Düşünce ve Kuram Dergisi

“Zor Olan Başarılır, İmkansız Olan Vakit Alır”

Cengiz Çiçek

Halkların Demokratik Kongresinin(HDK) fikriyatı ve hedefleri bağlamındaki tartışmalar söz konusu olduğunda yazımızın başlığındaki bu söz, ister istemez kendisini tekrardan güncelliyor. Zor olanın ne, imkânsız olanın ne olduğuna dair tartışma ise baki. Sosyalizm mücadelesinin kendi tarihsel deneyimlerinde de sık sık görülen ve mutlaka aşılması gereken bir açmazı işaret etmesi bakımından da oldukça kıymetli bir başlık olduğunu düşünüyoruz.

Sosyalist düşünce, sınıflı uygarlığın tarihsel birikimlerini, uğraklarını inkâr etmez, etmiyor. Bu genel kabulün dışında tartışma konusu yapılan ise günümüze doğru iktidar, devlet, ekonomi, kültür ve ideoloji gibi ana başlıklarda kristalize olan kapitalist modernitenin dışına kendisini nasıl çıkaracağıdır; demokratik modernitenin zihinsel, kültürel, iktisadi, ideolojik ve sistemsel kavramları ve mücadele başlıklarıdır. Özünde bir demokratik modernite tartışmasının açılması da tarihsel olarak kaçınılmazdır. Kapitalist moderniteyi “zorba ve sömürgen güçlerin evrensel tarihinin sistemi”[1] olarak tanımlarken karşısına konumlandırdığımız demokratik moderniteyi de “zorba ve sömürgen güçlerin dışında kalanların evrensel tarihinin sistemi” olarak tarif ediyoruz. Bu okumadan hareketle

Türkiye’de ulus devleti, ideolojik olarak inşa edilmiş Türklüğün avantajlı kıldığı egemenlerin özel tarihinin sistemi olarak tanımlamak; karşısında kavramsal olarak konumlandırdığımız demokratik ulusu ise resmi Türklüğün avantajlı kıldığı kesimlerin dışında kalan bütün ezilen kimliklerin evrensel tarihinin sistemi olarak ele almak gayet mümkün. Demokratik ulus fikriyatına içkin kurulan HDK-HDP’yi de ezilenlerin tarihsel ittifakının sisteminin fikri izini süren, pratiğini eyleyen oluşumlar olarak ele almak mümkün. Esasında bu tartışma, zor ve imkânsız olanı da kendi içinde ayrıştırıp netleştiren bir mecburi uğraşı da taşıya geliyor. Türkiye, Ortadoğu ve dünyada ezilenlerin evrensel tarihlerinin politik-ideolojik hattını oluşturup, bir örgütsel ve toplumsal muhalefet zeminini inşa etmek; egemen olana karşı sınıfsal, ideolojik bir mücadele yürütmek ve hatta bu egemenlik inşalarını yıkmak zor olsa da başarılan, başarabildiğimiz şeyler.

Paris Komünü, Ekim Devrimi, Kültür Devrimi vb. bu duruma örnek gösterilebilir. Ancak bu mücadele hattını, kapitalizmin zihin dünyasının, üretim ilişkilerinin, örgütsel ve toplumsal formlarının dışına çıkarabilmek, ortak yaşamlı, öz yönetimli, eylemli, komünal kılmak ve bu durumu sürdürülebilir halde tutmak ise genelde başarısız olduğumuz ya da zihinlerimizde ‘mümkünü olmayan’ olarak görülen bir durum.

Güncelde yaşanan Rojava Komünarlar Devrimi ise benzeri tarihsel deneyimlerden süzülen ve imkânsızı vakit alsa da mümkün hale getirmeye çalışan bir 21. Yüzyıl tecrübesi olarak da bu duruma örnek gösterilebilir. Sadece ihtiyaç-emek kıstaslı ve anti-tekel tavra dayalı geliştirilmek istenen ekonomik modelin kendisi bile Rojava Devrim sürecini, imkânsızı mümkün kılmaya çalışan ve karşı-sistem inşasına dayalı bir devrim olarak tanımlamamıza yetiyor.[2]

