daha fazla benzediğini düşündüğü kadar yozlaşma, çürüme derinleşmektedir. Ne kadar çok benzemişse, yakınlaşmışsa o kadar çürümüştür. Yeni Osmanlıcılık denilen, bugünkü Türk devlet iktidarının en yozlaşmış, çürümüş ve dağılmanın eşiğine gelmiş halidir. Çünkü en büyük zihniyet dayanağı, egemen erkeklik ideolojisidir. Türkiye’de bitmiş bir erkeğin Yeni Osmanlıcılık kapsamında at-avrat-silah motivasyonuna sokularak adeta hormonlu şekil ve öz ortaya çıkarılmıştır. Böyle bir politik yönelim, erkeği bir kadın düşmanı, tecavüzcü, doğa düşmanı, çevre düşmanı, değer düşmanı yapmaya yetmektedir. Bugün ülke, tuğralı yüzüklerle bu tip örgütlenmelere yakın sembollerle fotoğraflarını servis ederek cinayet işleyen erkeklerle dolup taşmıştır. Yeni Osmanlıcılık, dış politika unsuru olmaktan çıkarak kadın düşmanı, toplum düşmanı bir mühendislik aracına dönüşmüştür. Özünde toplumun köleleştirilmesine, erkeğin köleleştirilmesi üzerinden kadının denetim altına alınmasına dayanmıştır. Zayıflayan rejimin kendine dayanak araması gibi zayıflayan erkeklik de kendine dayanak aradığında, bunu Yeni Osmanlıcılığın yarattığı mottolarda bulmakta, bunu uyguladıkça sistemin “ADAMI” olmakta, sistemin sürdürülebilirliğini sağlamaktadır. Can çekişen bir sistem içindeki toplum ve bireyler de can çekişmekte, özgür var olamamaktadır. Ve AKP rejimi de bu şekilde, dağılma yolundaki çürümüş iktidarını ayakta tutmayı şimdilik başarabilmektedir.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.