Zor ve imkânsız söz konusu olduğunda, Türkiye’de yüzyıllık rejim içerisinde ciddi bir çıkış yakalamış olan HDK de özel bir yerde duruyor elbette. Kendisini “ezilenlerin tarihsel ittifakı” olarak tarif etmiş bu Kongre hareketinin temel hedefleri arasında mevcutta var olan iki tarihsel hegemonyanın dışında üçüncü bir siyasal seçenek oluşturmak(zor) ve siyasal mücadelesini meclisler-komünler aracılığıyla kalıcı bir halk demokrasisine dönüştürmek(imkânsız) var. Yine programında “Bizler, egemenlerin iki akımının dayattığına karşı ezilenlerin ve halkların komünal demokratik yaşamını egemen kılmanın mümkün ve gerçekçi olduğunu göstermek için bir aradayız.”[3] sözleriyle kendisini ele alan HDK, zor olan ile imkânsız görüneni programına ve bir araya geliş amacının içine yedirmiş bir paradigmasal ve örgütsel-toplumsal mücadele zemini olarak da biricikliğini korumak zorunda. “Cüret edilen” sadece dışındaki iktidar odaklarını yenilgiye uğratma zorlukları değil; kendi mahallesinin imkânsız olarak gördüklerinin mümkün ve gerçekçi olduğuna dairdir. Daha sarih bir ifadeyle zor, ağırlığını dışa dönük, karşı kutba dönük politik-örgütsel mücadeleleri tarif ederken; imkansız, ağırlığı içe dönük, ezilenlerin kurtuluş mücadelelerinde gerçekleşmesi mümkün görünmediği için yüzleşmekten kaçınılanı tarif ediyor. Dolayısıyla programından alıntısını yaptığımız cümleyle HDK, zor ve imkânsız görüleni iç içe başarmaya odaklı önermelerde bulunuyor.

 

Zor: Üçüncü Yol, Üçüncü Kutup Başarıldı… Mı?

Zor diye tarif edilen “egemenlerin iki akımının dayatmalarına” karşı üçüncü bir seçeneğin, kutbun siyasal olarak vücuda gelmesine dairdir. Kuruluşundan günümüze değin ideolojik ve siyasal kodlarını bu dikotomi üzerinden kuran resmi paradigmanın dışında üçüncü bir seçeneği oluşturmak, üçüncü bir yolu açmak elbette zordu. Bir taraftan tüm siyasal egemenlik alanını yıkıcı bir düşünce gücüyle zorlamak, diğer taraftan kurucu bir siyasal-toplumsallık inşa etmek bu zorluğun ifadesiydi. Tüm zorluklarına rağmen Kürt halkının ve Türkiye halklarının demokratik devrimci mücadele dinamiklerinin üzerinden yükselen Kongre, içinden çıkardığı Halkların Demokratik Partisiyle(HDP) birlikte İslamcı, Türkçü ve ulusalcı iki ana akım hegemon siyasete karşı ezilenlerin siyasal adresi olmayı büyük oranda başardı. Nesnel olarak kendi toplumsal ve siyasal sınırlarına tam anlamıyla ulaşmadığı için büyük oranda başardı diyoruz. HDK’nin siyasal ve toplumsal olarak sunduğu üçüncü seçenek, HDP şahsında siyasal-toplumsal, temsiliyetini bulmuştur.

Şöyle ki; Birinci Meclisten İkinci Meclise geçiş sürecinde dönemin ittihatçı ve Kemalist kadrolarınca tasfiye edilen Lazistanlıların, Kürdistanlıların, Ermenilerin, Süryanilerin, Ezidilerin, Alevilerin ve daha birçok etnik ve inanç kimliğinin; yine sosyalist, devrimci, antikapitalist, demokrat birçok siyasal kimliğin tekrardan Meclis zemininde temsil edilmesini sağlayarak, resmi ideoloji içinde ciddi siyasal gedikler açmış bulunmaktadır. Bu temsiliyet hali, aynı zamanda ulus-devletçi inşayı akamete uğratması boyutuyla da oldukça saygıdeğer bir konumdadır.

Meclis zemininde ortaya çıkan bu fotoğrafın resmi iktidar ve resmi muhalefeti ne kadar tedirgin ettiği, korkuttuğu ise yaşadığımız yakın dönem tecrübeleriyle sabittir. Tersine ortaya çıkan bu çoklu, çoğulcu görüntünün toplumsal kesimlerde yarattığı resmi paradigmayla yüzleşme ve hesaplaşma mücadelesini ne düzeyde canlandırdığı, hareketlendirdiği de herkesin malumu. Resmi paradigmayı iflas ettiren ve biat kültürü karşısında yurttaşlık kültürünü yeşerten bu tarihsel zor, ciddi oranda başarılmıştır. Konu bağlamında HDK ve içinden çıkan HDP’nin ezilen kimliklerin demokrasi ve özgürlük mücadelesinde oynadığı kritik rol ve rejimin korkularını ifade etmesi bağlamında Ertuğrul Kürkçü’nün şu sözleri oldukça açıklayıcıdır: “HDP’nin iktidar blokunun hedefi haline gelişinin gerçek nedeni, HDP’nin tek parti istibdadına karşı TBMM’deki biricik meşru ve koşulsuz direniş odağı olması, geçmişe, savaşa, sömürgeciliğe, istibdada, otoriterliğe, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe ve faşizme dönüş önündeki en esaslı sosyo-politik engel olmasıdır. HDP, açık, aktif ve meşru bir sosyo-politik güç olarak var oldukça ne dinin ne etnisitenin başat olduğu bir restorasyon için çoğunluğun rızasının üretilemeyeceğinin, HDP çöktürülmedikçe Türkiye’nin çöktürülemeyeceğinin iktidar sahiplerince idrak edilmesidir.”[4] İşte ortaya çıkan bu irade, Türkiye’de egemenlik alanına dair ciddi darbeler indirse de mevcut durumu, ezilenler cephesinden tek ayaklı ya da eksik bir fotoğraf olarak değerlendirmek mümkün. Temsili demokrasi sınırlarını zorlama, toplumsal demokrasiyi mümkün kılma; örgütsel ve toplumsal ittifaklarını büyütme olanaklarının halen potansiyel olarak var olması, bu tespitlerimizi zorunlu kılıyor.

 

İmkânsız: Halkların Komünal Demokratik Yaşamı… Vakit Alıyor…

HDK’nin ikinci olarak yaptığı “ezilenlerin ve halkların komünal demokratik yaşamını egemen kılmanın mümkün ve gerçekçi olduğu” vurgusu ise özellikle “resmi mahallelerimizdeki imkansızlıklara” dair ciddi bir iç eleştiri konusu olarak da okunabilir. Özetle kapitalist, emperyalist, faşist iktidar odaklarına ve onların rejimlerine karşı yürütülen siyasal mücadele kazanımları, toplumsal özyönetim anlamına gelecek komün ve meclislerle tamamlanmadığı, güçlendirilmediği sürece gerek rejim-sistem değişikliği hedeflerine ulaşılamıyor gerekse o güne kadar elde edilen kazanımlar kalıcı kılınamıyor. Son yıllarda faşist rejimin siyasal soykırım ve çökertme politikalarının temel amacı da özgürlükçü, çoğulcu değerleriyle Türkiye ve Kürdistan halklarının nezdinde ciddi bir siyasal odak oluşturan üçüncü kutup mücadelesinin toplumsallaşma kapasitesini minimize etmekti. Dolayısıyla örgütlü halk gerçeğine işaret eden meclis, komün önermesi ve bu yöndeki çabalar, hem siyasal, kültürel ve ideolojik varlığını korumanın hem de demokratik, özgür bir yaşamın inşa edilmesinin öncelikli mücadele ödevlerinden birisi oluyor. Bir başka deyişle tekçilik ve hakikat kırımı üzerinden inşa edilen resmi meclise ezilenlerin temsilcilerinin gönderilmesi, egemenlerin kalesine atılan bir gol olarak değerlendirilebilir. Yanısıra kendi kalemize tekrardan gol yememenin bir yolu olarak, siyasal-toplumsal öz savunma, dayanışma ve özgür yaşam ısrarı anlamına gelecek halkın, emekçilerin, kadınların, gençlerin, inançların, ekolojistlerin meclislerini, komünlerini örgütlemek önem kazanıyor. Bu yaklaşımın doğal bir sonucu olarak, kapitalist modernitenin zihni kalıplarının içerisine hapsolmuş ve ulus-devlet gibi tüm sistem inşalarını ve ilişkilerini ezel-ebed aralığında kabul eden anlayışa karşı, demokratik modernitenin entelektüel, ahlaki ve politik praksisiyle “vakit alsa da imkânsızı başaracağız” diyenlerin düşünsel-örgütsel-toplumsal zemini oluyor HDK.

 

HDK: Günlük Pratiklere Kazınması Gereken İdeoloji

Bu çizgide ısrar etmek, alternatif olanın düşünsel izini sürmek, hiyerarşi üreten tüm yapılanmalara karşı söz, yetki ve kararı kolektiflere ait kılacak politik, toplumsal örgütlenme formlarını kurmaya cesaret göstermek, sonu ne olursa olsun yeni yaşamda ısrar etmek demek olacaktır. Israr etmeliyiz; çünkü gerçek olanın doğal toplumun komünal hafızası ve birikimi olduğunu; sapma olanın ise bu komünal birikim ve hafızayı sınırsız kâr hırsıyla tasfiye etmeye çalışan tekelci sermaye düzeni olan kapitalizm olduğunu çok iyi biliyoruz. Gerçek olanın sapmaya yenik düştüğü her durum ise sadece toplumsal mücadelemizi zaaflı kılmayacaktır; bu zaaflı hal içerisinde debelenen siyasal çevrelerin ve örgütlerin, tüm karşıt görünümüne rağmen sistemi zihniyet olarak yeniden üreten mezheplere dönüşmesinin önüne geçilemeyecektir. Ezilenlerin demokrasi ve özgürlük mücadelesi, kendi rengini, ideolojisini, zihniyetini, ilişkilerini, hayatını örgütlediği ve sistemini kurduğu oranda kazanacaktır. Kapitalist moderniteden ve onun eşitsizliğe, adaletsizliğe ve sömürüye dayanan dünyasından kurtulmak da böyle mümkün olacaktır. Slavoj Zizek, nihai kurtuluşun ve özgürleşmenin izini Kobanê üniversitesinde verdiği derste dile getirdiği şu sözlerle sürüyor: “Kürtler… sadece direnmenin değil, yeni bir düzen kurmanın da simgesi oldu. Bir devrimin görevi sadece insanları temsil etmek değil, aynı zamanda insanların ne istediklerinin farkına vardırmaktır. Burada olanın daha iyi işlemesi için çabalamak yerine, daha iyi bir dünya inşa etmeye çalışmalıyız. İdeoloji soyut bir değerler sistemi değildir. İdeoloji, günlük pratiklerinize kazınmıştır.”[5] Evet, günlük pratiklere kazınmayan ideoloji, soyut değerler sistemi olarak da pratik imkânsızlıklar üreten bir mekanizmaya dönüşme riskini beraberinde taşıyor. Sistemin politik-psikolojik dünyamızda yarattığı tüm imkânsızlıklar, iliklerimize kadar kendisini bizde örgütleme kapasitesiyle mümkün hale geliyor. Oysaki bu imkânsızlıkları, emekçi halkların ürettiği tüm değerler üzerinden inşa eden bir put rejimiyle karşı karşıya olduğumuzu unutmayalım.HDK ise örgütsel gücü, kapasitesi ne olursa olsun durduğu yer itibariyle, komünler ve meclisler aracılığıyla kolektif üretimi ve aklı esas almasıyla her türden put rejimi karşısında bir put kırıcıdır ve bunda ısrar etmek zorunda. Resmi ideolojinin yan yana gelmez dedirttiği (imkânsız kıldığı), birçok etnik, ideolojik, inanç, kültürel ve toplumsal cinsiyet kimliğini en zor siyasal iklimlerde bile yan yana tutuyor olması, bir öznel başarıdan öte hakikat zemininde kendisini yeşertmesiyle doğrudan ilgilidir. Temel çaba da bu hakikat zeminini, hayatı her gün birlikte örgütleyen, birlikte üreten, birlikte eyleyen öz yönetimli toplumsallığı inşa etme hedefiyle buluşturmak; zor ve imkânsızı birlikte somutlamaktır. Toplumun politikleştirilmesi, politikanın toplumsallaştırılması da ancak böyle mümkündür. Öz itibariyle HDK var olma haliyle her türden tekçi, monolitik, hiyerarşik, baskıcı sistem ve kurumlarına karşı çoğulcu, eşitlikçi, özgürleştirici bir siyasal ve toplumsal iklimin-ilişkilerinin var olma mücadelesinin önemli zeminlerinden birisidir. Dolayısıyla HDK’deki çoraklaşma, toplumsal muhalefetin sadece niceliksel değil ideolojik ve örgütsel çoraklaşması; HDK’deki yeşerme ise yine demokrasi ve özgürlük güçlerinin ideolojik-politik, örgütsel-toplumsal yeşermesi demek olacaktır.

 

Çözüm: Yine, Yeniden, İnatla HDK…

Peki, bu yeşerme nasıl mümkün? İlk elden HDK’nin kurucu hedeflerine bağlılık ve bunun gereği olarak yürünen yolların, aşılan engellerin pratik toplamlarını yapmak en elzem konu. Teorik zemin ve pratik toplamın doğru analizi ve doğru formülasyonu, zor olanın başarısını tescilleyeceği gibi imkânsız görünenin mümkün hale gelme vaktini de hızlandıracaktır. Sorular-cevaplar, yollar-yöntemler ısrarla, inatla diri tutulmalıdır. Diri tutulmalıdır çünkü günlük yaşamın örgütlü, komünal ya da meclislerle örgütlenmemesi sadece inançsızlıktan değil, bilinmezliktendir de. Bilinmezliği bilme haline dönüştürecek cesur pratikler, aynı zamanda soyutu somuta, imkânsızı imkân dâhiline getirmenin öz çabasıdır. Buradan hareketle HDK ve HDP çoklu, çoğulcu yapısıyla resmi paradigma perdesinin yırtılmasını pratik mücadeleyle sağlamış mıdır? Elbette. Hatırı sayılır bir özgürlükçü toplumsal mevzi biriktirmiş midir? Tabi ki. Bütün bu gelişmelere rağmen yırtılacak daha çok resmi perde, biriktirilecek daha çok toplumsallık var mıdır? Katiyetle. Mevcut durum hedefler bağlamında yeterli midir? Değildir. O nedenle başta Kürt sorunu olmak üzere derinleşmiş sorunların çözümünün anahtarı olan bu zeminin, kapıyı ardına kadar açacak yeni örgütsel ve toplumsal ittifaklara ulaşması, bu ittifakları direniş alanlarında, ihtiyaç temelli komün ve meclis örgütlenmelerinde oluşturması kaçınılmaz başka bir hedef olarak orta yerde duruyor. Örgütlerin ittifakının, toplumsal ittifaka dönüşmediği sürece temsili açmazlardan sıyrılanamayacığının bilinciyle hareket etmek; ilişkileri, işleyişi, dizilişi bu ihtiyaca göre tekrardan kurmak ise olması gerekendir. Halklara, emekçilere, kadınlara, gençlere, doğa savunucularına, toplumsal inanç kesimlerine zoru başarmanın haklı umudunu taşıran bu gücün imkânsız gibi görünenin üstesinden gelme ödevi de mevcut başarısının bir gereğidir. Tecrit, savaş, sömürü, talan yüklü rejimin kök kurutucusu olan HDK fikriyatını ve örgütsel birikimini, partisiyle(HDP) birlikte yeni örgütsel ve toplumsal ittifaklara açmak, Demokratik Cumhuriyet hedefinin olmazsa olmazıdır. O halde çözüm, tekçi rejimin ayrıştırdığı, ötekileştirdiği, yabancılaştırdığı, yok saydığı bütün ezilenlerinin HDK fikriyatı temelinde daha güçlü buluşması, demokrasi ve özgürlük mücadelesinde özne kılınmasındadır.

 

İnsanlık Kongreyi Çağırıyor!

HDK, fikriyatı ve sunduğu yeni politik mücadele kültürüyle sadece örgütlü kesimlerin ittifakını, dayanışmasını, birliğini değil; halkların ve dezavantajlı tüm kesimlerin toplumsal ittifakını önemli oranda gün yüzüne çıkardı. Gün yüzüne çıkarmakla kalmadı; her bir sorunun tekil, parçalı direnişlerle değil birleşik, ortak ve birbirini gören bir bakış açısıyla çözülebileceğini gösterdi. Kürt sorununun çözümünün doğanın ve emekçilerin haklarının kazanılmasında kaçınılmaz olduğunu; kadın mücadelesinin kazanımlarının savaş siyasetinin dibe vurması demek olacağı; gençlerin faşizme karşı yükselttiği demokratik direnişin tüm ezilen kesimlere nefes aldıracağı gibi bütünlüklü yaklaşım ve diyalektik ele alış, HDK-HDP zeminiyle daha çok güçlendi, kabul gördü. Esasında bu mücadele süreci sadece güncel iktidar odaklarını değil onunla aynı ideolojik havuzdan beslenen sistem içi tüm siyasal anlayışları deşifre etti, onların alanlarını daralttı. Esas çelişkinin devletçi, iktidarcı, milliyetçi ve sermayeden yana güçlerle toplumsal güçler arasında olduğu bir kez daha görüldü. Yanısıra, sadece Türk ulus-devletinin değil devletli dünyanın çıkardığı bütün savaş ve sömürü alanlarının ulusötesi şirketlerin lehine halkların aleyhine olduğu her geçen gün daha fazla afişe oluyor. Bolluğu bir avuç zenginin paylaştığı, krizlerin faturasını ise maddi ve manevi halkların ödediği bu kapitalist çağ gerçekliği karşısında gün yüzüne çıkmanın yeterli olmadığı da bir başka gerçek. Varoluşsal krizin içinde debelenen kapitalist sistem ve ulus-devletler sistemi karşısında demokratik modernite ve demokratik ulus çizgisinin gerçek zemini olan Kongre zeminini her zamankinden daha fazla güçlendirmek ve yaygınlaştırmak ivedi politik önceliklerden görünüyor. Kapitalist modernitenin tüm krizleri ve çöküş süreci, Kongre esaslı fikriyatın ve mücadele zemininin doğruluğunun alametifarikası oluyor. Tüm gelişmeler Kongreyi çağırıyor; hegemonya savaşları, göçmen ve mültecilik gerçeği, gıda krizi, iklim krizi, salgın hastalıklar, derinleşmiş ekonomik krizler ve yoksullaşan milyonlar… Ve 21. Yüzyıl finans kapital çağ karşısında ezilenlerin, halkların demokratik kongresini, enternasyonalini arıyor… Karşı karşıya olduğumuz çağ, kendi Komünist Manifestosunu zorunlu kılıyor: Bütün dünyanın ezilenleri; göçmenleri, mültecileri, işçileri, ekolojistleri, kadınları, gençleri, inançları, halkları birleşin! İmkânsız sadece imkânsız değildir; sadece biraz vakit alır…

 

 

 * Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin
[1]     Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü; Abdullah Öcalan
[2]     Rojava Toplum Sözleşmesi 42. Madde: Demokratik Özerk Yönetimler’deki ekonomik sistem; toplumsal gelişim, adalet ve üretimin devamı üzerine kuruludur ve bilimsel-teknolojik imkânlara dayanır. Üretimin geliştirilmesi ve ekonomik icraatların amacı insan ihtiyaçlarını karşılamak ve onurlu bir yaşamı tesis etmektir. Demokratik Özerk Yönetimler “Herkes çalışmasına göre kazanacak” esasına göre ortak bir ekonomi ve meşru bir yarışı kabul eder, tek elde toplamayı (stoklama) yasaklar ve toplumsal adaleti tesis eder. Ulusal üretim araçlarının mülkiyeti tesis edilir, yurttaş, işçi ve doğa hakları korunur ve ulusal egemenlik güçlendirilir.
[3]     https://www.halklarindemokratikkongresi.net/hdk/program
[4]   https://www.medyaport.net/genel/ertugrul-kurkcu-den-aym-ye-hdpnin-kapatilmasi-turkiyenin-h33279.html
[5]     https://bianet.org/bianet/dunya/242672-zizek-kobane-universitesi-nde-ders-verdi
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.